.:Cumhuriyet Lisesi:.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.:Cumhuriyet Lisesi:.

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Atatürk'ün Hatıraları

Sayfaya git : 1, 2, 3, 4  Sonraki

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 4 sayfası]

1Atatürk'ün Hatıraları Empty Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:15 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLARI

Mutsuz bir evlilik... Bu da yetmezmiş gibi çocuk sahibi olamamak... Oysa O, çocukları o kadar çok seviyordu ki!...

-Bir çocuğum olsa idi, büyük sevinç duyacaktım. Milletime, benden sonra benim soyumdan, bana benzer bir çocuk bırakmayı çok isterdim. Profesör, bunun çıkar yolu yok mudur?

Prof. Dr. Neşet Ömer'in (İrdelp) Atatürk'ün bu sorusuna verecek bir yanıtı yoktu. (1)

Bir çocuk sahibi olamamak hep bir sızıydı yüreğinde. Bu acısını hiç gizlenmeyecekti de. Bir baloda Asaf İlbay, on altı yaşındaki kızını Atatürk'le tanıştırdığında yine nasıl da açığa vurmuştu bu acısını:
-Asaf ile bir mahallenin çocuğuyuz. Belki aynı yaştayız da. Demek ben de vaktiyle evlenmiş olsaydım, on altı yaşında bir çocuğum olacaktı!...

Gözleri yaşarmıştı.

Ama Asaf İlbay'in eşi atılacaktı hemen:

-Paşam, bütün millet sizin çocuklarınızdır.

-Doğru, işte ben de bununla avunuyorum...

Yaşamının bir gerçeği de bu olacaktı hep: Başkalarının çocuklarını sevmek, okşamak, kendi çocuğuymuşçasına bağrına basmak... Böylece avutacaktı kendini.

-Belki benim çocuğum olmadığında bir gizli neden vardır. Çok sevdiğim bir tayımın ölümünden o kadar duygulanmıştım ki, günlerce acısını unutamadım, yemek yiyemedim. Ya çocuğumu kaybetmiş olsaydım, ne olurdum bilemem...(2)

Kendi çocuğu olmaması karşısında, olsaydı ama onu kaybetseydim bu acıya dayanamazdım, iyi ki olmadı, diyecek kadar çocuk sevgisi ile dopdoluydu.

Bu duygular içinde, gittiği her yerde gördüğü, karşılaştığı çocukları sevecek, kollayıp gözetecek, olanakları bulunmayanları alıp okutacak, çevresinden, evinden çocukları hiç eksik etmeyecekti.

-Öpeyim mi?

Atatürk, bu soruyu bir düğünden ayrılırken gördüğü yedi sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun anne ve babasına soruyor, kızı öpebilmek için onlardan izin istiyordu.Çocuğu iki eliyle kaldıracak, öpecek ve usulca yere bırakacaktı. Ama çocuk karşılıksız bırakmak istemeyecekti bu sevgiyi:

-Ben de öpeyim, ne olursunuz Atatürk, ben de sizi öpeyim!

Çocuğu yeniden kucaklayan Atatürk'ün gözleri nemli... (3)

Bir akşam da İstanbul'da Park Otel'de müşteriler arasında bulunan bir subayın dokuz on yaşlarında oğlu gözlerini dikmiş hep Atatürk'e bakıyor. Atatürk'ün dikkatini çekecek bu dirençli bakışlar. Çağıracak çocuğu yanına:

-Büyüyünce ne olacaksın?

-Atatürk olacağım!

Bu sözün ödülü, Atatürk'ün yelek cebinden çıkarıp verdiği platin saat...

-Büyüyünce kullanırsın. (4)

Bu, 15 Mayıs 1922'de, düşmanın yaptığı zulmü dile getiren şiiri okuyan altı yaşındaki Gültekin'e cebinden çıkarıp verdiği altın saatten (5) bu yana çocuklara armağan ettiği kaçıncı saat acaba?

Ama O’nun çocuklara asıl armağanı, onları alıp okutmak olacak. Bursa'nın Demirtaş köyünden İbrahim bunlardan biri. Atatürk, 4 Ocak 1931'de Bursa'ya geldiğinde İbrahim kalabalığı yarmaya çalışarak bağıracak:

-Gazi Baba, dur!..

Seslenen, üstü başı nerdeyse çullar içinde, yoksul bir köylü çocuğu...

-... dur, sana diyeceğim var!...

Atatürk bu. Bir çocuk ona seslenir de dinlemez olur mu?

-Beni burada bırakma. Memlekette mektep yok. Nereye başvurdumsa almadılar. Sen benim babamsın. Sana evlât olayım.

İbrahim artık Gazi Babası'nın korumasında ve okullu... (6)

Mustafa ise Yalova'nın bir köyünden. Atatürk, Baltacı Çiftliği'nin oralarda atla gezintiye çıktığı bir gün rastlayacaktı ona. Sığırtmaçlık yapıyordu. Beti benzi sapsarı, sıska ve sıtmadan karnı şiş.

Atatürk, duracak ve Mustafa'ya yol soracak, bu arada biraz da konuşacak, durumunu soruşturacak. 10 lira verecek Mustafa'ya, ama o almayacak. Büyük para. Ama bu parayı hak edecek bir şey yapmış değildi ki... Atatürk üsteleyince parayı bu kere alacak ama karşılığında kuşağının içinden çıkardığı birkaç cevizi verecek.

Mustafa da artık Atatürk'ün koruması altında. Ama önce hastaneye yatırılması gerekiyor. Çünkü adamakıllı hasta.

Mustafa hastanede yattığı sırada Atatürk ziyaret edecek onu.

Mustafa, Kuleli Askerî Lisesi öğrencisi, arkasından Harp Okulu, Türk ordusunda subay (7)

Mustafa, 1938 yılının Kasım'ında Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'ün katafalka konulmuş naşı önünde sırtında üniforması ile selâm duracak.
Sabiha da Atatürk'ün alıp okutacağı, büyüteceği çocuklardan biriydi. Soyadı yasası çıktığında ona "Gökçen" soyadını veren de o olacaktı.

Sabiha Gökçen: Türkiye'nin ilk kadın pilotu, ilk kadın askeri!...

Sabiha'nın annesi de, babası da ölmüştü. Kimi zaman ağabeyinin, kimi zaman ablasının yanında kalıyor, ama onlara yük olduğu düşüncesiyle kıvranıyordu. Ah bir yatılı okula kapağı atabilse! Ama nasıl? Ablasına, ağabeyine, onları kırarım korkusuyla bu isteğini açamıyordu. Kendisi de yol yordam bilmiyordu ki? Olsa olsa onu Gazi Paşa kurtarabilirdi!... Ve 10 yıllık yaşamında ilk kez talih kendisine gülecekti: 1925 yılının o ilkbaharında Gazi Mustafa Kemal Paşa, Bursa'daydı ve şu işe bakın ki kaldıkları evin hemen yanı başındaki köşkte konaklayacaktı!...

Ah O’na bir ulaşabilse, derdini anlatabilse!...

Kendisi anlatsın bize Gazi Paşa'yı ilk kez nasıl gördüğünü, O’nun "manevî evlâdı" olmak yolunda ilk adımını nasıl attığını:
"İşte yine bahçede dolaşıyor, çiçekleri seviyor, onları kokluyor, onlarla konuşuyor... Çiçek seven, doğayı seven insanlar çok ince ruhlu olurlarmış... Kuşku yok ki Gazi Paşa da ince ruhlu, soylu bir insan. O halde niçin ağabeyimin beni köşke götürmesini bekleyelim? Bundan daha iyi fırsat olur mu? Bizim evle Gazi Paşa'nın konakladığı köşk arasında küçücük bir tabii çitten başka bir şey yoktu.. Bütün mesele cesaretimi toplayarak o çiti aşabilmekti. Bunu yapmalıydım... Çocukken de cesur bir kızdım. Öyle olur olmaz şeylerden korkmaz, öyle olur olmaz şeylerden kaçmazdım.

Göz açıp kapayıncaya kadar merdivenlerden inip dışarıya çıkarak çiti aşıverdim. Bunu yaparken yüreğimin yerinden fırlayacakmışçasına çarptığını hissediyorum... Ama artık olan olmuş, ok yaydan fırlamıştı. Dönüşü yoktu bu yolun. Birden etrafımı üç muhafız çeviriverdi. Daha fazla ileri gitmeme engel oldular...."

Ne ki Sabiha vaz geçecek bir çocuk değildi. Muhafızlara direnecek, Gazi Paşa'yı görmek için ısrar edecekti:
-İki yıldır yolunu gözlüyorum Gazi Paşa'nın... Şimdi elini öpeceğim, başka zaman istemem... Geri dönmeyeceğim...

Muhafızlarla aralarındaki bu konuşma sürerken Sabiha'nın sesi de perde perde yükseliyordu.

-...Geri dönmeyeceğim!

"Bunu söylerken gözlerim Gazi Paşa'yı aramıştı. Dediğim gibi o da bize bakıyordu. Savaş kartalının yüzü bir peygamber yüzü kadar yumuşak ve cana yakındı. Eliyle muhafızlarına beni bırakmalarını işaret etti. İşte önümdeki setler, engeller yıkılmıştı nihayet... Şimdi ne yapacaktım? Dizlerimin bağı çözülüyordu... Heyecandan bütün vücudumun titrediğini hissediyordum. Gazi Paşa beni bekliyordu çiçeklerin arasında.

Durumu hissetmiş olacak ki, yumuşacık, kadife gibi, son derece içtenlikli bir sesle:

'Gel bakalım çocuğum! Diye seslendi. 'Madem beni görmek istiyordun, niçin orada duruyorsun?" (Cool

Dünyanın ilk kadın savaş pilotunun öyküsü o gün işte böyle başlayacaktı.

Gazi, tüm yaşamı boyunca kimsesiz, çaresiz çocuklara kol kanat germiş bir insan:
-Yolda 12 yaşında Ömer adlı bir öksüz çocuk gördüm. Bunu yanıma aldım. Bu görülünce daha 3 tane daha böyle anası babası ölmüş yetimler getirdiler; onlara da para vermekte iktifa ettim.
Bu satırlar O'nun hatıra defterinden. Daha 16 Kasım 1916'da Bitlis'e giderken yazmış. 2 Aralık 1916'da yine defterine düştüğü nottan bu kere İhsan adında bir çocuğu da koruması altına aldığını anlıyoruz. (9)

Atatürk, Cumhurbaşkanı olduktan sonra daha birçok çocuğu okutacak, bunlardan kimileri Çankaya Köşkü'nün konukları da olacak.

Çocukları korumasına almak, manevî evlâtları olarak görmek, yetiştirmek bir "tutku"ydu O’nda. (10)

Ama bu çocuklar arasında biri vardı ki, Atatürk'ün öz çocuğundan farksızdı. Atatürk, onunla çocuk özlemini giderecek, çocuk sahibi olma duygusunu tadacaktı. Onu kendi yanında tutacaktı hep, gezilerinde birlikte olacaklardı. Hastalandığında,

-Ne yaparsanız yapın kurtarın bu çocuğu, eğer ölecek olursa yaşayamam ben!...(11) diyecek kadar sevecek, bağlanacaktı ona.

"Ülkü" idi çocuğun adı.

O, Atatürk'ün ülküsüydü.

2Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:16 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk'ü Ağlatan Olay

“Ben İnsan Değil miyim?”

Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal’in özel treni Eskişehir’e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolu’sunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir’e gidip annesini görecek. Ve Latife’yi.

Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal’in ve bir türlü uyku tutturamıyor.

Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.

“Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.

İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ‘Anamız öldü paşam!’ diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ‘Paşam sen sağ ol’ desem ‘Eyvah demez mi?’ ‘Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?"

Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.

Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:

“Emret Paşam”.

Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:

“Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?”

“Uyku tutturamadım da Paşam”

“Annemden bir haber var mı?”

“Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.”

“Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.”

Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:

“Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.”

Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.

“Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..”

Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:

“Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!”

Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.

“Ver onu” dedi. “Paşamız bekliyor.”

Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve: “Sen sağol paşam” dedi.

“Millet sağ olsun.”

Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş “Ağlama paşam” diye yalvardı.

“Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da te selli bulurum. Benim için ikisi bir.”

İşte ben bunun için:

‘Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ diye cevap vermedim mi Namık Kemal’e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı.

3Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:16 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Çanakkale'de savaş artık siperlere saplanmıştı...
Çanakkale'de savaş artık siperlere saplanmıştı. Mustafa Kemal düşmanın çekileceğinden şüphe etmediği için bir saldırı ile hepsini denize dökmeyi teklif etmişse de üst komutanlara anlatamamış, kendisine, "boşuna harcayacak kuvvetimiz, hatta bir erimiz yoktur", cevabını vermişlerdi. Büyük bir fırsatın kaçırılmakta olduğunu gören Mustafa Kemal 10 Aralık 1915'te görevinden istifa ettiğini bildirdi. Mustafa Kemal'e saygı gösteren Liman von Sanders istifayı hava tebdiline çevirmiş, İstanbul'a geldikten sonra düşmanın Çanakkale'yi zararsızca boşalttığını öğrenmişti (19 Aralık 1915).
Eski harp akademisi komutanı Orgeneral Ali Fuat Erden der ki: ''Çanakkale'de en buhranlı anda, en lüzumlu adam bulundu. Harbin seyrini çeldi. İngiliz Bahariye Nazırı Churchil O’nun için, 'kaderin adamı', demişti.''
Mustafa Kemal ordunun yıldızı idi. Fakat O'nun hırslarına sınır olmadığı inancında bulunan Enver ve partizanları kendisi ile Anafartalar üzerine yapılan bir konuşma fotoğrafı ile birlikte ''Harp Mecmuası''nda basıldığı sırada baskıyı durdurup resmini çıkartmışlar, yerine Liman von Sanders'ın fotoğrafını koydurmuşlardı. İstanbul'u bir Alman bile kurtarmış olmalı, fakat Mustafa Kemal, Sarıkamış bozgununun manevî yükü altında kıvranan Enver'i gölgede bırakmamalı idi.
Karargâhından İstanbul'daki dostu Madame Corinne'e yazdığı bir mektupta şöyle diyor: ''Benim adımın duyulmamasına şaşmayın. Ben önemli savaşların kahramanı olarak Mehmet Çavuş'a şeref kazandırmayı tercih ettim. Tabiî şüphe etmezsiniz ki savaşı idare eden dostunuzdur ve savaş gecesi Mehmet Çavuş'u bulan da o idi.''
Anafartalar kahramanı için son sözü Rauf Orbay'a bırakalım: ''Bizi Asya'ya atarak müttefiklerimizden ayırdıktan sonra Ruslarla birleşmek isteyen İngiliz plânına, doğru kararı ve başarılı saldırıları ile ilk engel olan şüphesiz Mustafa Kemal Bey'dir.''

FALİH RIFKI ATAY_ ÇANKAYA

4Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:17 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Sac Soba

İstasyon, sonra bataklık, sonra mezarlık ve derme çatma Karaoğlan'dan sonra yangın yeri, onun sonunda da kerpiç ve hımıştan, kaldırımsız veya Arnavut kaldırımlı, eğri büğrü sokaklı bir köy... Ankara bu idi.
Kadınlar şehri hiç sevmediklerinden evlilerin de dörtte üçü bekâr. Yerli kadınlar sokağa çıkmaz. Bir lokomobilden alınıp iltimaslı yerlere ancak verilebilen elektriğin yanar söner petrol ışığına lüks lâmbasını tercih ederdik. Onu da sık sık pompalamak lâzımdı.
Harpler olanı biteni tükettiğinden, Hristiyan göçü de çarşıları beraber süpürüp götürdüğünden hiçbir şey bulamaz, hiçbir şey yaptıramazdık.
Hep sıkılıyorduk. Atatürk de öyle. Fakat yeni başkent fikrini yerleştirmek, gözleri İstanbul'dan ayırmak için bozkırda bir sürgün ömrü geçiriyordu. Biz onun evine gitmekle biraz avunuyorduk. Çankaya'da avlusu havuzlu ortanca bir yazlıkta otururdu. Tek cazibesi Atatürk'ün meclisi, konuşmaları, hayatiyeti ve yaratma iradesi idi. Dağlar, tepeler, yollar, akşam kararınca arabaları ahıra ve halkı kafesler arkasına çekilen kasaba halkı, bütün o çöl boşluğu ebedîye benziyen bir ''susma'' veya ''somurtma'' hâlinde idi. Hemen hemen yalnız onun sesi geliyor, onun bakışları ışıldıyor, yalnız onun o tükenmez ve ilâhi ihtiraslı ruhu soğuğu ısıtıyor, boşu dolduruyor, ıssızlığı gideriyor, Ankara'ya bütün müjdeleri getirici bir yolculuk bekleme hâli veriyordu. Sanki buraya her şey ufuklar ötesinden gelecek, gökler üstünden inecekti.
Akşama doğru ayaklar evlere doğru sürüklenirdi. Hava karanlıksa hâlâ kül kokan yangın arsaları arasında cep fenerlerinin yanıp söndüğü görülürdü. İstanbul'dan gelip de mahkûm imişler gibi yaşayanlardan pek çoğu geçmiyen saatleri içerek öldürüyorlardı.
Atatürk de bıkar, ara sıra arkadaşlarına gitmek isterdi. Bir akşam Lâzistan Milletvekili rahmetli Rauf'un evinde idik. Küçük bir odada, ikide bir pompalanan lüks lâmbası altında ve kızması ile soğuması bir olan sac sobanın karşısında, masa etrafına toplanmıştık. Hizmetçiler koşup:
- Paşa hazretleri geliyor, diye haber verdiler.
Rahmetli Rauf bu odaya sığışmayacağımızı gördüğünden:
- Çabuk sobayı öteki odaya götürün! dedi.
Sac soba, gaz sandıkları üstüne konmuştu. Borusu dosdoğru duvar deliğine giriyordu. İki hizmetçi sandıklar ile sobayı, bir mangal taşıyormuş gibi, öteki odaya geçirdiler. Mustafa Kemal Paşa da, dar, karışık ve karanlık merdivenlerden henüz çıkmıştı.
Sonra içi raflanmış yük açıldı. Hiçbir bardak ve kadeh yanındakine benzemiyordu. Birkaç kişi de beraber geldiğinden yine birbirlerine benzemeyen ayrı biçimde ve renkte, kahve fincanları çıkarılmıştı. Masanın üstü birkaç bezle ancak örtülebilmişti.
Başkentte devlet reisi ve arkadaşlar!
İkide bir:
- Ahmet, lâmbayı pompala! sesi duyuluyordu.
Sonra birden genç kahraman yeni Türkiye hayallerini anlatmaya başlıyordu. Yavaş yavaş tahta peykeler üstündeki esrarkeşler rüyası ile sarıldığımızı hissediyorduk. Masa bir cennet sofrasına dönüyor, lâmba bir güneşi andırıyor, oda bir saray parçası havası içine giriyor, ''gelecek'', o zamanki Ankara'da bir serap gibi bile görünmeyen ''gelecek'' gözlerimizde canlanıyor, bir eski masaldaki peri kızı gibi atlı akıncıların, hemen hemen nal seslerini duyar gibi oluyorduk. Bütün gün içimizde yavaş yavaş, birer birer bütün ölmüş olanlar diriliyordu.
Bir inanmışın iradesi nasıl mucizeler yaratıcısıdır, onu biz en çok tozunda boğulduğumuz, çamuruna saplandığımız, kaldırımsız, ışıksız, yuvasız, bahçesiz, bomboş Ankara'nın o günlerinde ve gecelerinde görmüşüzdür.

Çankaya - Falih Rıfkı Atay

5Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:17 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Çankaya Köşkü'nde hemen her akşam kurulan sofra devletin idare salonu gibiydi.
Çankaya Köşkü'nde hemen her akşam kurulan sofra devletin idare salonu gibiydi. Şükrü Saraçoğlu ile Gazi'nin arasında epey mesafe vardı. Bu mesafe ilginç bir durumu da gizliyordu. Şükrü'nün gençliğinden beri içkiyle arası yoktu. Ama Gazi'nin sofrasında itiraz etmenin imkânı yoktu. Mustafa Kemal, muhakkak içki teklif ediyordu. Şükrü bu duruma pratik bir çözüm bulmuştu. Garsonlara rakı yerine her iki bardağına da su koymasını istemişti. Böylece sek rakı niyetine suyu yudumluyordu. Gazi durumun farkında değildi. Şükrü de bu durumdan rahatlayarak, suyu rakı niyetine bardak bardak devirmeye başladı. Ne zaman sonra Gazi'nin seslenmesiyle sofradaki herkes başını Şükrü'ye çevirdi.

- Saraç saat kaça geldi? Şükrü bu soruya şaşırmıştı. Saatine bakıp cevap verdi.
- On biri çeyrek geçiyor paşam.
- Peki beni atlatma saati geldi mi dersin?

Şükrü başına geleni anlamıştı. Gazi bu küçük hilenin farkına varmış kendine özgü üslubuyla Şükrü'ye laf atıyordu. Şükrü hemen bulunduğu yerden kalkarak Gazi'nin yanına geldi. Garsonların getirdiği bir sandalyeyle yanına oturdu. Muzip bir çocuk gibi yüzünde hafif bir gülümsemeyle;

- Afederseniz paşam, dedi.

Gazi kolundaki saati çıkarmaya başladı. Oldukça pahalı olan Vaşara Konstantin marka saatini kolundan çıkarıp Şükrü'ye doğru uzattı.

- Al tak bakalım. Bundan böyle beni atlatma saatini kaçırmazsın!...

Şükrü iyice şaşkındı. Saati heyecanla koluna taktı. Mustafa Kemal Paşa bir yandan gözünün ucuyla ona bakarken bir yandan da kahkahalarla gülmemek için kendini zor tutuyordu.

- Evet şimdi sen de vaziyeti telafi et bakalım. Garsona işaret etti.
- Saraç'a bir rakı doldur çocuk.

Gürkan Hacir, "Efe Başvekil, Şükrü Saraçoğlu'nun Romanı"

6Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:18 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Büyük ATATÜRK' ün futbolla ilgili bir anısı Büyük ATATÜRK’ün futbolla ilgili bir anısını en yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin oğlu olan, devrinin ünlü futbolcusu Gündüz KILIÇ yıllar sonra kaleme aldığı ve bir gazetede yayınlanan yazısında tatlı bir üslup içinde şöyle dile getirmiş. ATATÜRK yakın arkadaşı Kılıç Ali’nin evine bir ziyaret için uğradığında, evde başka kimse bulunmadığı için Gündüz KILIÇ tarafından ağırlanmıştı. Bundan sonrasını rahmetli Gündüz KILIÇ’tan nakledelim.

...ATATÜRK şerbetini yudumlarken 'Gel şöyle oturda seninle konuşalım biraz' dedi ve bana karşısındaki koltuğu gösterdi. Oturdum ama inanın içimin yağları eridi.İşin asıl zor tarafının bundan sonra başlayacağını hissediyordum. Çünkü ATATÜRK’ün özellikle gençlere değişik zeka soruları sorarak onları imtihan etmekten pek hoşlandığını biliyordum. Mahçup olma korkusu bütün benliğimi sarmıştı. Fakat çok şükür sorduğu soru korktuğum türden olmadı.

O sıralarda Milli futbol takımımız Halk Evleri Takımı adı altında Rusya’da 5-6 maç yapmıştı. Maçların çoğunda fena sonuçlar alınmıştı. Yaşımın pek genç olmasına rağmen, ben de kadroya alınmıştım. Ülkesinde olup biten her şeyle ilgilenen ATATÜRK’ün Rusya yenilgileri de gözünden kaçmamıştı.

İlk sorusu 'Neden yenildiniz?' oldu. Kem küm ederek bir şeyler söylemeye çalıştım. ATATÜRK pek üstelemeden ikinci sorusunu sordu. 'Peki bu yenilgiler seni çok üzdü mü?' dedi. Son derece üzüldüğümü anlatmaya çalışırken, bir el hareketiyle beni susturup kendi konuştu: 'Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenildikten sonra üzülmekte tabiidir. Ancak, bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle, azmiyle çalışmalıdır' dedi.

Sonra futbolun nasıl oynandığını anlatmamı istedi. Hemen kağıt kalem aldım, oyun sahasını çizerek o zamanki deyimiyle, müdafileri, muavinleri ve muhacimleri yerlerine yerleştirip onların görevlerini ve ana kaideler ile hedeflerini anlattım. ATATÜRK, 'Yahu desene bizim harp oyunları gibi, sizin işde strateji bilgisi ve kurmay kafası ister' diye önemser önemser başını salladı."

Rahmetli Gündüz KILIÇ’ın bu anısı ATATÜRK’ün futbol hakkındaki düşündüklerini bize öğretmesi bakımından değer ve önem taşıyor.

7Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:18 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk Sünnet Düğününde


Atatürk bir yaz gecesi Acar motoru ile Boğaz'da gezintiye çıkmıştı. Kalınca önlerine geldiler. Yalılardan birinin bahçesi renkli elektik, krepon kağıtları ve çiçeklerle donatılmıştı. Anlaşıldığına göre orada büyük bir topluluk eğleniyordu.

Acar motorunun gürültüsünü duydular. Kadın erkek, çoluk çocuk alkışla sevgi gösterisinde bulundular. Atatürk çok duygulandı, yalıya yanaşılmasını emretti.

Bir sünnet düğünü vardı. Bir vatandaşın mutlu bir gününe katılmaktan doğan sevinç, Atatürk'ün yüzünden açıkça okunuyordu. Sünnet olan çocukların ve anne ile babanın göğüsleri sevinç ve övünçle doldu. Herkesin yüreğini bir neşe kapladı. Ortalığı bir bayram havası sardı.

Atatürk ayrılacağı sırada çocukların babasını çağırdı. Bir çek uzattı:

-Burada uğrayacağımızı bilmediğimiz için hazırlıksız geldik, dedi, yarın bankaya uğrar, sonra benim adıma çocuklara birer armağan alırsınız.

Baba çeki saygıyla aldı :

-Atam, dedi, alınacak hiçbir armağan sizin imzanızı taşıyan bu çek değerinde olamaz. İzin verin, biz bunu çocuklarımızın sonsuz bir övüncü olarak saklayalım.

Bu ince düşünüş ve tek gözlülükten son derece duygulanan Atatürk:

-Peki! Siz bu çeki saklayın; ama yarın bankaya uğrayın ve çocukları benim adıma sevindirin! diyerek ikinci bir çek verdi.

Atatürk’ten Anılar
Nafiz Edgüer

8Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:19 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Kara Tahta Başında


Arkamda büyük bir kara tahta vardı. Atatürk “Kalk bakalım genç profesör tahtaya” dedi. Tahta başına vardığımda bana üç kelime yazdırdı. “Su, tuz, deniz”. Şimdi bu üç kelimeden Türkçe’de, Fransızca’da, Almanca’da kaç cümle yapılabiliyordu? Böyle bir soru ile hiç karşılaşmamıştım. Şaşkınlığım geçince aklıma gelen cümleleri sıralamaya başladım.

1) Denizin suyu tuzludur.
2) Suyu denizin tuzludur.
3) Tuzludur denizin suyu.
4) Suyu tuzludur denizin.
5) Denizin tuzludur suyu.

Şimdi bu üç kelimeden Fransızca’da ve Almanca’da ancak ikişer cümle çıkarılabiliyordu. Atatürk sordu. Bu durum Türkçe’nin lehine mi, aleyhine mi? Hafif bir irkintiden sonra dedim ki “Efendim, bir bakıma bu bir söyleyiş zenginliğidir.” Çünkü kurduğumuz beş cümle arasında küçük farklar vardır; bu bir çeşit nuans zenginliğidir.” Atatürk “evet ama” dedi “Bunun büyük bir sakıncası var.” Sonra ilave etti. “Milletlerarası antlaşmalar niçin Fransızca yazılır?” Doğrusu bu soruya da hazır değildim. Fransa’nın büyük bir devlet oluşu buna neden olabilirdi. Atatürk “hayır” dedi. “Fransızca öyle bir dildir ki kelimelerin cümle içerisindeki yeri sağlamdır. Bu sebeple Fransızca bir metin yıllar sonra okunsa daima aynı anlama çıkar.” İlginç bir görüştü bu.

Atatürk’ten Anılar
Ord.Prf.Dr. Sadi IRMAK

9Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:19 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

UNUTAMAYACAĞIM ANI


Gazi okulumuzu ziyaret ettiğinde ben,o zamanki ismi ile Galatasaray Sultanisi'nin 16-17 yaşlarında bir öğrencisiydim. Latin harflerine döneli henüz 4-5 yıl olmuştu.Öğretimimizde Fransızca esas olduğundan Türkçe dışında kalan derslerimizin ekserisi Fransızca olarak yürütülüyordu.Bir gün Atatürk'ün okulu ziyaret edecekleri haberi geldi.Kendisini görmeyi çok istiyordum. Hocalarımız çok kıymetli kimseler olup,talebeyi hazırlamasını iyi biliyor ve geçmiş dersleri kısaca özetleyerek yeni konuya bağlantı yapıyorlardı.

Nihayet Gazi Mustafa Kemal'in okulumuzu şereflendirmek üzere oldukları haberi geldi.Bütün öğrenciler, büyük bir heyecan ve coşku içinde vatanımızı kurtaran, Cumhuriyetimizin kurucusu, bu büyük ve yüce insanı karşılamak üzere okulun bahçesini doldurdular.O sırada resimler çekiliyordu.Bu resimlerde büyük bir şans eseri kendilerine yakın bir yerde ben de bulunmuştum.Ona resimlerde de olsa yakın olmak,O'nu yakından görmek benim için anıların en büyüğüdür.Hepimizle ayrı ayrı ilgilendi , konuştu;

"Türk gençleri;
Cumhuriyeti biz kurduk sizler koruyup yücelteceksiniz ve yaşatacaksınız" dedi.

O'nu gördükten sonra TÜRK olduğumla daha çok övündüm.Ona olan sevgi ve saygım her geçen gün daha da arttı.Bizlere bakan o mavi çelik gözleri ile O büyük TÜRK,o günkü gibi aklımdadır.

SELAHATTİN BUDA

10Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:19 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

BAHTİYAR ADAM
Herkes ölür. Bu, her çakılan tabutun bize hatırlattığı müthiş ve şaşmaz bir tabiat kanunudur.Ve ölürken herkesin gözü arkada kalır.Bu herkese mukadder bir hasrettir.Atatürk de herkes gibi öldü;fakat herkesten ayrı olarak ,gözü arkada kalmadan öldü.Kalbi TÜRK olmak gururu ile çarpan,milletini kendi eli ile karanlıktan aydınlığa çeken ,başında istiklal rüzgarı estiren,ona hürriyet balını tattıran,memleketin bünyesine uygun,güzel bir rejim hediye eden ,onu güneşlerin at oynattığı medeniyet şosesinin başına getirip bırakan bir adam,öldüğü zaman,gözü arkada kalır mı hiç ?

Dün Atatürk'ün kutsi naaşı Ankara'ya ebedi metfenine götürülürken, caddeleri, pencereleri, damları dolduran ve bakışları mahzun,mendilleri ıslak yüz binlerce Türkün vakur ve ulvi manzarası karşısında bir insan için, milletin kalbinde yer etmekten daha büyük bahtiyarlık olamayacağını gözlerim yaşararak bir kez daha anladım.

Atatürk bahtiyar adamdır.
20.Kasım.1938
Cahit Sıtkı TARANCI
( 1106 numaralı, Galatasaray Lisesi 1931 mezunu)

11Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:20 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Mazhar Müfit Kansu: - Hepsi güzel, fakat biz ...
Mazhar Müfit Kansu:

- Hepsi güzel, fakat biz burada beş-altı kişi oturmuşuz, yalnız memleketimizle, padişahla, paşa ile değil, bütün dünya ile uğraşıyoruz. Para yok, asker yok, tüfek yok, velhasıl bu savaşımızı destekleyecek elimizde bir kuvvet yok. Buna çare düşünelim.

Mustafa Kemal Paşa gülerek sözlerine başlar:

- Azizim Mazhar Müfit, bu senin dediklerinin hepsi olsa, o zaman bu işi herkes görebilir. Marifet bu yokluk içinde muvaffak olmaktır!

(Mazhar Müfit Kansu- Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber)

12Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:20 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Dinlemekten zevk alırım


Neşeli bulunduğu bir zamanı seçerek:
- Paşam... demiştim, şu danıştıklarının içinde bazen öyleleri var ki, şaşırıyorum. Bunların mütalalarına nasıl olsa sonunda iştirak etmeyeceksin. Kararını önceden vermiş olduğun da malum... O halde, ne diye onları birer birer çağırıp karşında söyletirsin ?
Atatürk, yüzüme alaycı bir eda ile bakıp şu cevabı vermişti :
- bazen hiç umulmadık adamdan ben çok şeyler öğrenmişimdir; hiçbir kanaati hakir (değersiz) görmemek lazımdır. Neticede, kendi fikrimi bile edecek olsam, herkesi ayrı ayrı dinlemekten zevk alırım.

OLAYLAR VE ATATÜRK, ANKARA, T. S. K. MEHMETÇİK VAKFI
YAYINI, GN. KUR. BASIMEVİ, 1984

13Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:21 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Bir Türk dünyaya bedeldir



Atatürk Kastamonu'yu ziyaret etmişti. Kışlaya da uğramıştı. Koğuşları geziyordu. Her koğuşta birçok vecizeler vardı. Güzel sözlerdi bunlar. Bir koğuşta büyük bir levha yazılmış:
- Bir Türk on düşmana bedeldir.
Atatürk bunu görünce birdenbire durdu, yüzü değişti, gözleri daldı. Sonra sert bir sesle:
- Hayır, hayır... dedi. Bir Türk dünyaya bedeldir.

Zeki Cemal Bakiçelebioğlu

14Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:21 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Neşeli anlarında Atatürk, Ahmet Cevat ile ...
Neşeli anlarında Atatürk, Ahmet Cevat ile eğlenmeyi severdi.
-Cevat Bey sizin karakol kelimesi üzerinde yaptığınız etimolojiyi bu arkadaşlara da anlatır mısınız? Buyurdu.
Anlaşılan Ahmet Cevat bu sıralarda Atatürk’e etimoloji üzerine bir etüd sunmuştu.
-Kol müfreze, kara da bildiğimiz toprak, yani toprak üzerinde gezen müfreze demek olsa gerek. Karakolu olduğuna gibi deniz kolu da olur, diye izah etti.
Atatürk:
-Bizim Ahmet Cevat Bey, Şemsettin Sami’den bir adım bile ileri gidememiş… Cevat’ın yaptığı etimolojiler bize şu fıkrayı hatırlatıyor: Padişahlardan biri vezirine “Halk konuşurken sarık marık, giyim miyim, pabuç mabuç der. Sarığı, giyimi, pabuçu anladık; marığı, miyimi, mabuçu da ne oluyor” demiş. Akıllı vezir bir müddet düşündükten sonra ; “şevketlümün mübarek başındaki sarık, kullarının fakir başındaki marık; haşmetlümün üzerindeki elbise giyim, kölenizin üzerindeki miyim; devletlümün mübarek ayaklarındaki pabuç, bendelerinin ayağındaki ise mabuçtur” diye izah etmiş. Ahmet Cevat’ın etimolojileri de bu vezirin etimolojilerine benzer.
Atatürk’ün bu fıkrasına hepimiz gülmüştük, Ahmet Cevat kendisi de güldü. Atatürk’ün bu şakasında kendisini kırk yıllık dilci sayan Ahmet Cevat Emre’ye bir ders vardı.

Abdülkadir İnan_Atatürk Devrine Ait Bir Hatıra, Türk Kültürü, Kasım 1969

15Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:22 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal'in özel treni ...
Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal'in özel treni Eskişehir'e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolu'sunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir'e gidip annesini görecek. Ve Latife'yi.

Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal'in ve bir türlü uyku tutturamıyor. Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyrederken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.

"Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim. İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: 'Anamız öldü paşam!' diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, 'Paşam sen sağ ol' desem 'Eyvah demez mi?' 'Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?" Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor. Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor: "Emret Paşam". Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile: "Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?" "Uyku tutturamadım da Paşam" "Annemden bir haber var mı?" "Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar." "Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım." Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor: "Ne ola, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah." Mustafa Kemal usul usul anlatıyor. "Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana bir şeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!.." Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:

"Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!" Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı. "Ver onu" dedi. "Paşamız bekliyor." Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve: "Sen sağol paşam" dedi. "Millet sağ olsun." Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş "Ağlama paşam" diye yalvardı. "Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da teselli bulurum. Benim için ikisi bir." İşte ben bunun için: 'Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini' diye cevap vermedim mi Namık Kemal'e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı.

16Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:23 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk'ün öldügü 1938 yilinin 10 Kasim günü...
Atatürk'ün öldügü 1938 yilinin 10 Kasim günü, Istanbul Üniversitesi'nde ders okutan bir Alman profesörü, derse girdiginde ögrencilerinin üzgün halini görünce, yüregi paramparça olmus bir halde, üniversite rektörüne telefon ederek:
-Bugün ders vermeyecegim, ne yapayim dersiniz?
-Sizin memleketinizde büyük bir adam ölünce ne yapilirsa onu yapin.
Rektörün bu sözlerine karsilik profesörün cevabi su olur:
-Almanya'da hiç bu kadar büyük bir adam ölmedi...

17Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:23 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

BU MİLLETLE NELER YAPILMAZ!..



Atatürk, milletin ruhundaki o sönmez meşaleyi tutuşturmak için Anadolu'yu adım adım dolaştığı 1919 yılıydı. Büyük asker, Erzurum yolundadır. Ilıca'da tunç yüzlü bir ihtiyarla yaptığı enteresan bir görüşmeyi Cevat Dursun oğlu şöyle anlatmaktadır:

"20-30 kişilik bir göçmen kafilesi başında bulunan bu ihtiyar, omuzlarına kartal kanadı attığı paltosu ve elindeki asası ile bir yolcudan çok doğu mitolojisindeki yarı tanrı kabile reislerine benziyordu. Misafirlerin önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üstüne koyarak onları selamladı.

Mustafa kemal, ta yanı başına kadar geldiği halde heybetliliğinin azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu.bu kısa hoş-beşten sonra Paşa ihtiyara:

-Ağa, dedi. Böyle nereden geliyorsun?

- Paşam Rus gelirken göçmen olmuştuk. Çukurova'daydım. Şimdi köyüme dönüyorum.buralara dönmenin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekileceğini anlatmak istedi.sonra da ekledi.

- Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi?

- Hayır paşam, Çukurova cennet gibi bir yer.bir eken yüz alıyor. Son günlerde işittim ki, İstanbul’daki "ırz kırıkları" bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki ne göreyim, bu namertler kimin malını kimlere veriyorlar?..

Tunç çehreli, beyaz sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç yüzlü askerin gözlerini yaşarttı.

- Bu eski Türk kalesine millet işi için milletle beraber çalışmaya gelen büyük devlet adamı, yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü:

- Bu milletle neler yapılmaz!..dedi ve sonra ihtiyarla vedalaştı.

Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk

18Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:23 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ATATÜRK VE BİNİCİLİK
Ata ve atçılığa özel bir merak ve sevgisi yanında iyi bir binici de olan Atatürk, yurtta atçılığı ve yarışçılığı daima özendirdi. Yakınlarını da bu konuya ilgi göstermeye neredeyse zorladı. Bu da atçılığın ve yarışçılığın lehine olmuştu. Onun bu yoldaki emir ve direktifleriyle Türk atlı sporları olumlu bir gelişme kaydetmişti.

Büyük kurtarıcının 14 Ocak 1923 günü İzmir'de Uşakzade Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendikten sonra eşine verdiği armağanların arasında güzel bir atın bulunması da Atatürk'ün ata gösterdiği ilgi ve verdiği değerin ifadesidir kuşkusuz. Atatürk'ün tavlasındaki atların arasında "Sakarya" ya karşı özel bir ilgisi ve sevgisi olduğuda bilinir. Atatürk tatil günlerindeki atlı gezilerini hep "Sakarya" ile yapmak istemiştir.

Büyük Atatürk'ün at sevgisi , onu da bir ara yarışçılığa sevk etmişti. Gerçekte Atatürk belki de bunu yarışçılığı teşvik için yapmıştı. Atatürk'ün atının kazandığı bir yarışı, atçılık dünyamızın ünlü kişilerinden Said Akson'un "Yarışçılık Anıları" kitabından öğreniyoruz. Bu olayı , yazarının kaleminden keşfetmek gerekir:

"..Sosyete ve kordiplomatik yarışlarla alakalı idi. Fransa'dan gelen atlar içinde bir kısrak vardı. Bu Atatürk'ün atıydı. O sıra Afgan Kralı Amanullah Han Ankarayı ziyarete gelmişti. Atatürk Amanullah Han'ı yarışlara getirdi. Algrette yarışlara katıldı . Primerole gibi kuvvetli bir rakiple karşılaşacaktı. Algrette koşuyu kazandı. Amanullah Han çok memnun oldu ve Atatürk'ü hararetle tebrik etti.
Algerette Fransa da epey koşu kazanmış bir kısraktı, fakat tandonları zayıftı ve sene sonunda haraya çekildi, Ukko ile Alliance'in kızı olan Algrette çok muvafakiyetli bir damızlık oldu. Karacabey harasında Cumulus'ten doğurduğu Çankaya isimli ilk tayı Atatrük o zamanlar Türk Konkur ekibinin as binicilerinden Saim Polatkan'a hediye etmiştir.."

Atatürk'ün Süvarileri'nin binicilik dünyasının en büyük yarışmalarından biri olan Roma Enternasyonal Konkurupikleri'nin en büyük mükafaatı ve en önemli yarışlarından olan "Mussolini Kupası"nı kazanmaları Büyük Atatürk'e pek büyük sevinç ve mutluluk vermişti. Bunu günün Başbakanı Celal Bayar'ın, bu büyük başarıyı kazanan ekibin lideri General Cevdet Bilgişin'e yolladığı şu telgraftan da anlamak mümkündür Tarihi telgraf şöyledir:

"Milletler Müsabakasında Mussolini altın kupasını kazandığınızı bildiren telgrafınızı sevinçle aldım. Parlak muvaffakiyetlerinizi ve minnet duygularınızı Atatrük'e arz ettim. şefimiz hepinizden memnun oldular. ... Bende ekibimizi hararetle tebrik ederim . Ayni muvaffakiyetin bundan sonraki müsabakalarda da tecellisini diler, ayrı ayrı hepinizi gözlerinden öperim. - Celal Bayar."
Onun yüce adına Gazi Koşusu düzenlenmektedir. Öte yandan Atatürk'ün Hipodruma gelerek at yarışlarını izlemesi de memleketimizde yarışçılığın inkişafı konusunda en büyük teşviki teşkil etmiştir. Ünlü İtalyan mimarı Viotti Violli tarafından yapılan ve günümüze dek olanca güzellliğiyle ulaşmış bulunan Modern Ankara Hipodromu'da Atatürk'ün emir ve direktifleriyle inşa edilmiştir.
Türkiye'de atçılığı ve yarışçılığı teşvik amacıyla kurulan "Yarış Islah Encümeni" de Atatürk'ün büyük desteğini görmüştü. Bu encümenin vaki ricası üzerine adına bir Gazi Koşusu'nun ihdas edilmesine severek izin vermiş (1926) ve böylece Türk yarışçılık dünyasının en öenmli klasik koşusu halini almış bulunan Gazi Koşusu, 1927 yılından bu yana Türk yarışçılığına renk katmaya başlamıştır.

19Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:24 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Atatürk, 1936'da bir lise öğrencisine ...
Atatürk, 1936'da bir lise öğrencisine şunları yazdırmıştır:

"Garb senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün garb, nihayet teknikte bir tefevvuk gösteriyorsa ey Türk çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir."

20Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:24 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

SIĞIRTMAÇ MUSTAFA ANLATIYOR

Atatürk tarafından 1929 yılında himaye altına alınıp okutulan Yalovalı sığırtmaç Mustafa anlatıyor:

“O zaman daha sekiz yaşında idim. 1929 yılının yaz ayları içinde (15 Eylül) bir gündü... Sığırları otlata otlata çiftliğe geliyordum. Derken, uzakta yirmi kadar atlı belirdi... En öndeki atlı bana doğru geliyordu. Yaklaşınca atından indi; çiftliğe nereden gidildiğini soruyordu.

Elimle işaret ettim:
-Siz, yanlış yoldan gelmişsiniz... Çiftliğin yolu, şuradadır!

Bu atlı, benden adımı öğrenmek istedi:
- Mustafa! diye cevap verince gülümsedi:
- Benim de adım Mustafa... Demek adaşız!

Sonra birdenbire:
-Gazi’yi tanır mısın? diye sordu.
-Tanımam! dedim.
-Onu sever misin?
-Severim!
-Niçin seversin?
-Paşa olduğu için severim!

Tekrar gülmeye başladı. Ben, cılız, çelimsiz, hasta bir çocuktum.“Bu adam, benimle eğleniyor galiba...” dedim. Fakat o, sorgularının arkasını kesmiyordu; bir aralık sordu:

-Sen, ne iş görürsün?
-İşte şu gördüğün sığırları güderim!
-Ne kazanırsın?
-Ayda üç lira...
-Peki, söyle bana, ayda üç lira, senede kaç lira eder?..

Kendisinin ve yanındakilerin yardımıyla, ayda üç liranın bir senede ne ettiğini hesaplayarak cevap verdim:

-Otuz altı lira eder!
-Sana bu otuz altı lirayı versem, ne yaparsın?
-Hiç!...Almam ki...
-Neden almıyorsun?
-Otuz altı lira çok para...

Sonra biraz düşünerek ekledim:
-Neden aldın?diye sorarlar...

Tanımadığım yolcu, tekrar gülümseyerek:
-Aferin oğlum, dedi, böyle olmalı... Fakat, bu parayı yol gösterdiğin için veriyorum sana! Kimse bir şey demez!

Hâlâ benimle alay edildiğini sanıyordum. Otuz altı lirayı kabul etmeye bir şartla razı oldum. Yolda yemek için getirdiğim yarım okka kadar ceviz vardı:

-Bu cevizleri alırsan, ben de senin paranı alırım! dedim.

O, bana bir avuç para verdi, ben ona bir avuç ceviz verdim. Böylece ödeşmiş olduk.

Ayrılacağı sırada, tekrar adımı sordu:
-Mustafa, dedim.
-Benimki de Mustafa, ama, dedi, yanında “Kemal”i var. Mustafa ile Kemal, bir araya gelirse ne olur?..

Küçük kafamın içi, birdenbire karıştı. İlk defa olarak kendime:
-Sakın, dedim, bu atlı; Mustafa Kemal Paşa olmasın?...

Sonra etrafındakilerin ona karşı gösterdikleri saygılı hareketleri hatırlayarak; kararımı verdim:
-Odur!...Odur!...Gazi Paşadır! Ama, kendisine onu tanıdığımı belli etmedim.

Giderken sordu:
-Beni, başka bir yerde görsen tanır mısın?..

Başımı salladım:
-Tanımaz mıyım ya... Sen Gazi Mustafa Kemal Paşasın!

Hayvanlarını dörtnala sürüp gittiler. Ben de sığırlarımı alarak çiftliğe döndüm.

Ertesi gün(16 Eylül) kaplıcalara çağırdılar. Kapıdan içeri girince, hiç şaşalamadım. Hemen gidip elini öptüm:
-Mustafa... dedi, seni çiftliğime kâhya yapacağım! İster misin?..

Sordum:
-Kâhya ne demek?
-Çobanların en büyüğü odur!

Cevap vermedim. O tekrar sordu:
-Kâhyalık işi için ayda dört lira versem yetişir mi?
-Siz bilirsiniz! dedim. Gülümsedi.
-Hayır,Mustafa... Seni kâhya yapmayacağım, mektebe göndereceğim. Orada okuyup yazma öğreneceksin!

Sevindim:
-Mektebe gönderiniz!...Bu, daha iyi ... dedim.

Aradan yirmi dört saat geçmeden kendimi Şişli’deki Himayei Etfal (Çocuk) Hastahanesinde bulmuştum. Bana, orada çok güzel bakıyorlardı. Dört ay içinde tanınmayacak kadar değiştim. Yüzümün sarılığı kayboldu, iştahım geldi.

Bir gece yarısı hiç unutmam, hastahaneye gelmişti (21/22 Eylül). Doğruca benim yattığım odaya girdi. Onu görünce şaşırmıştım. Ayağa kalkmak istedim. Atatürk eli ile engel oldu:

-Sen ayağa kalkmayı bırak da, buradan nasıl çıkacağını düşün! diye gülümsedi.

Sonra:
-Hani, dedi, seninle pazarlığa girişmiştik, dört lira aylığa razı olmuştun!Şimdi ver bakalım hastahane paralarını...

Küçüktüm, sığırtmaçtım. Ama, şaka ettiğini anlamıştım:
- Sen koskoca Gazi Paşasın. Elbette hastahane parasını da verirsin! dedim.

Hastahaneden çıktıktan sonra Atatürk, beni gene aratarak,Beşiktaş’ta 19’uncu İlk Mektebe yazdırdı.

Beşiktaş’daki okula bir yıl kadar devam ettikten sonra Atatürk, beni Maçka’daki Fevziye Lisesine yazdırdı. Lisenin dokuzuncu sınıfında iken, imtihan vererek Kuleli Askerî Lisesine geçtim.”

21Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:25 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Sığırtmaç Mustafa

Atatürk, sporlar arasında en çok güreşi severdi. Bu nedenledir ki onun güreşle ilgili anıları oldukça fazla ve ilginçtir.

İtalyanları yenen Milli Güreş Takımımız, Florya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkünde büyük Atatürk tarafından davet ve kabul olunup, yemeğe alıkonulmuştu. Atatürk İtalyanlar karşısında, parlak bir sonuç almış olan güreşçilerimizi teker teker kutlamış, bu arada özel bir sevgi duyduğu, sevimli ağır sıklet şampiyonumuz Çoban Mehmet’e takılmaktan da kendini alamamıştı:

“-Sen, herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet” demiş, sonra ilave etmişti:

“-Seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?”

Koca Çoban, çocuksu bir mahcubiyet içinde, başını öne eğerek:

“-Sizi bütün cihan yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?” demişti.

Büyük Atatürk Çoban Mehmet’in bu cevabı karşısında pek duygulanmış ve aslan yapılı ağır sıklet şampiyonumuzu alnından öpmüştü.

Atatürk’ün Florya köşkünde istirahat ettiği günlerde, Çoban Mehmet, büyük Mustafa (Çakmak) ile birlikte Florya plajına gider, orada etraflarını çeviren büyük meraklı topluluğun ortasında, kumlar üzerinde güreş tutardı. Atatürk, belediye plajı kumsalında cereyan eden bu güreşi, köşkten görür görmez, hemen haber salıp pehlivanları yanına çağırdı.

Köşkte Çoban Mehmet’e takılan, onun zeki cevapları karşısında keyiflenen büyük Atatürk, kendileriyle uzun sohbetlerde bulunur, pehlivanlara yemek çıkarttırırdı. Pehlivanlar köşkten ayrılırlarken de yaveri vasıtasıyla ceplerine birer zarf koydurtmayı ihmal etmezdi. Zarfın içinden, o zamanlar pek büyük bir maddi değer taşıyan, (enaz) 50 lira çıkardı.

Çoban Mehmet’in Atatürk hakkında şu sözleri ilginçtir:

“- Rahmetli Atatürk, güreşten çok iyi anlardı. Buna, bizlere huzurunda yaptırdığı güreşlerde çok şahit olmuşumdur. Biz güreşirken, yaptığımız hataları veya iyi hareketleri anında sezer, bize ihtarda bulunur veya takdirlerini bildiren sözler söylerdi. Onun iltifatlarına nail olmak, bizler için sevinç ve gururların en büyüğü olurdu hiç şüphesiz.”

Büyük Atatürk’ün, güreş zevk ve merakının çocukluk yıllarından kalma olduğunu, çocukluk arkadaşlarından olan eski Ankara Belediye başkanı Asaf İlbay’ın şu sözlerinden de anlamak mümkündür:

“-Çocukluk yıllarında da sık ve temiz giyinmeyi severdi. Kuvvetli ve cesaretli insanlara hayranlık duyardı. Güreşe bayılır, mahalle çocuklarını sık sık güreştirir, seyrine doyamazdı.”

22Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:25 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

İNGİLTERE'YE DE Mİ SAVAŞ İLÂN EDİYORSUNUZ?


Büyük İzmir yangınından bir gün önce Hükümet Konağı'nda, Mustafa Kemal Paşa'ya bir bilgi sunmak için Vali Bey'in odasına girdim. İçeride Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Vali ve İngiliz Konsolosu vardı. Paşa, İngiliz Konsolosu'na sert bir biçimde şöyle diyordu: "Tebaanız hakkında benden teminat mı istiyorsunuz? Yunanlılar burada iken tebaanız daha mı emindi?" İngiliz Konsolosu, bu soru karşısında: "Evet..." cevabını verince, Mustaf Kemal Paşa daha da sertleşti ve yüksek sesle: "Öyle ise Yunanistan'a gidiniz!..." dedi. İngiliz Konsolosu, bu çıkış karşısında sordu: "İngiltere'ye de mi savaş ilan ediyorsunuz?" İngiliz Konsolosu'nun, haddini aşan bu cevabı karşısında Paşa, onu sanki tokatlıyormuş gibi bir ifadeyle konuştu: "İngiltere ile aramızda barış yapılmış mıdır ki, savaş ilan edip etmediğimi soruyorsunuz. Hem siz böyle şeyleri konuşmaya yetkili misiniz ki, bana bunu soruyorsunuz? Ben Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanı'yım. Benim, her şeyi görüşmeye yetkim vardır. Senin de böyle bir yetkin varsa, ancak o zaman görüşebiliriz seninle. Böyle bir yetkiniz yoksa buyrunuz..." Mustafa Kemal Paşa "buyrunuz..." derken, İngiliz Konsolosu'na kapıyı gösteriyordu.

23Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:26 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Gazi,Paşa düşünceliydi,durgundu.Bir çiçek yığınının altında yatan annesinin...
Gazi,Paşa düşünceliydi,durgundu.Bir çiçek yığınının altında yatan annesinin
mezarına gelince, ellerini bağladı.Berabelerindekiler,Fevzi ve Karabekir Paşalar
birer fatiha okudular.Mustafa Kemal Paşa,mavi gözlerine çöken karanlığın
içinde bir süre sustu ve sonra konuşma ve annesine ait anılarını dile getirmeye
başaldı:


' Zavallı annem!.. Şimdi vücudu,bir zamanlar Türk Milletinin ideali haline gelmiş
kutsal İzmir'in topraklarında yatıyor.Ölüm,gerçeklerin en büyüğü!..
Doğanın insana kıyarak yasasını yürütmesi!.. Bunu hepimiz biliriz de,
üzüntüsünden yine de kurtulamayız! Burada yatan annem,zulmün,
zor kullanmanın ve bütün bir milleti keyfince yönetenlerin kurbanı olmuştur.
Bu düşüncemi açıklayabilmem için, izin verirseniz, ızdırapla yüklü hayatından
birkaç noktasını gözlerinizin önüne sereyim... '

' Abdülhamit dönemiydi... 1904 yılında Kurmay Yüzbaşı olarak okulu bitirmiştim.
Hayata ilk adımımı atıyordum.Fakat bu adım,hayata değil zindana rastladı.
Beni aldılar ve keyfi yönetimin zindanına attılar.
Annem, ancak zindandan kurtulduktan sonra başıma geleni haber alabildi.
Hemen beni görmeye koştu ve İstanbul'a geldi. '

' Fakat,İstanbul'da kendisiyle ancak dört beş gün görüşebildik.
Çünkü istibdat yönetiminin cellatları,casusları,hafiyeleri evimizi sarmış
ve beni alıp götürmüşlerdi.Annem peşimden koşuyordu.
Görüşmemiz yasaklanmıştı.Beni menfaya (sürgüne) götürülücek vapura bindirilmiştim.
Anacığım,gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında taşların üstünde dövünüyor,kahroluyordu...
Menfada geçirdiğim yılları anam ızdırap ve gözyaşları içinde tüketmiştir. '

' Şimdi başka bir noktayı anlatacağım.Mütareke yıllarında,kurtuluş kavgamıza
başlamak için Anadolu'ya geçmiştim.Annemi beraberimde götüremezdim.
O, İstanbul'da kalmıştı.Yanında sürekli olarak kalan bir adamım vardı.
Onu da Anadolu'ya götürmüştüm. Erzrum'dan, bu adamı anneme gönderdiğim zaman,
zavallı annem,padişahın benim için çıkardığı idam fermanını bildiğinden,adamın
yalnız olduğunu anlar anlamaz,idam edildiğime hükmetmiş ve bu üzüntüsü
bir felçle sonuçlanmıştı... '

' Benim yıllarım mücadele ile, onun yılları keder ve üzüntü ile geçti.
Padişah ve hükümeti ile birlikte bütün düşmanların sürekli baskı ve işkencesi
altında yaşadı.Oturduğu ev,bin bir çeşit nedenlerle basılır,aranır kendisi sürekli
olarak benim için tedirgin edilirdi.Annem İstanbul'da geçirdiği son üç buçuk
yılın bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi.
İşte bu sürekli gözyaşları, ona gözlerini kaybettirmiştir.
Çok kısa bir süre önce onu İstanbul'dan yanıma aldırabilirdim.
Ana oğul kavuşmuştuk...Ama madde olarak ölüydü,sadece mana olarak yaşıyordu... '

' Annemi kaybettiğim için, kuşkusuz çok üzgünüm.Ancak büyük bir avuntum var:
En büyük anamız vatanı batıran ve yokluğa sürükleyen yönetim,bir daha
hortlamamak üzere,yokluk çukuruna gömülmüştür.Annem,sonsuza kadar
bu toprağın altında yatacak,Ulusal Egemenlik de sonsuza kadar bu toprağın
üstünde bayrak olup dalgalanacaktır.İşte beni avutan en büyük güç budur...
Evet,Ulusal Egemenlik, bu toprakların üstünde sonsuza kdar sürecektir...
Annemin mezarı üzerinde ve Allah'ın huzurunda yemin ediyorum:
Bu kadar kan dökerek milletin kazandığı Ulusal Egemenliği korumak ve savunmak
için gerekirse anamın yanına uzanmaktan asla göz kırpmayacağım...
Ulusal Egemenlik için CANIMI VERMEK,BENİM VİCDAN VE NAMUS BORCUM
OLSUN!.. '


Dinleyenlerin gözlerinden ip gibi yaşlar akıyordu...Gazi Paşa da yanağından yuvarlanan
yaşları saklamadan konuşmasını bitirmişti.

KAYNAKÇA : Atatürk'ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor...Latife ve Fikriye İki Aşk Arasında ATATÜRK

Yazarı : İsmet Bozdağ

24Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:26 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

SEVMEK NE KELİME ATAM, TAPARIM!


Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti.

O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:

- Beni hakikaten sever misiniz?

Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:

- Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!

- Peki her dediğimi de yapar mısınız?

- Derhal

Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır.

- Öyleyse, al tabancamı, sık kafana...

- "Aman Atam" der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz. Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar’dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz. Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır.

İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:

- Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?

Ruhu şad olsun.

Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları

25Atatürk'ün Hatıraları Empty Geri: Atatürk'ün Hatıraları Salı Nis. 22, 2008 7:27 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

A be hemşerim!.."

Neşeli bir toplantının oldukça ilerlemiş bir saatinde bir vatandaş, "A be Paşam," diye söze başladı:

- Ne vakittir merak ederiz; Millî Mücadele’nin sonuna doğru, "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!.." emrini vermiştiniz. Akdeniz ilk hedef olduğuna göre, ikinci hedef neresidir?

Atatürk kendisine teklifsizce "A be Paşam" deyişinden Rumelili olduğu anlaşılan bu vatandaşa dikkatle ve yumuşak bir gülümsemeyle baktıktan sonra, masadaki kadehini alarak kaldırdı:

"A be hemşerim" dedi. "Hele şimdilik ilk hedefin şerefine içelim..."

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 4 sayfası]

Sayfaya git : 1, 2, 3, 4  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz