.:Cumhuriyet Lisesi:.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.:Cumhuriyet Lisesi:.

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Atatürk'ün Hatıraları

Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki

Aşağa gitmek  Mesaj [2 sayfadaki 4 sayfası]

26Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:27 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Çobanla Atatürk’ün "Bis"leri...

Atatürk ve arkadaşları Antalya’ya gidiyorlardı. Yolda bir yerde mola verildi. Yakınlardan bir türkü sesi duyuluyordu. Atatürk merak etti ve türkü söyleyenin bulunmasını istedi. Türküyü söyleyen çobanı bulup Ata’nın karşısına getirdiler.
Atatürk’le çoban arasında şu konuşma geçti:
- Türküyü sen mi söylüyordun?
- Evet.
- Sesin güzel, okuman da fena değil, burada da söyle de dinleyelim.

Çoban nazlanmadan türküye başladı: "Demirciler demir döver, tunç olur..." Türkü bitmişti. Atatürk ellerini çırptı, alkışladı ve "Bis! Bis!" diye tempo tuttu.

Çoban bir şey anlamamıştı. Ata açıkladı: "Bis demek, beğendik, bir daha söyle, tekrarla demektir."

Çoban türküyü tekrarladı. Atatürk cebinden bir elli liralık çıkardı ve çobana verdi. Çoban paraya baktı, aldı ve memnun bir tavırla kuşağının arasına koyduktan sonra ellerini çırptı ve yüksek sesle haykırdı: "Bis! Bis!.."

27Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:28 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

"Al tabancayı, Öldür beni!.."

İzmir’deki suikast girişiminden sonra Atatürk, kendisini öldürmeye kalkışan iki kişiden birini, sorgusu tamamlandıktan sonra yanına çağırdı.

Odada kimse yoktu. Atatürk adama sordu:
- Sen Mustafa Kemal’i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet.
- Mustafa Kemal ne yapmış ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış... Memlekete çok kötülük yapmış... Sonra onu öldürmek için bize para da vereceklerdi.
- Sen Mustafa Kemal’i tanıyor musun?
- Hayır.
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldüreceksin?
- Geçerken işaret edecekler, "Mustafa Kemal işte budur" diyeceklerdi...

Atatürk birden cebinden tabancasını çıkartarak adama uzattı:
- Mustafa Kemal benim!" Haydi, al tabancayı ve öldür beni!..

Adam bu yanıtı alınca bir süre şaşkın şaşkın Ata’nın yüzüne baktıktan sonra kendini dizüstü yere atarak bağıra bağıra ağlamaya başladı...

28Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:28 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

KURMAK İSTEDİĞİNİZ SİSTEM NEDİR?


Tam İlk Anayasa'nın görüşüldüğü sıradaydı. Tutucu milletvekillerinden bir hukukçu Mustafa Kemal'i zor durumda bırakmak için, kendisine bir soru yöneltti: "Kurmak istediğiniz sistem nedir? Bunu bir tek hukuk kitabında bile bulamazsınız." Mustafa Kemal, milletvekilinin bağırarak konuşmasına karşı soğukkanlılıkla cevap verdi: "Her şey önce uygulanıp denenmelidir, ancak ondan sonra ilke ve kurallara dönüşür." Bu karşılıktan sonra bir süre susan Mustafa Kemal, birdenbire sertleştirdiği bakışlarını, soruyu yönelten milletvekiline dikti ve sert bir sesle ekledi: "Ben onu kurayım, ondan sonra siz kitaba yazarsınız."
Paraşkev Paruşev

29Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:29 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

AMERİKALI KADIN GAZETECİ


Bir Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e: "İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?" diye sormuş ve şu cevabı almıştı: "Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür.

Niyazi Ahmet Banoğlu

30Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:29 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

İNGİLİZ KRALI EDWARD


Atatürk gündüz kıyamet kopsa alkollü içki almazdı. Yalnız sıcak günlerde bir iki bardak birayla yetinirdi. İngiliz Kralı Edward'ın İstanbul'u ziyaretinde Kral, kendi eliyle Atatürk'e bir kadeh viski sunmuştu. Atatürk, bu ikramı nazikâne reddetti: "Teşekkür ederim gündüzleri kullanmam." İngiliz Kralı kendi kadehini de elinden bıraktı ve cevap verdi: "Ben de sevmem."

Niyazi Ahmet Banoğlu

31Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:30 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

YERLİ MALI HAFTASI

Yalova'da uzun süre kaldık. Akşamları Atatürk'ün sofrası yine konuklarla dolup taşıyor, birçok yurt sorunları bu sofrada görüşülüyordu. Bir akşam yerli malı kullanılması üstüne bir konuşma oldu. Herkes düşüncesini söylüyor, yurtta yerli endüstrinin gelişmesi için büyük bir kampanya açılması, herkesin yerli malı yemesi, yerli malı giyinmesi isteniyordu. Yerli Malı Haftası'nın açıklanışı da bu günlere rastlar. Atatürk, herkesin öne sürdüğü düşünceleri, her zamanki dikkatiyle dinledikten sonra: "Bundan sonra önder olarak benim de yerli malı kullanmam gerek. Gardroptaki elbiselerimi getirin.Köşkün önünde yakın" buyruğunu verdi. Herkeste bir sessizlik... O şen, gürültülü sofra sanki bir anda mezar sessizliğine bürünmüştü. Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu. Sessizliği ilk önce, konuklar arasında bulunan Ulus Gazetesi Başyazarı Falih Rıfkı Atay bozmaya cesaret edebildi: "Paşacığım, elbiseleri yakmayın, birer tanesini bizlere verin. Biz de hatıra olarak saklayalım" deyince, Atatürk hafifçe gülümsedi: "Peki" dedi. Orada hazır bulunan herkese birer kat elbise verildi. Bir gün sonra Beyoğlu'nun tanınmış terzilerinden Arman, Yalova'ya getirildi. Atatürk, Köşk'tekilerin gözleri önünde yerli kumaştan elbiselerini kestirdi ve diktirdi. O olaydan sonra Atatürk, elbiselerini hep yerli kumaştan seçip Arman'a diktirmiştir. Bir daha İsviçre'den kumaş gelmedi.

Cemal Granda

32Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:30 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ORADAN BÖYLE GEÇİLİR!

İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler, bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı; halbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurlun bile geçmesine imkan görülemiyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askerleri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerlerin arasına karıştı ve sordu: "Niçin geçmiyorsunuz?" İçlerinden biri cevap verdi: "Düşman ölüm saçıyor, geçilemez!" Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: "Oradan böyle geçilir!" dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.

Niyazi Ahmet Banoğlu

33Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:31 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Paşa, Diyarbakırda komutandı. Ben de buyruk subayıydım. Babam...
Paşa, Diyarbakır’da komutandı. Ben de buyruk subayıydım. Babam, Paşa’nın içtiğini duymuştu. İzinden dönerken bana “Bir damla bile içersen hakkımı helal etmem.” dedi. Döndüm. Karargaha vardığım akşam Mustafa Kemal Paşa yakın subaylarıyla sofrada oturmuş içiyordu. Bana da bir kadeh koydular. Ben içer gibi yapıp zaman geçiriyordum. Başyaveri olan Cevat Abbas, usulca Paşa’ya eğildi. “Paşam, Nesip içmiyor, atlatıyor.” dedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa bana dönerek kadehini kaldırdı. “Nesip şerefine!” dedi. Ben kıpkırmızı olmuştum. Paşa sordu:

- Ne o bir mazeretin mi var?

- “Paşam!” dedim. Sizin için canımı veririm. Yalnız buraya gelmeden babam bana içki içmemem için yemin ettirdi de duraksamam odur.

Mustafa Kemal Paşa bunu duyunca “Bırak kadehi öyleyse.” dedi. “Babanın buyruğu, benim buyruğumdan üstündür. Seni takdir ettim. Babasına yararı olmayanın kimseye yararı olmaz.”



(Mehmet Nesip Himalay)

34Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:31 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ATATÜRK BİZDEN BİRİDİR

Cumhuriyetin on ikinci yıl dönümü için bir sıra uranlar (pankartlar) hazırlanmıştı. Bunlar içinde şöyleleri de vardı :

"Atatürk bizim en büyüğümüzdür."

"Atatürk bu ulusun en yücesidir."

"Türk ulusu yüzyıllardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı."

Yazılanları özenle gözden geçirdi. Bunlarla bunlara benzeyenleri çizip tümünün yerine şunu yazdı : "Atatürk bizden birisidir."

(Niyazi Ahmet Banoğlu)

35Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:32 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

YUNAN ASKER
Dumlupınar Savaşı kazanılmıştır. Düşman askerleri ricat halindedir. Afyon Karahisar hatlarının çözülmesi esnasında birkaç Yunan esiri geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi Muzaffer Kumandan'ın doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüzü kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında hiçbir işaret olmadığından, Mustafa Kemal'e sordu: "Binbaşı mısınız?" "Hayır." Yarbay mı?" "Hayır." " Albay mı?" "Hayır." "Tümgeneral mi?" "Hayır." "Peki nesiniz o halde?" "Ben, Mareşal ve Türk Orduları Başkumandanı'yım!..." Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunan kekeler: "Ben, Başkumandan'ın muharebe hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını işitmiş değilim de..."

Niyazi Ahmet Banoğlu

36Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:32 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ATATÜRK'E HAKARETTEN SANIK KÖYLÜ
Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk'e arz ettiler. "Mahkemeye veriyoruz" dediler. "Size küfür etmiş." Atatürk sordu: "Ben ne yapmışım ki ona?" Evrakı tetkik edenler açıkladılar: "Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan." Atatürk bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş: "Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?" "Hayır." "Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!"

Hilmi Yücebaş

37Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:33 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk’ ün Sofra Arkadaşları

Atatürk'ün, özellikle akşam sofrası, çok konuşulmuş ve hala da konuşulan bir konudur. Halbuki, bu sofrada, yapılacak bütün işler ele alınır ve enine boyuna ciddi olarak konuşulurdu. Ayrıca, hangi konu ele alınacaksa, o konuyu iyi bilen üniversiteden veya dışarıdan şahıslar da yemeğe çağırılır ve o konu iyice tartışılıp karara bağlanırdı. Toplantıyı Atatürk idare eder ve konuşmaları da kesinlikle şahsiyete dökmezdi. Eğer o konuyla ilgili kişi yoksa, hemen getirtilir veya konu başka bir güne bırakılarak o kimse de toplantıya çağırılırdı. Toplantılarda, daima bir kara tahta ve tebeşir bulundurulur, bazen de dünya ve Türkiye haritaları astırılırdı. Genellikle bazı kimseler, Atatürk’ün sofrasında hemen daima bulunurlardı. Atatürk, bu kişilere ya not aldırır, ya makale yazdırır veya elçi gibi kullanarak gidip araştırma ve tetkik etme görevi verirdi. Sofrada bulunan kimselere, her zamanki kişiler; bilinen, belirli kişiler anlamında Zevat-ı Mutade denirdi. Bu kimseler ya hükümet üyesidirler veya zamanın en ileri gelen fikir ve kalem üstatlarıdır. Bu sofra başı sohbetleri bazen sabaha kadar sürerdi. Herhangi bir konu görüşülürken o konuyu iyi bilene Atatürk sualler yöneltir ve onu konuşmaya zorlardı. Bilmediği konuları can kulağı ile dinler ve öğrenmek isterdi. Sofrada genellikle mevsim sebzeleri dışında, pilav ve kuru fasulye mutlaka bulunurdu. Lüks sayılan yemekler genellikle sofrada bulunmazdı. Kendileri meze olarak peynir, leblebi ve kavunu tercih ederdi. Hala da konuşulanların tam aksine, böyle gecelerde, en az eğlenceye yer verilirdi. Sırf misafir ve dostlar için çağırılan ses ve saz toplulukları, pek çok defalar hiç sazlarını bile açmadan evlerine geri dönmüşlerdir.

Muzaffer Kılıç ve Halil Nuri Yurdakul' dan

38Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:33 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ANKARA'YI NEDEN BAŞKENT YAPTIM

Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü’nün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralar eski Köşk’ün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akşam Ankara’nın üzerine çökmüştü. Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize:

- Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu.

Tabii herkes müspet cevap verdi. Arkasından:

- Neden? suali gelince, kimi staratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz "kayalık güzeldir" gibi bir estetik nazariye de ortaya attı. Atatürk :

- "Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı. Ankara’nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacak."

Em.Tümg. Muzaffer Erendil, Anekdotlarla Atatürk

39Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:34 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Onlar misafirdirler..."

Pera Palas ışıl ışıl.
Pera Palas İstanbul’un en ünlü ve lüks oteli.
İkinci lüsk otel Tokatlıyan.
İstanbul’a gelen Avrupalı zenginler, Pera veya Tokatlıyan’ı tercih ederler.
Bugün İstanbul’u işgal eden sömürgeci subaylar için Pera Palas’ta odalar ayrılmış. Seksen sömürgeci subay ve generalin eşyaları yerleştirilmiş; fakat kendileri otele gece yarısından sonra girmişler.
Onları otelde Levanten kadınlar, cilveli Rum kızlar, Ermeni dilberler karşılamış.
Viski ve şampanya su gibi akıyor.
Ortalarda dolaşan güzeller, sömürgeci subaylara baygın bakışlar gönderiyorlar.
Bugün, sömürgeciler dört yıldır savaştıkları Osmanlının başkentini işgal etmişler. Orduları, İstanbul sokaklarında zafer yürüyüşleri yapmış.
Bugün, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikan ve Yunan askerlerinin ayak sesleri, Sultanahmet’in, Süleymaniye’nin, hatta İstanbul’un yedi tepesinden yükselen ezan seslerini bastırmış.
Bugün Türk’e karşı kazandıkları tarihi zaferin tadını çıkarıyorlar.
…..

İngiliz Orduları Kumandanı General Harrington da yanında beş general ile Pera Palas’a girer.
Pardösülerini emre hazır bekleyen yaverlerine fırlattıktan sonra bara geçerler.
Yeni gelenlerin patırtıları bile, Pera’nın diğer salonlarından gelen şuh kahkahaları bastıramaz.
General Harrington’un masası, beş dakika içinde viski, şampanya ve her türlü mezelerle donatılır.
Ve bütün şampanya kadehleri havada tokuşur; “Konstantinepolis’in şerefine!”
Konstantinepolis; İstanbul!
Türk’ün göz bebeği İstanbul.
Sömürgeciye göre Bizans, İstanbul’da yok edilmiştir.
Türk de kendi göz bebeğinde yok edilecektir.
Bunu saklamaya hiç gerek duymuyorlardı ve işe İstanbul’dan başlamışlardı.
General Harrington’un masasında kadehler arka arkaya; “Konstantinepolis’e” diye tokuştu.
Pera’nın bütün salonlarında kadehler tokuşuyor. Kadehlerin “çın çınları” şuh kahkahaların kaba gülüşmelerin arasında eriyor.
General Harrington kadehini bir daha kaldırmıştır. Masadaki generallerin kadehleri de tokuşmak üzere havalanırlar; fakat bütün gürültüler birdenbire bıçak gibi kesilir.
Gözleri sessizliğin kaynağına dönmüş olan General Harrington ve arkadaşlarının elleri havada kalmıştır.
Sadece onların değil, bardaki bütün gözler kapıya yönelmiştir.
Bedenini saran paşa üniforması, omuzlarındaki apoletleri, göğsündeki madalyaları ve her adımda gıcırdayan parlak çizmeleriyle bara bir Türk subayı girmiştir.
Bütün gözler, bütün bakışlar donmuştur. Ortalıktaki sessizliği birkaç kadının iç çekişleri yırtar.
Bir Fransız kadının kendisini tutamaz. Sarışın Türk subayı yanından geçerken; “Ne güzel adam.” diyerek yanındakine gösterir.
Türk subayının göğsüne bastırdığı astragan kalpağı sol elinde. Koyu sarı saçları arkaya taranmış. Mavi gözler üzerindeki kalın kaşlar çatılmış, bakışlar buz gibi.
Otel Müdürü Mösyö Martin, Türk subayının önünden saygıyla yürürken iki garson arkasından seğirtir.
Sarı saçlı subay, bütün gözlerin üzerinde olduğunun farkında; fakat o hoş bir vurdumduymazlık içinde.
Sarışın subayın masasına yerleşmesini bekleyen Mösyö Martin saygıyla geri çekilir.
İki garson, sarışın subayın siparişlerini alarak uzaklaşırlar.
Diğer salondaki uğultu tekrar başlayınca bardakiler de kendilerine gelirler. Buna rağmen bütün masalardan kaçamak bakışlar sarışın paşaya gidip gelir ve sonra fısıldaşmalar.
General Harrington’un masasındaki kahkahaların yerini merak almıştır.
Kimdir bu adam?
Bütün Pera’daki uğultuları kestiren, güzel kadınlara iç çektiren bu Türk subayı kimdir?
Kaldı ki böyle bir günde, Osmanlı yerle bir edilmişken, kendileri zafere kadeh kaldırırken, meydan okurcasına Pera’ya giren bu Türk subayının burada ne işi vardır ve bu ne cesarettir?
Özellikle kendilerini bile sıradan bir sırıtmayla geçiştiren otel müdürünün bu Türk subayına iltifatı nereden gelmektedir?
General Harrington merakına mağlup olur ve bir tepsi içerisinde Türk paşasının siparişlerini götüren garsona işaret eder.
Generaller, garsonun elindeki tepsideki küçük rakı şişesiyle küçük bir tabaktaki beyaz leblebiye baka kalırlar.
General Harrington, eğilen garsonun kulağına Türk subayını göstererek kim olduğunu sorar.
Garsonun cevabı hepsini dondurur.
Biraz önce muhteşem girişiyle salonları susturan Türk subayı; İngilizlerle, Fransızlara Anafartalar’ı dar eden, Conkbayırı’nı cehenneme çeviren, Çanakkale’de kendilerine dayak atan Binbaşı Mustafa Kemal’dir.
Çanakkale’de3ki Binbaşı Mustafa Kemal, şu an karşı masada oturan Mustafa Kemal Paşadır.
İngiliz generallerin masasında artık kahkaha yoktur.
İstisnasız hepsi namını bildikleri Binbaşı Mustafa Kemal’in hayranıdırlar.
Kendisini çabuk toparlayan General Harrington garsonu tekrar çağırır:
- Hemen gidiniz, General Mustafa Kemal’i masamıza davet ediniz.
General Harrington’un davetinden masadakilerin hepsi memnun olmuştur.
Emri alan garson, Kemal’in masasına doğru giderken generalle birlikte tüm bardakilerin gözü onun üzerinde toplanır.
Kemal içkisinin ilk yudumundan önce bir Bafra maden sigarası tellendirmiş, ağzına birkaç beyaz leblebi atmıştır.
Çağırmadığı halde kendisine doğru gelen garsonu görünce meraklanır:
- Bir şey mi var çocuk?
Garson saygıyla eğilir:
- Zat-ı alinize bir daveti iletmekle vazifelendirildim paşa hazretleri.
Kemal; “Hımm.” diye gülümsedikten sonra sorar:
- Nasıl bir davetmiş bu?
Garson, barın köşesindeki masayı gösterir:
- General Harrington ve arkadaşları sizi masalarına davet ediyorlar efendim.
Kemal başını çevirir ve garsonun gösterdiği yöne bakar. General Harrington ve arkadaşları gözlerini dört açmış gülümseyerek kendisine bakmaktadırlar.
İngiliz ve Fransız generaller, onunla göz göze gelince tipik bir sırıtmayla baş eğerek selam verirler.
Kemal de bir baş eğmesiyle selamı iade ettikten sonra garsona döner:
- Harrington cenaplarına saygılarımı iletiniz; lakin onların benim masama gelmeleri gereklidir. Lütfen kendilerini masama davet ettiğimi söyleyiniz. Burada ev sahibi olan biziz, kendileri misafirimizdirler.
Bu cevaba garson şaşırır; fakat asıl şaşkınlığı Kemal’in cevabını duyan General Harrington ve arkadaşları gösterir.
Şaşkınlık da değil, resmen bozulurlar.
Bozulmalarının asıl sebebi reddedilmek değil, misafir addedilmektir.
Misafir!
Yani geçici.
Yani gidici!
Üstelik davet edilerek gelen.
Kaldı ki onlar davet de edilmediler, yüzsüzce geldiler.
İngiliz ve Fransız generaller, Kemal ile tanışmak için can attıkları halde yapılan hakareti hazmedemezler.
Kadehlerini bir dikişte yuvarlarlar.
Ne kadeh tokuşturmak ve ne de; “Konstantinepolis’in şerefine!”
Sadece içlerindeki kin daha da büyür.

Mavikuş Yayıncılık tarafından basılan Nurten ARSLAN’ın “Küçük Anılarda Büyük sırlar” kitabından alıntı

40Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:35 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

EFELERİN AKŞAMI

Atatürk'ün Ankara’ya ayak basışının yıldönümü halkevinde ilk defa kutlanıyordu. Ankaralıların gönülden kopan kadirşinaslığı ile gündüzden beri heyecan içinde olan Atatürk efelerin oyunundan sonra yanına gelmelerini istedi. Efeleri yakınına konmuş iki sandalyeye oturmağa davet etti.

- Şimdi size soframdakileri tanıtayım. Bu büyük bir alimdir, tarih yazar ve okutur. Bu büyük bir yazıcıdır, olanı ve olacağı dile getirir.

Sofradakilerin hepsi için mahsus iltifat ve mübalağa dolu vasıflar buluyor, keskin, kesin, özlü methiyeler sıralıyordu. Sıra seymenlere geldi onlara döndü ve masadakilere tanıttı:

- Bunlar da, bu dünyanın en kahraman milletinin en yiğit insanlarından. Bana gelince, eğer bundan daha iyi tarihimizi bilmesem, bundan daha iyi dertlerimizi dile getiremeseydim, bundan daha iyi asker, bundan daha iyi hatip ve sizden biraz daha yiğit olmasam başınız olmazdım!

Biran başını önüne eğdi, biran yüzünde koyu bir pembelik dolaştı gülümseyerek seymenin birine hitap etti:

- Bırak şunu bunu; ne Mustafa Kemal, ne reisicumhur... İkimizde Türk, ikimizde efe... Sen beni bilmiyorsun , ben seni... Dağda karşılaştık; benden korkar mısın, korkmaz mısın?

- Sayende düşmandan korkmadık ki, senden korkalım.

Cevap Atatürk'ün hoşuna gitmemişti : düşmandan tabii korkmayacaksın, düşman bir başka, Türk değil ki korkasın gel bakalım, tam efe misin?

Başını dizine doğru çekti, gel bana desteklik et bakalım, dedi. Ve onun boynuna namlusunu dayadı; duvarın bir yerine nişan almağa başladı kurşun boynunun tüylerini yalayarak geçen seymende hiçbir kımıldama yoktu, oradakiler seymenin korkudan bayıldığını sanıyordu, kurşunlar bitmişti.

Seymen doğruldu, yüzünde ne bir pembelik, ne bir sarılık vardı, hiç titremeyen, belki biran gürleyen ve gülen bir sesle;

- Kurşunlar bitti mi, paşam? diye sordu :

Bu yüzdeki huzuru bir anlık bakışla sezen Atatürk seymenin ata kurşunu insana zarar vermez inancı ile öyle dimdik ve sakin kalabildiğini anlamıştı. Birden tabancayı yere attı, gözlerinden iri yaşlar damlıyordu. Hıçkırıklı bir sesle dedi ki:

- Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı. Ben her şey değilim, ben hiçim. Ben hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı. Bu millet kılı kıpırdamadan benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım.

Behçet Kemal Çağlar, Atatürk: Denizden Damlalar

41Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:35 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk'ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor...

Baskumandan, dusmandan kurtartigi Izmir’ de gecirecegi ilk gecesinin tarif edilemez sevincini yasiyordu.
……………………………
İzmir’ deki yeni evinde Mustafa Kemal Pasa ilk gecesini calisarak gecirdi. Kendisi icin zengin bir sofra hazirlandigi halde hicbir yemege dokunmadan ufak tefekle karnini doyurdu ve gec vakitlere kadar calisti.
Ertesi sabah erkenden uyanmistik. Hafif bir kahvaltidan sonra vilayet konagina gittik ve dogruca Vali’ nin odasina girdik. Vali, İngiliz Konsolosu ile konusuyordu…
Biz gelince Vali ayaga kalkti ve Konsolos ile Mustafa Kemal Pasa’ yi tanistirdi.
Konsolos, iyi Turkce biliyordu…
Pasa Vali’ ye sordu:
_Konu nedir?
Vali anlatti:
_Sayin Konsolos, İngiliz tebasindan olan vatandaslar ile Rum, Ermeni, Yahudi gibi azinliklarin guven altinda bulunduklarini belirtir bir “ guvence ” istiyorlar. Ben kendilerine herkesin esit bicimde guven altinda olduklarini bildirdim.
Mustafa Kemal Pasa, Konsolos’ un Türkce bildigini biliyordu, oyle oldugu halde ofkesini belirtmek icin sordu:
_Ee, peki daha ne istiyormus?
Bu soruya Konsolos Turkce cevap verdi.
_Tebamiz hakkinda hukumetinizden yazili teminat istiyorum!
Konsolos garip bir bicimde diklenmisti. .. Pasa’ nin sesi havada kirbac gibi sakladi:
_Yunanlilar zamaninda kendi tebanizi daha emniyette mi goruyordunuz?
Konsolos gerisinde İngiliz devletinin bulundugunu belli eden bir kasilma ile:
_Evet , dedi. Yunanlilar burada iken tebamizi emniyette goruyorduk.
_Oyleyse buyrun tebanizla birlikte Yunanistan’a gidin, efendim!
Konsolos kendisinden umulmayacak bir cesaret gosterdi:
_Yani majestelerimin hukumetine savas mi aciyorsunuz?
Mustafa Kemal iyice ofkelenmisti fakat ofkesini tuttu ve Konsolos’ a:
_Siz kiminle ve ne ne konustugunuzu biliyor musunuz?.. Ben Turkiye Buyuk Millet Meclisi Baskani ve Turk Ordulari Baskomutaniyim. Savas amcaya, baris yapmaya hakkim var.Siz kimsiniz!.. Hukumetiniz adina savas ve baris gorusmeleri yapmaya yetkili misiniz? Boyle bir yetkiniz varsa goruselim… Yoksa (eliyle kapiyi gosterdi) buyurunuz efendim!..
O kasim kasim kasilan Konsolos, Mustafa Kemal Pasa’ nin son cumlesi uzerine sapsari kesildi ve tek bir kelime soylemeden kapidan cikti gitti. Mustafa Kemal Pasa arkasindan bir sure baktiktan sonra Vali’ ye dondu:
_Yuz vermeyin Vali Bey! Bunlar karsilarinda hala Babaili Hukumeti var saniyorlar. Bir zirhlisi onunde pisacak, bir blofu onunde yelkenleri suya indirecek “ devletcik” saniyorlar bizi!.. Kustahligin derecesine bakin, bana “Savas mi aciyorsunuz?” diye soruyor, barut kokan bir odada sorduguna bak!.. Savas halinde degil miyiz sanki!..
.............................
.....kolarinda ve omuzlarindaki isaretlerden amiral rutbesinde oldugu anlasilan İngiliz Donanmasi Komutani, Hukumet Konagi' nin kapisindan girerek Mustafa Kemal Pasa' nin odasina dogruldu.Nazik, fakat ofkeli bir hali vardi. Rusen Esref onune cikip ne istedigini sorunca:
_Baskomutan Mustafa Kemal Pasa ile gorusmek istiyorum!.. dedi.
.....Birlikte odaya girdiler kapi kapandi. Amiral once:
_Cok guc kosullar altinda bir savas kazandiniz, sizi asker olarak ictenlikle kutlarim. Canakkale' deki basarinizi rastlantiya borclu olmadiginiz, kanitlanmis oldu.Buyuk bir askerle tanidigim icin memnunum, demis.
Mustafa Kemal Pasa cok hoslanmis bu sozlerden......
Amiral bir sure sonra konuya girmis:
_Ulkenin kontrolunuz altinda bulunan bolumunde bizim tebamiz ve sizin azinliklarinizdan Ermeniler, Rumlar var.Yeni askeri yonetim altinda bu insanlarin statusu nedir? Guven de midirler?..
_Hic kuskunuz olmasin Amiral!..Turkiye' deki butun insanlar gibi tebaniz ve sozunu ettiginiz azinliklar da TBMM Hukumeti' nin esit korumasi altindadir.Suc islemeyenler, kendilerini bu memlekette benim kadar güvende sayabilirler.
_Suc isleyenler?
_Suc isleyenler Sayin Amiral, dunyanin her yerinde oldugu gibi, ulkemizde de adaletin huzuruna cikarlar...Suclu iseler, cezalarini elbette cekeceklerdir...
_Fakat Pasa Hazretleri,fevkalade gunler gecirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumlarin bazilari, simarikliklar yapmis olabilir. Bugun bu insanlar yerli halkin dusmanligi ile yuzyuzedirler. Ermeniler icin de baska acidan ayni seyleri soyleyebilirim. Biliyorsunuz, arkadaslarinin buyuk bir bolumu goce zorlandi ve onemlice bir bolumu de hayatini kaybettiler. Bu ruh tedirginligi icinde Yunan ordusu ile isbirligi yapmis, bazi Turklere zor gunler gecirtmis olabilirler. Bunlar, fevkalade gunlerin olaylaridir. Bagislanmasi, hos gorulmesi gerekir. Eger bu kimseler, halkin husumetine birakilacak olursa, butun dunya aleyhinize kiyameti koparir!
Son cumleye kadar Amiral' i gulumseyerek dinleyen Mustfa Kemal Pasa, dunyanin koparacagi gurultu ile kendini tehdide girisince, sozunu bicak gibi kesmis:
_Su " Efendi Devlet" rolunu bir kenara koyunuz Amiral! Milletleri de tehdit etmekten vazgeciniz! Ingiltere ve muttefiklerinin kiyameti koparip koparmayacagini dusunmem! Bunlar memleketimin ic isleridir; kimsenin bu islere karismasina musaade etmem! Majestelerinin devleti memleketimizin azinliklari ile ugrasmaktan vazgecsinler! ..Kim bize saygi beslemezse, bizden saygi beklemeye hakki olmaz!..
Amiralin benzi kul gibi olmus:
_Ingiltere Hukumeti' nin tebasini her yerde koruma hakki, devletler hukuku teminati altindadir. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladigimiz Rum ve Ermenilerin guven icinde bulundurulmasini sadece rica ettik. Yoksa biz bu guvenligi saglayacak gucteyiz...
Iste o zaman Mustafa Kemal Pasa' nin tepesi iyice atmis:
_Arkaladiginiz Yunan ordusunun denizde yuzen leslerini herhalde gormus olmalisiniz! Turk ordusu asayisi saglayacak gucte oldugu gibi, limani (o donemde Ingiliz donanmasi Izmir limaninda bulunmaktaydi) bosaltacak guctedir de...İsterseniz, Turk' e ihanet eden tebanizin ve azinliklarinizin adaletten kacan sefillerini geminize doldurabilirsiniz!..Donanmanizin da en kisa zamanda limani terk etmesini istiyorum!
Mustafa Kemal Pasa' nin cumleleri, art arda Osmanli tokatlari gibi Amiralin yuzunde sakladikca, Amiral ne yapacagini sasmis ve en sonunda:
_Ingiltere' ye savas mi aciyorsunuz? demis.
Iste Pasa burada son sozunu soylemis:
_ Savas acmak mi? Siz yoksa Sevr Antlasmasi' nin hala yururlukte oldugunu mu saniyorsunuz? Biz onu coktan yirttik... Karsimda oturusunuzu, sizi konuk saymama borclusunuz! Fakat goruyorum ki, nezaketimizi kotuye kullanmak egiliminiz var... Buna musaade edemem. Bizim gozumuzde "Baris antlasmasi yapmamis" iki devletiz. Savas hukuku yururluktedir. Gemilerinizi derhal karasularimizdan cekmenizi size ihtar ediyorum!
Bir balmumu heykeline donmus Amiral..... sise-gerine girdigi Mustafa Kemal Pasa' nin odasinda oturdugu sandalyede kuculdukce kuculmus ve sonunda kekeleyerek:
_Afedersiniz!.. demis ve yerlere kadar egilerek geri geri kapiya gidip disari cikmis.
.......Rusen Esref hem dusunceli hem de guluyordu:
_Pasa, Amirali anasindan dogduguna pisman etti. "Kendisinin Turk
topraklarinda bir savasci olarak bulundugunu " Pasa' dan ogrendigi zaman sapsari kesildi... Tutuklanacagini, tutsak edilecegini sandi. Ince dudaklarini isiriyor, parmaklarini birbirine kenetlemis titriyordu. Karsisinda Babiali Pasasi bulacagini saniyordu herhalde..."Ingiltere devletini kendi devletine esit goren " bir Pasa ile karsilastigi icin, ihtiyatsizlik edip karaya ciktigina kim bilir nasil lanet etmistir...
Aradan bir saat gecti gecmedi... Ingiliz gemisinden bir mufreze ve bir tegmen cikti. Amiralden - devleti adina- bir ultimatom getiriyordu, Baskomutan' a kendi eliyle verecekti. Pasa' ya bildirdim; "Gelsin" dedi. Tegmeni iceri aldim. Rusen Esref tecumanlik yapiyordu.Ingiliz caki gibi bir tegmendi. Pasa' nin karsisinda gosterisli bir selam verdi ve Rusen Esref araciligiyla ultimatomu Pasa' ya ulastirdi.Pasa:
_Peki tegmen! Hukumetimiz ultimatomunuzu inceler ve hukumetinize gereken karsiligi verir.Siz geminize donebilirsiniz...
............ Tegmen once disari cikacakmis gibi bir hareket yapti, sonra da Rusen Esref'e donup:
_Baskomutan ellerini opmeme müsaade buyururlar mi?
Rusen Esref, tegmenin dilegini Pasa' ya soyledi,Pasa:
_Nereden icap etmis sor bakalim!.. dedi.
Tegmen:
_Asker olarak zaferlerine, insan olarak kendisine hayranim...Lutfetsinler...
Tegmen Pasa' nin elini optu, Pasa da tegmenin yanagini oksadi. Odayi bosalttik.
Az sonra Rusen Esref' i cagirdi:
_Metni okudunuz mu? Ne istiyorlar?..
_Pasam Amiral ile gorustuklerinizin yazi ile de pekistirilmesi isteniyor.
_Oyleyse Halide Hanim' i (Edip Adivar) bulunuz, hemen tercumesini yapsin ve metin olarak bana getirsin... Ote yandan bir kopyasini sifre ile Disisleri Baknligina gonderin gerekeni yapsinlar... Durumu, ordu komutani Nurettin Pasa' ya da bildiriniz. Gerekiyorsa benimle temas etsin........
Olay kisa bir sure icinde sehirde duyulmustu......
Ingiliz ve Fransizlar, kendi devletlerinin uyrugunda olanlari gemilere bindirmeye baslamislardi. Nitekim birkac saat sonra da sessizce cekilip gittiler...

42Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:36 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Hatay sorununda Fransızların zorluk çıkardığı günlerdeydi. Atatürk, sofrasına çağırdığı Fransız Fevkalade Komiserine içini döküyordu.

- Hatay işi, benim kişisel davamdır. Beni üzüyorsunuz. Korkarım ki, beni meseleyi başka türlü halletmek zorunda bırakacaksınız.

Atatürk bu sözleri Türkçe olarak yüksek sesle söylüyor ve herkes dinliyordu. Hazır bulunanlardan Kazım Paşa da onun sözlerini Fransızca’ya çeviriyordu. Atatürk’ün “Beni Üzüyorsunuz” sözü salona yansır yansımaz arka sıralarda bulunan bir genç ayağa kalkarak:

- Atatürk! Üzülme arkanda biz varız, diye bağırdı.

Atatürk birden başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Kaşları kalkmış, ürkünç bir çehre almıştı. Salon birden derin bir sessizliğe gömüldü. Herkes Atatürk’ün gence sinirlendiğini sanıyordu. Oysa tam bu sırada gözlerini gence diken Atatürk, onun bu sözüne karşılık olarak:

- Biliyorum çocuğum, onu bildiğim için böyle konuşuyorum, diye karşılık verdi.


Ali Kılıç

Hadi BESLEYİCİ, Atamız Atatürk, s.91-92

43Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:36 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk, kendisinin insanüstü bir varlık olduğunu söylemelerini ...

Atatürk, kendisinin insanüstü bir varlık olduğunu söylemelerini hiç hoş karşılamazdı. Çocukluk arkadaşı Nuri Conker’in sert şakalarını büyük bir neşe ile dinler ve hepimizin önünde tekrarlatırdı.

Bir gün sofradakilerden biri:

- Paşam, demişti, kimbilir çocukluğunuzda ne müstesna bir insandınız. Kimbilir ne eşsiz anılarınız vardır.

Atatürk güldü ve Conker’e döndü:

- Nuri anlatsın, dedi.

Nuri Bey her zamanki şakacı diliyle:

- Bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi, yanıtını verdi. Deminki soruyu soran kişi, sözün bu yola dökülmesinden fena halde ürktü. Soruyu ortaya attığına bin kez pişman oldu.

- Aman efendimiz, diyecek oldu, Atatürk hemen sözünü kesti:

- Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdedir.”

Hadi BESLEYİCİ, “Atatürk’ü Anlamak”, s.117-118

44Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:37 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

İmzasını okuyamadığım bir avukat şöyle yazıyor...

İmzasını okuyamadığım bir avukat şöyle yazıyor: Atatürk’ten söz ederken “Düşmansız adam” demiştiniz. Kendisinin ağzından duyduklarımı bu münasebetle tekrarlayayım:

1936 yılında, Ankara’da Ankara Palas Oteli’nin alt salonunda Çocuk Esirgeme Kurumu’nun balosundayız. Baloyu onurlandıran Atatürk, herkesin dans etmesini, eğlenmesini istiyor. Birden dans, neşe gürültüsü arasında, Atatürk’ün masasından onun sesi yükseldi. Müzik de birden durmuştu.

Aynen ezberimden söylüyorum, ağzından şu sözler dökülüyordu:

- Uygarlık demek, bağışlama ve hoşgörü demektir. İlkel toplumlardır ki kan davası güderler. Bağışlamaya, hoşgörüye dayanmayan uygarlık, zorbalığa dayanan uygarlıktır ki, çöker... O, uygarlık değildir.

Sesi yavaşladı, yine yükseldi:

- İlkemiz iyi, güzel ve doğrudur... İyi ve güzelsiz, doğru olmaz... Daima, her zaman, her yerde, iyi, güzel ve doğrunun birlikte olmasıdır. Her zaman ve her yerde bağışlama...

- Bağışlama ve hoşgörü... Ancak ve ancak ulusal davalarda, ulusal kalkınmada, sonuçları topluma etkili olan işlerimizde hoşgörünün yeri yoktur. Kişisel kinleri, kişisel düşmanlıkları körükleyen ve güdenler ancak ve ancak ilkel toplumlardır...

K. ARIBURNU, Atatürk , Anekdotlar, Anılar s.53

45Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:37 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk sağ iken, büyük İslam kongrelerinden birine biz de çağrılmıştık...

Atatürk sağ iken, büyük İslam kongrelerinden birine biz de çağrılmıştık. Kongre Mekke’de toplanacaktı. Atatürk’ün bir delege göndermeye razı olup olmayacağını merak ediyorduk.

Hiç tereddütsüz karar verdi. Türklüğünden kibir denecek kadar gurur duyan büyük adam, milleti ile aynı dinden olanları da gerilik ve kölelikten kurtulmuş görmek için elinden geleni yapmak istemiştir. Müslümanlık yeniden şereflendikçe nasıl Türklerin bundan manevi bir hissesi olacaksa, on milyonlarca Müslüman ya geri, ya köle kaldıkça bundan Türklere de bir utanç payı düşmemek ihtimali var mıydı?

Biliyordu ki Mekke’ye şapka ile gidilemez. Fakat daha iyi biliyordu ki başlık ve kıyafet değiştirmekle din değiştirileceğini zanneden bir toplum ne gerilik, ne de kölelikten sıyrılabilir. Milletvekillerinden Edip Servet Tör’ü çağırdı:

- Mekke’ye gidip beni temsil edeceksin, dedi. Türksün ve Müslümansın. Türklük, Müslümanlığın öncüsü ve kılavuzudur. Müslüman milletleri uygarlaşmaktan alıkoyan batıl inançları yıkmak için Mekke’ye şapka ile gireceksin. Kara taassup seni parçalamağa bile kalksa, başını vereceksin, fakat eğilmeyeceksin.

Edip Servet Tör, Mekke’ye şapka ile girdi. Müslüman delegelerin en fazla itibarlısı o idi. Kongrenin sonuna kadar, Mustafa Kemal mucizesine hayranlık duyan heyetler arasında, Kemalist Türkiye’yi efendice temsil etti.

B.K. ÇAĞLAR, Atatürk Denizinden Damlalar, s.245 Kongre Mekke’de toplanacaktı. Atatürk’ün bir delege göndermeye razı olup olmayacağını merak ediyorduk.

Hiç tereddütsüz karar verdi. Türklüğünden kibir denecek kadar gurur duyan büyük adam, milleti ile aynı dinden olanları da gerilik ve kölelikten kurtulmuş görmek için elinden geleni yapmak istemiştir. Müslümanlık yeniden şereflendikçe nasıl Türklerin bundan manevi bir hissesi olacaksa, on milyonlarca Müslüman ya geri, ya köle kaldıkça bundan Türklere de bir utanç payı düşmemek ihtimali var mıydı?

Biliyordu ki Mekke’ye şapka ile gidilemez. Fakat daha iyi biliyordu ki başlık ve kıyafet değiştirmekle din değiştirileceğini zanneden bir toplum ne gerilik, ne de kölelikten sıyrılabilir. Milletvekillerinden Edip Servet Tör’ü çağırdı:

- Mekke’ye gidip beni temsil edeceksin, dedi. Türksün ve Müslümansın. Türklük, Müslümanlığın öncüsü ve kılavuzudur. Müslüman milletleri uygarlaşmaktan alıkoyan batıl inançları yıkmak için Mekke’ye şapka ile gireceksin. Kara taassup seni parçalamağa bile kalksa, başını vereceksin, fakat eğilmeyeceksin.

Edip Servet Tör, Mekke’ye şapka ile girdi. Müslüman delegelerin en fazla itibarlısı o idi. Kongrenin sonuna kadar, Mustafa Kemal mucizesine hayranlık duyan heyetler arasında, Kemalist Türkiye’yi efendice temsil etti.

B.K. ÇAĞLAR, Atatürk Denizinden Damlalar, s.245

46Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:38 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

20.03.1923: Konya Türk Ocağında verilen çayda...

20.03.1923: Konya Türk Ocağı’nda verilen çayda:

Atatürk’ün söylevleri sırasında Türk Ocağı üyelerinden operatör Eyüp Sabri’nin:

- Devrimlerimize karşı çıkan ve kendini din yolunu gösterme ile yükümlü sayan bir sınıf var, bu sınıfa karşı ne gibi önlemle alınmıştır?

Sorusu üzerine Mustafa Kemal ayağa kalkarak sözüne tekrar başlamış ve sonunu şöyle bitirmiştir:

- Benim ve benimle aynı görüşte arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka ve mutlaka o adamı tepelemektir.

Sizlere bunun da ötesinde bir söz söyleyeyim. Mesela bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adımlar atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.

(Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinden)

47Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:38 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk, dünya milletlerini bir bütün olarak görürdü...

Atatürk, dünya milletlerini bir bütün olarak görürdü. 17 Mart 1937’de Ankara Palas’ta Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu ile görüşürken bunu şöyle belirtmiştir:

“Şimdiye kadar noktalar ayrı ayrı milletlere aittir. Fakat bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşgullerdir. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar değer veriyorsa bütün dünya milletlerinin saadeti için de elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu alanda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında barış olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan yoksundur. Onun için ben sevdiklerime şunu öneririm.

Milletleri yöneten kişiler, doğal olarak öncelikle kendi milletinin varlığını ve mutluluğunu sağlamaya çalışırlar. Fakat aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lazımdır.

Bütün dünya olayları bunun örnekleriyle doludur: En uzakta zannettiğimiz bir olayın bizi bir gün etkilemeyeceğini bilemeyiz.

Bütün insanlar, bir sosyal vücudun organlarıdır ve bu nedenle birbirine bağlıdır. Mümkündür ki , vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer organlar etkilenmesin.

Em. Tümg. M. ERENGİL, İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk, S.84

48Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:39 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

4 Şubat 1919 tarihinde Alemdar gazetesinin yazarlarından Refii Cevat ...

4 Şubat 1919 tarihinde Alemdar gazetesinin yazarlarından Refii Cevat (ULUNAY) M. Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde bir görüşme yapar. Refii Cevat bu görüşmeyi şöyle aktarır. :

“Sorularımı bitirip veda etmek üzere ayağa kalktığımda dedi ki:

- Biraz daha oturunuz lütfen.

Oturdum. Şöyle bir konuşma geçti aramızda

- Soracağınız sorular bitti mi?

- Bitti Paşam.

- Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşturulur? Diye bir soru sormanızı beklerdim.

- Af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru sormadım.

- Siz gene de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim, fakat yazmamak şartıyla.

- Zatıalinizi dinliyorum Paşa hazretleri.

- Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkansız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır. Bu gün herhangi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer de milleti silahlı bir direnişe hazırlarsa bu yurt kurtarılabilir.

“Heyecanlanmıştım. I. Dünya Savaşı süresince gücümüzü öylesine tüketmiştik ki elimizde hiçbir şey kalmamıştı. Harplerden sağ kalanların ise ayakta duracak halleri yoktu.

- Nasıl olur Paşam! Diye yerimden fırladım. Paşa sakindi :

- Aklınızdan geçenleri tahmin ediyorum, dedi; doğrudur. Görünüş tamamen aleyhimizde. Ama düşmanlarımız olan bu büyük devletlerin bir de içyüzleri var.

-Nasıl Paşam.

-Anlatayım. Siz sanıyor musunuz ki, savaşı kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir. Aralarındaki asıl rekabet şimdi başlayacaktır. Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla İngilizleri ortak düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır. İtalya’nın da başı dertte. onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler. Sonuçta, Anadolu’da başlayacak bir milli direnişle hiçbiri mücadele edecek durumda değildir. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır.

- Paşam, milli direniş, Güzel. Ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Maalesef Paşam, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız.

-Öyle görünür Refii Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur.

Mustafa Kemal’e veda ettim; matbaaya geldim. Ne kafam almıştı ne mantığım. Daha doğrusu anlattıkları bana deli saçması gibi gelmişti. Matbaada arkadaşlar anlat diyorlardı; neler söyledi? Anlattım: Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, vatan bağımsızlığına kavuşur, millet de özgürlüğüne kavuşurmuş, anladınız mı arkadaşlar: Bu deli değil, zır deliymiş.

Sadi BORAK “ATATÜRK’ün İstanbul’daki Hayatı

49Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:41 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Yeşilaycı bir profesör bir konferans veriyor...
Yeşilaycı bir profesör bir konferans veriyor. Bir ara dinleyicilere sormuş:
-Bir eşeğin önüne iki kova koysanız. Biri su dolu, biri rakı. Hangisini içer?
Cevabı kendi veriyor:
-Tabii suyu.
Gene bitirmiyor soruyor:
-Neden?
Arkadan bir bekri söz alıyor,yüksek sesle cevaplıyor:
-Eşekliğinden.
Atatürk bu cevaba bayılıyor. Gülüyor, gülüyor.
Bir akşam Orman çiftliğinde yanında erkanı, açık havada oturuyorlar.Rakılarını yudumluyorlar. Biraz ilerde 15-16 yaşlarında bir çiftçi çocuk çalışıyor. Atatürk el edip, çağırıyor. Soruyor:
-Söyle çocuk! Bir eşeğin önüne iki kova koysan, biri rakı dolu, biri su. Hangisini içer?
Anadolu tosunu yutkunuyor. Bakıyor. Gazi Paşa Hazretlerinin ve yanındaki muhterem zevatın önünde rakı kadehleri. Devletin en büyükleri...Esas vaziyetine geçiyor:
-Rakıyı kumandanım!
Atatürk kahkahayı basıyor. Herkes şaşkın. Ata onlara dönüyor. Muzip:
-Aman beyler! Neden diye sormayın!
Falih Rıfkı ATAY
NOT: Anekdottaki yeşilaycı profesörün Mazhar Osman, bekrinin Neyzen Tevfik olduğu belirtilmektedir.

50Atatürk'ün Hatıraları - Sayfa 2 Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:42 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

KUMANDANIN ATI KAÇMAZ, KOVALAR!



Mahmut Bey kardeşim anlatıyor:

Atatürk at yarışlarını pek severdi.

O haftaki koşulara yanlarında İnönü de olmak üzere maiyeti ile birlikte gitmişti. Ata'nın koşulara şeref vermesi halk tarafından içten gelen sevgi ile karşılanırdı. Atatürk neşeli olduğu zamanlar güvendiği hayvanlardan biri için bilet aldırır, kazanırsa isabetinden dolayı gurur ve sevinç duyardı. O hafta da seçeceği hayvanı merakla bekliyorduk. Biraz sonra Ata'nın yanına zamanın kumandanlarından bir albay geldi. Sert bir selâmdan sonra:

- Atam; bugün bendenizin yetiştirdiği atlardan biri koşacak, neticeden ümitvarım, arzu buyurursanız bu hayvan için bir bilet alın, kulunuza büyük bir şeref bahşedersiniz! dedi.

Atatürk, albayı yukarıdan aşağıya süzdü. İnönü'ye:

- Paşam, dedi. Bu at için siz de birkaç bilet alın. Buna İnönü:

- Efendim, bu hafta siz oynayıp kazanın, ben de haftaya oynar, kazanırım şeklinde bir cevap verdi.

Ata, yaverine döndü:

- Bana bu at için 100 liralık bilet alın.

Albay teşekkür etti selâm verdi ve kenara çekildi.

Biz de heyecan ile o koşuyu beklemeye başladık. Birkaç dakika içinde 13 numaralı hayvana 100 liralık bilet alındığının, sıra ile başların bize dönmesinden bütün sahaya yayıldığını anladık. Fakat netice ne oldu bilir misiniz ? Bizim at 13 numara sırasını bozmak istemiyormuş gibi en geride, 13'üncü geliyor. Çok geçmeden Ata, albayı buldu. Yüzü gerilmiş bir vaziyette:

- Albay bu ne? Ne halt ettin?

O, kıpkırmızı kulaklarından kan fışkıracak sanki önüne bakıyor. Gözlerinden hiçbir şey kaçırmayan Atatürk beni farketti ve:

- Baytar yine ne var?

Diye sordu. Fırsatı yakalamıştım. Hemen:

- Paşam siz albaya kızarak onu sakın hırpalamayınız. Bilâkis onu mükâfatlandırın, tebrik edin! Çünkü ''kumandan atı kaçmaz, kovalar''. İşte onun hayvanı da diğerlerini önüne katarak yarışı bitirdi!

Cevabını verdim.

Biraz evvelki yakan gözler, sertleşen yüz adaleleri yerini eski hatıraların tatlı gülüşüne bıraktı. Albayı bu suretle dehşetli bir azar yemekten kurtarmış oldum.


Selim Cavit Yazman

Sayfa başına dön  Mesaj [2 sayfadaki 4 sayfası]

Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz