.:Cumhuriyet Lisesi:.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.:Cumhuriyet Lisesi:.

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Nutuk | Söylev

Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3 ... 7, 8, 9, 10, 11, 12  Sonraki

Aşağa gitmek  Mesaj [8 sayfadaki 12 sayfası]

176Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:36 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

1'İNCİ ORDU KOMUTANI ALİ İHSAN PAŞA'NIN YARATTIĞI DURUM


Burada, sırası gelmişken bir noktayı belirtmeliyim. Ordularımızdan birinin, 2' nci Ordu'nun komutanı bugün Askerî Şûra üyelerinden olan Şevki Paşa Hazretleri idi. 1' inci Ordumuzun komutasını Malta'dan gelmiş olan İhsan Paşa 'ya vermiştik. İhsan Paşa 'nın, kendisini Divan-ı Harbe kadar götüren yersiz ve davranışlarından dolayı, ordu komutanlığından uzaklaştırılması gerekti. Gerçekten, Ali İhsan Paşa; ordunun disiplinini ve genel yönetimini bir çıkmaza sokacak şekilde hareket etti. Örnek olarak, ordusundaki ast komutanlarda, üst komutanlara karşı itaatsizlik edecek durumlar yarattı.



Söz gelişi, ambarlarının mevcudunu günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek genel yiyecek sıkıntısının çekildiği bir sırada, ansızın ambarlarının boşaldığını ve açlık tehlikesi bulunduğunu bildirdi.



Ast komutanları, üstlerine karşı itaatsizliğe ve görevlerini yapmamaya kışkırtma ve bu davranışları destekleme gibi tutumları yanında, ordunun emirlere uyma ve görev duygusuyla oynayacak kadar entrikacı bir yaratılışta olduğu kanaatini de uyandırdı.



Ali İhsan Paşa 'nın bilinen, kendisine has özelliklerinden başlıcaları şunlardı :



En küçük birliklere kadar bütün ordusuna, önemli önemsiz her işin ve her kararın ancak kendisi tarafından verileceğini telkin ederek bütün ordusunda yalnız kendisinin kudret sahibi olduğunu zannettirmek. Büyüklerinden daha üstün olduğunu herkese ispatlamak düşüncesine kapılmak. Gerek resmî iş gerek özel davranış bakımından büyüklerinin itibarlarını düşürmeye çalışmak. Savaş açısından tedbirde yerindelik ve sinirde sağlamlık yönleriyle kendisini deneme fırsatı bulunmamış olmakla birlikte, bu hususta anlaşılan karakteri şuydu :



Herhangi bir başarısızlığı mutlaka astına veya üstüne yükleme yolunu her zaman düşünmesi. İhsan Paşa, yumuşak ve nazik davranışlardan çok, sert ve resmi davranışla iş yaptırmayı gerekli bulur.



Ali İhsan Paşa 'nın huyu ve ahlâkı konusunda, kendisinin kurmay başkanı iken çekilmek zorunda kalan Yarbay H â l i t B e y'in (Sonradan Kastamonu Milletvekili olmuştur) Batı Cephesi Komutanlığı'na verdiği 20 Ocak 1922 tarihli resmî bir raporunun bazı bölümlerini olduğu gibi bilginize sunacağım. H â l i t B e y, Birinci Dünya Savaşı'nda, Irak'ta da Ali İhsan Paşa ile birlikte bulunmuştu. Sözünü ettiğim raporda şu cümleler vardır :



" . .. . .... . . . . .... .... .... .... .. . ..... .... .. . ...... .. ................ . . . .... . ..... . . . . . . .. . . . ..... Komutanım Ali İhsan Paşa 'nın geldiği günden beri ast komutanların haysiyetini ve görev yapma isteğini kıracak davranışlar içinde bulunması ve yapılan yazışmalardan anlaşılmış olacağı üzere Cephe Komutanlığı'na karşı astlara hissettirecek derecede yakışıksız bir haberleşme kapısı açması, benlik kokusu hissedilen düşünce yarışına girişmesi, dünyanın değer verdiği ve saygı duyduğu cephe karargâhının nüfuzunu azaltmak istediğini anlatır bir davranış tarzını benimsemiş olması, beni ciddî olarak düşündürdü ve üzdü. Davranışlarını elimden geldiği kadar değiştirmeye çalıştım. Fakat yine büyük bir fark göremedim.



. .... . .. .... ....... .. ........ .......... .. . .. ....... .......... .... . ............ ....... . .... Aklında yer etmiş bencillik hastalığı, ün yapma hırsı, aşırı kıskançlık ve sonsuz bir bencilliığin etkisiyle baş olmak istediği, davranışlarından ve ast komutanlar yaninda söyledigi biribirine düşürücü sözlerden anlaşılıyordu. 11' nci Tûmen Komutanı istifamı işittikten sonra, bana gizli bir konuşmada :



A I i İhsan Paşa ' nın Malta'da iken kurtulması için F e r i t Paşa ' ya mektuplar yazdığını ve İngiliz mandasını kabul etmek için kendi karşısında saatlerce açıktan açığa konuşmalar ve tartışmalar yaptığını söyledi. Ali İhsan Paşa 'nın davranışlarına bakarak, bu sözleri dikkat çekici buldum.." Astlardan gelen bazı evrakı cepheye, cepheden geleni astlara olduğu gibi göndererek karşılıklı güven duygularmı sarsma şeklindeki davranışlan da ayrıca dikkati çekmektedir. Söz gelişi : Şeyhelvan dağının düşman eline geçişi ile ilgili yazışmaların olduğu gibi 2 nci Kolordu'ya, 5 inci Kolordu'dan yazılan bazı raporların da aynen cepheye yazılması gibi. Buna rağmen, söz konusu olayın sorumluluğunu 5' inci Kolordu Komutanı'na yüklemesi ve kendisinden cepheye şikâyette bulunması âmirlik niteliği ile bağdaştırılamaz, Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlattığı hâtıraları arasında, Ateşkes Anlaşması tarihinden bir gün önce, Musul güneyinde, Şarkat'ta esir olan Dicle Grubu nun esirlik sebebini yalnız o zaman grup komutanı olan (Şimdi Doğu Cephesi nde Tümen Komutanı imiş) Yarbay İ s m a i l H a k k ı B e y ' in üzerine atması da bu karakterinin delilidir. Dicle Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22 nci Alaylarla Avcı Alayından oluşmuştur. Bunlardan başka ayrıca 5' inci Tümen'den 13 ve 14' üncû Alaylar da parça parça esir verildi. Ateşkes Anlaşması'ndan bir gün önce 13.000 kişinin esir verilmesi, 50 kadar topun kaybı, gerçekte kendisinin şartlara ve duruma uygun olmayarak verdiği bir emir yüzündendir. İşte bu durum Musul ilinin kaybedilmesine yol açtı, Halbuki, ateşkes anlaşması yapılacağı belliydi. Gruba, Keyare mevziine çekilmek için direktif verilseydi, İngilizler gruba tesir etmek şöyle dursun yenemezlerdi bile. Bu gruba 5' inci Tûmen de katılabilirdi. Ateşkes anlaşması yapıldığı zaman, esir olan sekiz piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde kalırdı, Fakat sefil bir düşünce mantığa galebe çaImıştır.



Hâtıralarında, Dicle boyundaki bütün başan ve T o w n s h e n d ' in esir alınması şerefi, kendisine mâledilmiştir.... , Her başarıyı kendisine aitmiş gibi gösteren yayınlar yaptırmaktan maksadı, kamuoyunu aldatarak şöhret ve mevki kazanmaktır. Ünlü adamlarm hâtıralarını yayınlamak, millette övünme duygularını canlı tutar ve gereklidir de, ancak, tarihin sorumlu tutacağı kimselerin hareketlerini övünülecek şeyler arasında saymak tarihi lekeler ve gelecek nesilleri yanlış düşüncelere sürükler.



General M a r s h a l I 'ın :



Yanzı ölene kadar Musul'u terk ediniz; aksi halde savaş esirisiniz, emri aldığı zaman o büyüklük taslayan Paşa Hazretleri Sincar çölünü geçerek Nusaybin'egitmek için G e n e r a l M a r s h a l l'dan resmi bir yazı ile kendisini koruyacak iki zırhlı otomobil istedi ve bunların koruyuculuğunda A ş i r B e y ' le (şimdiki Milli Savunma Bakanı Müsteşar Yardımcısı A ş i r Paşa ' dır) beni Musul'da bırakarak Nusaybin'e gitti. Aşiretler arasında hükümetin manevi otoritesini de kırdı. Bu durumu görenlerin vicdanı sızladı. Zaho yoluyla, koruyucusuz gidebilirdi veya süvari alarak çölden geçebilirdi. Halep'te İngiliz generalinden şahsı için özel tren istedi ve yolda hakarete uğramaması için muhafız bulundurulmasını istemeyi de unutmadı. Gerektiğinde hayatının ve rahatının korunması için milli şerefi unutan paşa Hazretleri'nin ahlâkına örnek olmak üzere yukandaki olayları dile getirdim..... Eski komutanıma hoş görünmedim.Çünkü hırsına hizmet etmedim ve dalkavukluğunu yapmadım." Millete, Millî Ordu’yu kuran ve millete zaferler kazandıran büyük komutanlar gibi asil ruhlu, iyi niyetli kılavuzlar, komutanlar gerekir. Orduda birlik ve uyumun bozulmasına, görev aşkının zayıflamasına çalışanlar, dâhi de olsalar zararlı birer şahsiyettirler. Ben, çekilen emekleri bildiğim, girişilen kutsal mücadelede başarıya ulaşmayı istediğim için, kötû niyetli olmadığıma ve çıkar gözetmediğime namusum ve mukaddesatım üzerine yemin ederek bunları anlatmaya cür'et ettim. İran'da, Kafkas a'da uzun süre yaverliğini yapan (şimdi Birinci Ordu harekat şube müdürü) Binbaşı Cemil Bey son günlerde bana :" İyi ki Ali İhsan Paşa , Millî Mücadele'nin başlangıcında Anadolu'da bulunmadı. Malta'da bulunduğu iyi oldu. Aksi halde, hiç şüphe yok ki, aykırı bir yol tutardı dedi. Paşa'nın nasıl bir insan olduğunu çok iyi bilen Cemil Bey , pek doğru söylemiştir... Ulu Tanrı'dan kış uykusuna yatmış yılana güneş göstermesin dileğinde bulunurum.



Efendiler, Ali İhsan Paşa, Meclis'teki muhalifler grup ileri gelenleri ile de temas ve haberleşmelerde bulunuyordu. Kendisinin komutanlığına son verilerek, hakkında kanunî işleme devam edilmek üzere Millî Savunma Bakanlığı emrine verilmesini onayladığım. 18 Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı bulunan Rauf Bey'den, makina başında, İhsan Paşa ile ilgisini gösterir bir şifreli telgraf almıştım. Yeri gelince bu telgrafı da bilginize sunmuştum. O günlerde Adapazarı, İzmit taraflarında gezide bulunuyordum. R a u f B e y telgrafında diyordu ki : 1' inci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa' nın görevden alınarak Divan-ı Harbe verilmek üzere Konya'ya gönderildiğine dair Meclis çevrelerinde dedikodulara yol açan bir söylenti vardır.



Efendiler, bir komutanın görevden alınması, göreve tayini veya askerî mahkemeye verilmesi işleminin üzerinden bir gün bile geçmeden, Meclis'çe dedikodu olabilecek bir söylenti haline gelmesi ve Meclis İkinci Başkanı'nın bu olayla, benden açıklama isteyecek kadar yakından ilgilenmesi dikkat çekici değil midir? Rauf Bey'e tarafından gereken cevap verildi.1' inci Ordu Komutanlığı bir süre vekâletle idare edildi. Fakat birinin asil olarak tayini gerekiyordu. Moskova Sefirliği'nden dönmüş olan Fuat Paşa'nın 1' inci Ordu Komutanlığı'nı kabul edip etmeyeceği konusunda düşüncesini almak istedim. Anladım ki, cephe komutanlığı yapmış olduğundan, cephe komutanının emrine girmek istemiyor. Millî Savunma Bakanı bulunan Kâzım Paşa vasıtasıyla 1' inci Ordu Komutanlığı'nı, Refet Paşa'ya teklif ettirdim. Kabul etmemiş. Nihayet, o tarihlerde kayıtsız şartsız cephe emrine girerek görev yapacağını söyleyen ve açıkta bulunan Nurettin Paşa 'yı 1' inci Ordu Komutanlığı'na getirdik.

177Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:36 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

TAARRUZ PLANIMIZIN ANA ÇİZGİLERİ


Efendiler, düşman ordusunun cephe ve teşkilât durumu ile, ona karşı Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup düzenlenmiş olduğunu söylemiştim. Öteden beri tasarlamış olduğumuz taarruz plânımızın ana çizgilerini de arz edeyim :



Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverişli bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü.



Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu bakımdan gerektiği gibi bizzat incelemeler yapmışlardı. Hareket ve taarruz plânımız çok önceden tespit edilmişti.



Konya'ya gelmiş olan General Townshend'in isteği üzerine, kendisiyle görüşmek için, Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargâhı'nın bulunduğu Akşehir'e gittim. Savaş plânı üzerinde görüşürken Genelkurmay Başkanı'nın da katılmasını uygun bulduk. Ben, 24 Temmuzda Konya'ya gittim. 27'sinde tekrar Akşehir'e gelmişti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptığımız görüşme sonunda, tespit edilmiş olan plân gereğince taarruz etmek üzere, 15 Ağustosa kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına çalışmayı kararlaştırdık.



28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra yaptırılan bir futbol maçını seyretmek bahanesiyle ordu komutanları ve bazı kolordu komutanları Akşehir'e çağrıldı. 28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanların taarruzla ilgili görüşlerini aldım. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı ile yeniden görüşerek taarruzun şeklini ve ayrıntılarını tespit ettik. Ankara'dan çağırdığımız Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa da 1 Ağustos l922 öğleden sonra Eskişehir'e geldi. Ordu hazırlığının tamamlanmasında Millî Savunma Bakanlığı'na düşen işler tespit edildi.

178Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:37 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

TAARRUZA HAZIRLIK EMRİ


Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasını ve taarruzun bir an önce yapılmasını emrettikten sonra tekrar Ankara'ya döndüm. Batı Cephesi Komutanı, 6 Ağustos 1922'de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verdi. Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı Paşalar da Ankara'ya döndüler.



Efendiler, taarruz için yeniden cepheye gitmeden önce, Ankara'da yapılması gereken bazı işler vardı. Daha taarruz emri verdiğimi Bakanlar Kurulu'na da açıkça bildirmemiştim. Artık onlara recmî olarak haber verme zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda iç ve dış durumlarla ordunun durumunu görüşüp tartıştıktan sonra, taarruz konusunda Bakanlar Kurulu ile görüş birliğine vardık.



Önemli bir konu daha vardı. Muhalifler ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacağı yolundaki propagandalarına alabildiğine hız vermişlerdi. Gerçi, Meclis'te bu düşünce akımının bıraktığı yankılar, zaten düşmanlardan fazlasıyla gizlemek istediğim taarruz bakımından yararlıydı. Fakat bu olumsuz propaganda en yakın ve en inanmış kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye başlamış, onlarda da kararsızlıklar uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım taarruz konusunda ve altı yedi gün içinde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan güvenim hususunda aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli buldum. Bunu da yaptıktan sonra Ankara'dan ayrıldım. Genelkurmay Başkanı benden önce 13 Ağustos 1922'de cepheye gitmişti.



Ben birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi belirli birkaç kişi dışında bütün Ankara'dan gizledim. Benim Ankara'dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hattâ gazetelerde benim Çankaya'da çay ziyafeti verdiğimi de ilân edeceklerdi. Bunu şüphesiz o vakitler işitmişsinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz Çölü üzerinden Konya'ya gittim. Konya'ya hareketimi telgrafla orada kimseye bildirmediğim gibi, Konya'ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya'da bulunduğumun da hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00'da Batı Cephesi Karargâhı'nda yani Akşehir'de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana taarruz için Cephe Komutanı'na emir verdim.

179Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:37 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

26 AĞUSTOS 1922 TAARRUZ EMRİ


20/21 Ağustos 1922 gecesi 1' inci ve 2' nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı'na o göndermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b.çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.



24 Ağustos 1922'de karargâhımızı Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk.Sabah saat 5.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı.

180Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:38 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

BAŞKOMUTAN SAVAŞI

Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı verilmiştir),düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi.Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir'e doğru yol alırken ,diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.


Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı verilmiştir),düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi.Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir'e doğru yol alırken ,diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.

181Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:38 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ATEŞKES TEKLİFİ

Efendiler, Başkomutan Savaşı'nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu,resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü,düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp,düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak, biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey 'den, Ateşkes konusunda İstanbul'dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.Verdiğim cevap aynen şöyledir :



Tel. Makama özel 5.9.1922

Bakanlar Kurulu Başkanlıgı

Yüksek Katına



Anadolu'daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye uğratılmıştır. Yunan ordusunun artık yeniden ciddî bir direnişte bulunmasına ihtimal yoktur. Anadolu için herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Ateşkes ancak Trakya için sözkonusu olabilir. Bu bakımdan Eylülün onuna kadar doğrudan doğruya Yunan Hükümeti veyahut Ingiltere vasıtasıyla, hükümetimize resmen başvurduğu takdirde, aşağıdaki şartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylülün onundan sonra yapılacak başvurmaya verilecek cevap başka türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrıca bildirilmelidir :


1- Ateşkes Anlaşması tarihinden başlayarak on beş giın içinde Trakya,1914sınırlarına kadar kayıtsız şartsız Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin sivil memurlarına ve askerî kuwetlerine teslim edilmiş bulunacaktır.

2 - Yunanistan'daki esirlerimiz on beş gi.i.n içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında bize teslim edilecektir.

3 - Yunan Hükûmeti, Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu’da yaptığı ve yapmakta olduğu tahribatı tamir etmeyi şimdiden taahhüt edecektir.

Büyük Millet Meclisi Başkanı

Başkomutan

Mustafa Kemal

182Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:38 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ORDULARIMIZ İZMİR RIHTIMINDA İLK VERDİĞİM HEDEFE, AKDENİZ'E ULAŞTILAR




Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir'deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922'de Kemalpaşa'da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa'da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe,, Akdeniz'e ulaşmış bulunuyorlardı



Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamıyla yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.



Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.



Bu eser, Türk milletinin hüriyyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunıın başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.



Efendiler, işte şimdi diplomasi alanına geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulaşacağından ümitsiz oldukları için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme bağlama kanaat ve iddiasında olanları, dediklerini yapma hususunda biraz fazlaca bekletmiş oldum. Bununla birlikte, sonunda benim de diplomasi alanında ciddî olarak çaba harcadığımı görerek memnun olmaları gerekirdi. Böyle olup olmadığını göreceğiz.



Ordularımız, İzmir ve Bursa'yı geri aldıktan sonra, Trakya'yı da Yunan ordusundan kurtarmak için İstanbul ve Çanakkale doğrultusunda yürüyüşlerine devam ederken, İngilizlerin o zamanki başbakanı bulunan Lloyd George, fiilen harbe karar vermiş bir tavırla ve yardımcı birlikler gönderilmesi isteğiyle dominyonlara müracaat etmiş. Yalnız, ondan sonra olup bitenlere bakılırsa LIoyd George'un isteğinin yerine getirilmediğini kabul etmek gerekir.

183Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:39 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

İTİLAF DEVLETLERİNİN 23 EYLÜL 1922 TARİHLİ ATEŞKES TEKLİFİ



Bu sıralarda, İstanbul'da Fransız Fevkalâde Komiseri bulunan General Pelle benimle görüşmek üzere İzmir'e geldi. diye adlandırdığı bir bölgeye, ordularımızın girmemesinin yerinde olacağını tavsiye eti. Millî hükümetimizin böyle bir bölge tanımadığını, Trakya'yı da kurtarmadıkça ordularımızın durdurulmasına imkân olmadığını söyledi. General PelIe, bana,Mösyö Franklin BouilIin 'un benimle görüşmek üzere gelmek istediğini bildiren, kendisine çekilmiş özel bir telgrafını gösterdi.Kendisini İzmir'de kabul edeceğimi söyledim. Mösyö Frank1inBoui1Ion, bir Fransız harp gemisiyle İzmir'e geldi. Fransız Hükümeti adına ,İngiliz ve İtalyan Hükümetlerinin de uygun görmeleri üzerine, benimle görüşmeler yapmaya geldiğini söyledi. Biz Franklin Bouillon'la görüşürken, İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanları imzasını taşıyan 23 Eylül 1922 tarihli bir nota geldi. Bu notada iki önemli nokta yer alıyordu. Bunlardan biri askerî harekâtın durdurulmasıyla diğeri de Barış Konferansı'yla ilgiliydi.

Biz, Rumeli'de Doğu Trakya'yı millî sınırlarımıza kadar tamamen almadıkça askerî hareketten vazgeçemezdik. Ancak, yurdumuzun bu bölgesinden düşman birlikleri çıkarıldığı takdirde böyle bir harekete devam etmeye kendiliğinden gerek kalmayacaktı. Bu notada, Venedik veya başka bir şehirde toplanacak olan İngiliz, Fransız, İtâlyan, Japon, Romen,Sırp - Hırvat - Sloven Devleti ile Yunanistan'ın da çağrılacağı bir konferansa, delegelerimizi göndermeyi kabul edip etmeyeceğimiz sorulmakla birlikte, görüşmeler sırasında Boğazlardaki tarafsız bölgelere bizden asker gönderilmemesi şartıyla, Edirne dahil olmak üzere Meriç'e kadar Trakya’nın bize iadesi ile ilgili talebimizin olumlu karşılanacağı bildiriliyordu.

Notada, boğazlardan, azınlıklardan ve Milletler Cemiyeti'ne girmemizden de söz ediliyordu.

Konferansın toplanmasından önce, Yunan birliklerinin, İtilâf Devletleri komutanlarının çizdikleri bir hattın gerisine çekilmesi için, İtilâf Devletleri'nin nüfuzunu kullanacağına söz verilmekte ve bu konuda görüşülmek üzere Mudanya veya İzmit'te bir toplantı yapılması teklif edilmekteydi.

184Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:39 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

MUDANYA KONFERANSI

29 Eylül 1922 tarihinde, bu notaya verdiğim kısa bir cevapta, Mudanya Konferansı'nı kabul ettiğimi bildirdim. Fakat Meriç nehri'ne kadar Trakya’nın derhal bize geri verilmesini istedim. 3 Ekimde toplanmasının uygun olacağını söylediğim Mudanya Konferansı'na, Başkomutanlık adına olağanüstü yetkiyle Batı Cephesi Orduları Komutanı İsmet Paşa 'yı delege tayin ettiğimi bildirdim. Bu notaya hükümetçe de 4 Ekim l922tarihli etraflı bir cevap verildi. Bu cevapta, konferans yeri olarak İzmir teklif edildi. Boğazlar meselesi dolayısıyla, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Cumhuriyetleri'nin de daveti istendi. Diğer konular üzerindeki görüşlerimiz de ana çizgileriyle bildirildi.



Mudanya'da, İsmet Paşa 'nın başkanlığı altında, İngiliz delegesi General Harrington, Fransız delegesi General Charpy, İtalyan delegesi Genera1 MonbeI1i 'nin katıldıkları konferans toplandı. Bir hafta kadar süren tartı$malı görüşmelerden sonra, 11 Ekimde, Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandı. Böylece, Trakya anavatana katılmış oldu.



Efendiler, zaferden sonra, bizim İzmir'deki siyasî temaslarımız üzerine, Ankara'da Bakanlar Kurulu'nun daha doğrusu bazı bakanların telâşlı bir duruma girdikleri farkedildi.



Askerî görevimin son bulmuş olduğunu, bundan sonraki siyasi işlerin Bakanlar Kurulu'na ait olduğunu hissettirecek şekilde, beni Ankara'ya davet ettiler. Halbuki, ne askerî görevim son bulmuştu ne desiyasî ve diplomatik konularla ilgilenmek ve uğra$maktan kendimi aIabilirdim. Bu bakımdan, İzmir'den ordunun başından ve başlattığım siyasî ilişkilerden uzaklaşamazdım. Bundan dolayıdır ki, benimle görüşmek isteğinde bulunan ve bunda direnen hükûmet üyelerinin veya ilgili bakanların İzmir'e yanıma gelmelerini teklif ettim. Hükûmet Başkanı Rauf Bey 'le Dışişleri Bakanı Yusuf Kema1 Bey geldiler. Rauf Bey, İzmir'de bana bazı özel dileklerini de bildirdi. Sözgelişi, A1i Fuat Paşa ile Refet Paşa 'nın, zafer dolayısıyla terfi ettirilmelerini ve kendilerine uygun birer görev verilerek memnun edilmelerini rica ettiler. Bildiğiniz üzere, muharebeden önce A1i Fuat ve Refet Paşa'ların bu harekâta katılmaları için türlü yollarla teşebbüste bulunmuştum; fakat başaramadım. Zaferden dolayı, Muharebe'de fiilen hizmet edip liyakat göstermiş olan komutanlar ve subaylar terfi ettirilmek ve takdir edilmek suretiyle elbette ödüllendirilmişlerdi.Askerî harekâta katılmaktan kaçınan kimselerin de bizzat orada bulunanlarla birlikte ödüllendirilmeleri elbette kötü etki yapabilirdi .Kısacası, Rauf Bey'e dileklerini yerine getiremeyeceğimi söyledim. Fakat A1i Fuat Paşa, Meclis İkinci Başkanı bulunduğuna göre, mevkii ve görevi kendisini memnun edebilecek bir seviyede idi. Yalnız, açıkta bulunan Refet Paşa için uygun bir görev bulmaya çalışacağıma söz verdim. Kendisini İzmir'e davet etmesini sövledim. Refet Paşa,İzmir'e gelmişti. Fakat bu geliş tam benim Ankara'ya döndüğüm geceye rastladığı için kendisiyle orada görüşme imkânı olamadı.

185Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:39 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

BARIŞ KONFERANSI'NA GÖNDERDİĞİMİZ DELEGELER

Refet Paşa'ya görev verilmesi ,daha sonra Ankara'dan Bursa'ya gidişim sırasında oldu.Efendiler, İzmir'den Ankara'ya dönüşümde, başlıca Mudanya Konferansı görüşmeleriyle uğraşıldı. Bir yandan da Bakanlar Kurulu'nda, Meclis'te ve komisyonlarda Barış Konferansı'na gönderilebilecek delegeler hey'eti söz konusu oluyordu. Bakanlar Kumlu Başkanı Rauf Bey, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve Sağlık Bakanı bulunan Rıza Nur Bey, gidecek delegeler hey'etinin tabii üyeleri gibi görülüyordu. Ben, bu konuda daha kesin bir görüş ve kararımı tespit etmemiştim. Ancak, Rauf Bey'in başkanlığı altındaki bir hey'etin bizim için hayati önemi olan bir konuda başarı kazanabileceğinden emin olamıyordum. Rauf Bey'in de kendisini zayıf görmekte olduğunu hissediyordum. Müşavir olarak İsmet Paşa'nın yanına verilmesini teklif etti. Bu teklifle ilgili görüşümü belirtirken, "İsmet Paşa'dan müşavir olarak elde edilecek yarar sınırlıdır. İsmet Paşa başkan olursa kendisinden azami ölçüde yararlanılabileceğine ben de inanıyorum" dedim. Bu nokta üzerinde uzun boylu görüşülmedi. Ondan sonra Rauf Bey, delegeler hey'etine kimlerin gireceği konusundaki türlü çalışmalarına devam ettiler. Ben buna önem verir görünmedim. Mudanya Konferansı sona ermişti. İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Bursa'da bulunuyorlardı. Kendileriyle görüşmek üzere Bursa'ya gittim.

186Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:40 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

İSMET PAŞA'NIN DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI'NAVE DELEGELER HEY'ETİ BAŞKANLIĞINA SEÇİLMESİ

Bursa'ya giderken yanımda Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa vardı. Doğuda aleyhindeki çeşitli tepki ve gösteriler dolayısıyla görev yapma imkanını bulamadığından Ankara'ya gelmeye mecbur olan Kazım Karabekir Paşa ile İstanbul'da kendisine görev vermek üzere Refet Paşa'yı da birlikte götürdüm. Bursa'da kaldığım günlerde, Refet Paşa'yı, bilindiği gibi Istanbul'a gönderdim .İsmet Paşa'nın da, mevcut bunca bilgime rağmen, delegeler hey'etine başkanlık edip edemeyeceğini bir daha inceledim. Mudanya Konferansı'nı nasıl idare ettiğini ayrıntılı olarak anlamaya çalıştım. İsmet Paşa'nın kendisine tasavvurlarımla ilgili hiçbir kelime söylemiyordum. Sonunda kararımı olumlu olarak verdim. İsmet Paşa'nın Delegeler Hey'eti Başkanı olabilmesi için daha önce Dışişleri Bakanı olmasını uygun gördüm. Bunu sağlamak için doğrudan doğruya Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'e özel ve gizli olarak yazdığım bir şifreli telgrafta. kendisinin Dışişleri Bakanlığı'ndan çekilmesini ve yerine İsmet Paşa'nın seçilmesini, bizzat yardımcı olmasını rica ettim. Ankara'dan hareket etmeden önce, Yusuf Kema1 Bey, bana, Delegeler Hey'eti Başkanlığını en iyi İsmet Paşa'nın yapabileceğini söylemişti. Yusuf Kema1 Bey'den, kendisine bildirdiğim ricamı yerinde bularak gereğini yerine getirmeye çalıştığını bildiren bir cevap aldım.

187Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:40 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

LOZAN ( LAUSANNE ) BARIŞ KONFERANSI'NA DAVET

İşte ondan sonra idi ki, İsmet Paşa'ya, bir oldubitti şeklinde Dışişleri Bakanı olacağını ve ondan sonra da Barış Konferansı'na Delegeler Hey'eti Başkanı olarak gideceğini söyledim. Paşa, birdenbire şaşırdı. Asker olduğunu söyleyerek özür diledi. En sonunda teklifimi emir sayarak boyun eğdi. Tekrar Ankara'ya döndüm. Bu sırada, İtilaf Devletleri tarafından, 28 Ekim 1922'de Lozan'da toplanacak olan Barış Konferansı'na davet edildik. Itilaf Devletleri, hala İstanbul'da bir hükümet tanımak istiyor ve onu da bizimle birlikte konferansa davet ediyordu.

188Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:40 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

SALTANATIN KALDIRILMASI

Bu birlikte davet edilme durumu, şahsi saltanatın kaldırılması işini kesin olarak sonuçlandırdı. Ger-çekten de 1 Kasım 1922 tarihli kanun gereğince, hilafet ile saltanat biribirinden ayrıldı. Iki buçuk yılı aşan bir zamandan beri fiilen hükmünü yürüten milli saltanatın varlığı kabul edildi. Hilafet, açıklık kazanmış bir hakka sahip olmaksızın bir süre daha bırakıldı. Efendiler, bu konuda zabıtlara geçmiş yeterince bilgi vardır. Konunun özel yönleri ile ilgili noktalar, belki yüce hey'etinizi ilgilendirir düşüncesiyle, bazı bilgiler sunacağım: Bilindiği gibi, "saltanat" ve "hilafet" makamları ayrı ayrı ve birleşmiş olarak önemli meselelerden sayılmaktaydı. Bunu doğrulayan bir hatıramı anlatayım: 1 Kasım 1922 tarihinden önce, muhalifler, Meclis çevresinde benim saltanatı kaldıracağım yolunda telaşlı ve heyecanlı propaganda yapıyorlardı. Rauf Bey, bir gün Meclis'teki odama gelerek benimle bazı onemli konuları görüşmek istediğini ve akşam Keçiören'de Refet Paşa'nın evine gidersem daha güzel konuşabileceğimizi söyledi. Rauf Bey'in teklifini kabul ettim. Fuat Paşa 'nın da orada bulunmasına izin vermemi istedi. Onu da uygun gördüm. Refet Paşa'nın evinde dört kişi toplandık. Rauf Bey'den dinlediklerimin özeti şuydu: Meclis, Saltanat makamının belki de Hilafet'in ortadan kaldırılması görüşünün benimsenmiş olduğu endişesiyle üzgündür. Sizden ve sizin ileride benimseyeceğiniz tutumdan şüphe etmektedir. Bu bakımdan Meclis'e ve dolayısıyla millet kamuoyuna güven vermeniz gerektiğine inanıyorum

189Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:41 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

RAUF BEY'İN SALTANAT VE HİLAFET KONUSUNDAKİ DÜŞÜNCESİ

Rauf Bey'den saltanat ve hilafet konusundaki kanaat ve düşüncesinin ne olduğunu sordum. Verdiği cevapta şu açıklamalarda bulundu: Ben, dedi, saltanat ve hilafet makamına vicdanımla ve duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam, Padişahın ekmeği ve nimetiyle yetişmiş, Osmanlı Devleti'nin ileri gelen adamları sırasına geçmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olmam. Padişah'a bağlılık borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem gereğidir. Bunlardan başka, genel bir görüşüm de vardır. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir. 0 da saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı ortadan kaldırıp onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve büyük acılara yol açar. Bu da asla doğru olamaz. Rauf Bey'den sonra, karşımda oturan Refet Paşa'nın görüşünü sordum. Refet Paşa'dan aldığım cevap şuydu: "Rauf B e y 'in düşünce ve görüşlerinin hepsine katılırım. Gerçekten de bizde padişahlıktan ve halifelikten başka bir idare şekli söz konusu olamaz." Ondan sonra, Fuat Paşa'nın düşüncesini öğrenmek istedim. Paşa. Moskova'dan yeni döndüğünden, durumu, halkın duygu ve düşüncelerini daha yeterince incelemeye vakit bulamadığından söz ederek, görüşülen konu üzerinde kesin bir düşünce ve görüş ileri süremeyeceğini bildirdi ve özür diledi. Ben, karşımdakilere kısaca şu cevabı verdim: "Üzerinde durduğunuz konu bugünün işi değildir. Meclis'te bazılarının telaş ve heyecana kapılmalarına da gerek yoktur. Rauf Bey, bu cevabımdan memnun göründü. Fakat şu veya bu şekilde bu konu etrafındaki görüşmelere yine devam edildi. Akşam üzeri başlayan konuşmalarımız, bütün gece, sabaha kadar uzadı. Rauf Bey 'in bir şeyi sağlama bağlamak istediğini hissettim. Benim hilafet ve saltanat ve ileride şahsen alabileceğim durumla ilgili olarak kendilerine söylediğim ve inandırıcı buldukları sözleri bana kürsüden bizzat Meclis'e karşı söyletmek... Kendilerine söylediğim sözleri olduğu gibi Meclis'e karşı söylemekte de bir sakınca görmediğimi bildirdim. üstelik bu sözleri kurşun kalemle bir kağıt parçasına yazarak ertesi gün bir sırasını düşürüp Meclis'te söyleyeceğime söz verdim. Verdiğim bu sözü yerine de getirdim. Benim bu konuşmam muhaliflerce, Rauf Bey 'in başarısı olarak sayılmış ve kendisi takdir edilmiş...

190Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Perş. Nis. 24, 2008 2:41 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

MECLİS'TE SALTANATIN KALDIRILAMSI GÖRÜŞÜLÜRKEN RAUF BEY'E VERDİĞİM ROL



Efendiler, belki birtakım kimselere göre. Rauf Bey, üzerine aldığı görevi yerine getirmişti. Ben de açıkladığım üzere, genel ve tarihi görevimin o güne ait safhasını tamamlamıştım. Ancak, genel görevimin emrettiği asıl noktayı hedefe ulaştırmak ve uygulamaya geçmek gerektiği zaman da asla kararsızlığa düşmedim. Tevfik Paşa' nın telgrafları dolayısıyla saltanatı hilafetten ayırmaya ve önce saltanatı kaldırmaya karar verdiğim zaman, ilk yaptığım işlerden biri de, derhal Rauf Bey'i, Meclis'teki odama çağırmak oldu. Rauf Bey'in, Refet Paşa 'nın evinde sabahlara kadar dinlediğim düşünce ve görüşlerini hiç bilmiyormuşum gibi davranarak, ayakta, kendisinden şu istekte bulundum: "Hilafet ve saltanatı biribirinden ayırarak saltanatı kaldıracağız! Bunun doğru olduğu konusunda kürsüden bir konuşma yapacaksınız! " Rauf Bey ile bundan başka bir tek kelime konuşmadık. Rauf Bey odamdan çıkmadan önce, aynı maksatla çağırmış olduğum Kazım Karabekir Paşa geldi.Ondan da aynı şekilde konuşmasını rica ettim. Efendiler, o tarihe ait Meclis tutanaklarında görüldüğü üzere, Rauf Bey, kürsüden bir iki defa görüştü ve hatta saltanatın kaldırıldığı günün bayram olarak kabul edilmesi teklifini de ortaya attı. Burada bir nokta, kafalarda düğüm olarak kalabilir. Bana, Padişah'a bağlılığı borç bildiğinden, saltanat makamı yerine başka nitelikte bir makamın getirilmesine çalışmanın felakete ve büyük acılara yol açacağını söylemiş olan Rauf Bey, benim yeni kararımı öğrendikten sonra ve hele kararımın desteklenmesi ve saltanatın kaldırılması için Meclis'te bir konuşma yapmasını teklif etmem karşısında, ne düşündüğünü bile söylemeden boyun eğmiştir. Bu tutum ve davranış nasıl yorumlanabilir? Rauf Bey eski inanç ve görüşlerini değiştirmiş miydi? Yoksa bu görüşierinde esasen samimi değil miydi? Bu iki noktayı biribirinden ayırmak ve biri üzerinde kesin bir yargıya varmak güçtür. Efendiler, böyle şüpheli bir yargıda bulunmaya girişmektense, durumun daha iyi anlaşılmasını kolaylaştıracak bazı safhaları, işlemleri ve tartışmaları yüksek hey'etinize hatırlatmayı tercih ederim.

191Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:49 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

LOZAN BARIŞ KONFERANSI'NA TEVFİK PAŞA VE ARKADAŞLARI DA KATILMAK İSTİYORDU

Daha önce bilginize sunmuştum ki, saltanatın kaldırılması, Lozan Konferansı'na Istanbul'dan da bir delegeler hey'etinin davet edilmesi ve Istanbul'un, yani Vahdettin, Tevfik Paşa ve arkadaşlarının da böyle bir daveti. Türk milletinin büyük emeklerle, fedakarlıklarla elde ettiği kazançları küçültmek, belki de anlamsız kılmak pahasına da olsa, kabul etmelerinden ileri gelmişti. Tevfik Paşa, önce bana bir telgraf çekti. 17 Ekim 1922 tarihli bu telgrafta, Tevfik Paşa, kazanılan zaferin, bundan böyle İstanbul ile Ankara arasında anlaşmazlık ve ikiliği kaldırmış ve milli birliğimizi sağlamış olduğunu yazıyordu. Yani Tevfik Paşa demek istiyordu ki "memlekette düşman kalmadı; o halde, padişah yerinde, hükümet onun yanında; millete düşenin de bu makamların vereceği emirlere uymaktır. Böyle olunca da, elbette birliğe engel bir şey kalmamış olur." Yalnız, Tevfik Paşa. Ankara'dan biraz daha yardım istemek akıllılığını gösteriyordu. 0 da, Barış Konferansı'na İstanbul ile Ankara'nın birlikte davet edilmiş olması dolayısıyla, daha önce benden çok gizli talimat almış bir kimsenin elden gelen sür'atle İstanbul'a gönderilmesini sağlamaktı (Belge: 260). Tevfik Paşa'ya verilmek üzere, İstanbul'da Hamit Bey'e çektiğim telgraf la "Tevfik Paşa ve arkadaşlarının devletin siyasetini bulandırmaktan vazgeçmemelerinin ne büyük bir sorumluluk doğuracağının aşikar bulunduğunu" bildirdim (Belge: 261). Neyazık ki,Hamit Bey, bu telgrafın aynen Tevfik Paşa'ya bildirilmesi gerektiğinde kararsızlığa düşmüş, bunu kendisine gönderilen talimat sanmış; bununla birlikte bu telgrafımda yazılanlar çerçevesinde, Tevfik Paşa'ya üç gün içinde beş defa tebligatta bulunmuş; hatta Tevfik Paşa ve çalışma arkadaşlarının konferansa delege göndermeleri için gazetelere, ajanslara, verilmesi gereken demecin esaslarını bildiren bir müsveddeyi bile kendilerine göndermiş (Belge: 262).

192Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:49 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ÇIKARLARINI KİRLİ BİR TAHTIN ÇÜRÜMÜŞ, ÇÖKMÜŞ AYAKLARINA SARILMAKTA BULANLAR
Bütün çıkarlarını yalnız kirli bir tahtın çürümüş çökmüş ayaklarına sarılmakta gören, Tevfik Paşa ve benzeri paşalardan kurulu Vahdettin Hükümeti'nin, gizli maksatlarını ne olursa olsun kabul ettirmekten başka hiçbir şeyle uğraşmadıkları anlaşılıyordu. Tevfik Paşa, bana çektiği telgrafa verilen cevaptan haberi olmadığını bildirdikten sonra, doğrudan doğruya 29 Ekim 1922 tarihli telgrafıyla ve Sadrazam ünvanıyla Meclis Başkanlığı'na başvurdu (Belge: 263). Bu telgrafta yazılanlar, Osmanlı devrinin Tevfik Paşa'larına yaraşır bir biçimdeydi. Tevfik Paşa ve arkadaşları, bu telgraflarında, kazanılan başarının elde edilmesine hizmet ettiklerinden bahsedecek kadar cesaret gösterebilmişlerdir. Efendiler, gayri meşru olarak, Osmanlı Devlet'inin Hükümeti adını taşımak gafletinde bulunan Tevfik Paşa, Ahmet İzzet Paşa ve benzerlerinden kurulu son Osmanlı Hükümeti üzerinde daha fazla durmanın bir yararı yoktur. Sözü Meclis görüşmelerine getireceğim. Üzerinde durduğumuz konu dolayısıyla, Meclis'te 30 Ekim 1922 günü görüşmeler başladı. Birçok konuşmacı birçok şeyler söyledi. Istanbul'daki Osmanlı Hükümet'lerini ele aldılar. Ferit Paşa devresinden sonra Tevfik Paşa perdesinin açıldığını ve bu perdeyi açanların idrakten yoksun, vicdandan yoksun birtakım insanlar olduğunu belirterek, bu adamlara gereken kanuni işlemin yapılmasını istediler. "Böyle bir anlayışta olan, yani bize bu kadar ahmakça tekliflerde bulunan kimseler -...- gerçekten Babıali'nin tarihi kimliğine imzasını koyan ve her şeyden çok oraya bağlı olan şahıslardır.. ." dediler. İstanbul'da hükümet adını ve kimliğini takınan adamların; Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na göre cezalandırılmalannı isteyen önergeler okundu. Efendiler, Osmanlı Imparatorluğu'nun yıkılmış olduğunu, yeni bir Türkiye Devleti'nin doğduğunu, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince hakimiyet haklarının millete ait bulunduğunu ifade eden bir önerge hazırlandı. Sekseni aşkın arkadaşa imza ettirildi. Bu önergede benim de imzam vardır. Bu önerge okunduktan sonra, ciddi olarak muhalif duruma geçenlerin başında iki kişi vardı. Bunlardan biri Mersin Milletvekili bulunan Salahattin Bey'dir. İkincisi, İzmir'de asılan Ziya Hurşit'tir. Bunlar Saltanat'ın kaldırılmaması görüşünde olduklarını açıkca belirttiler.

193Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:50 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

OSMANLI SALTANATININ KALDIRILMASI KARARININ VERİLDİĞİ GÜN, TEŞKİLAT-I ESASİYE, ŞER'İYE VE ADLİYE KOMİSYONLARININ ORTAK TOPLANTISI

Efendiler, 31 Ekım 1922 günü Meclis toplanmadı. 0 gün Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısı oldu. Bu toplantıda, Osmanlı Saltanatı'nın kaldırılmasının zaruri olduğunu anlattım. 1 Kasım 1922 günü yapılan Meclis toplantısında, aynı konu uzun tartışmalara uğradı. Meclis'te de geniş bir konuşma yapmak gereğini duydum (Belge: 264).İslam ve Türk tarihinden örnekler vererek hilAfet ve saltanatın ayrılabileceğini, milli hakimiyet ve saltanat makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini, tarihi olaylara dayanarak açıkladım. Hülagü'nün Halife Mu'tasım'ı idam ettirerek yer yüzünde hilafete fiilen son verdiğini ve 1517'de Mısır'ı alan Yavuz, ünvanı halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilafet ünvanının günümüze kadar miras kalmış bulunamayacağını anlattım. Bundan sonra bu konu ile ilgili önergeler üç komisyona, Teşkilat-ı Esasiye, Şer'iye ve Adliye Komisyonları'na gönderildi. Bu üç komisyon üyelerinin bir araya gelip, konuyu bizim güttüğümüz maksada uygun bir çözüme bağlaması elbette güçtü. Durumu yakından ve bizzat takip etmek gerekti.

194Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:50 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

KARMA KOMİSYONA ANLATTIĞIM GERÇEK

Üç komisyon bir odada toplandı. Başkanlığına Hoca Müfit Efendi'yi seçti. Konuyu görüşmeye başladılar. Şer'iye Komisyonu'nda bulunan hoca efendiler, hilafetin saltanattan ayrılamayacağını, bilinen safsatalara dayanarak iddia ettiler. Bu iddiaların yersizliğini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konuşabilecek olanlar ortaya çıkar görünmediler. Biz, çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu şekildeki görüşmelerin istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı. Bunu anladık. Sonunda, karma komisyon başkanından söz istedim. Önümüzdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şu konuşmayı yaptım: "Efendim, dedim, hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakımıyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hakimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar. Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazı kafalar kesilecektir. İşin ilim yönüne gelince, hoca efendilerin merak ve endişeye kapılmalarına yer yoktur. Bu konuda "ilmi açıklamalarda bulunayım" dedim ve uzun uzadıya birtakım açıklamalar yaptım. Bunun üzerine, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi, "Affedersiniz efendim, dedi, biz konuyu başka bakımdan ele alıyorduk; açıklamalarınızla aydınlandık" dedi. Konu karma komisyonca çözüme bağlanmıştı.

195Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:50 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

OSMANLI SALTANATI'NIN YIKILIŞ VE GÖÇÜŞ MERASİMİNİN SON SAFHASI

Sür'atle kanun tasarısı hazırlandı. O gün Meclis'in ikinci oturumunda okundu. Ad okunarak oya konması teklifine karşı, kürsüye çıktım. Dedim ki, "Buna gerek yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebedî olarak koruyacak ilkeleri, yüce Meclis'in oy birliği ile kabul edeceğini sanırım." "Oya" sesleri yükseldi. Sonunda, başkan oya sundu ve "oybirliği ile kabul edilmiştir" dedi. Yalnız olumsuzluk bildiren bir ses işitildi:"Ben muhalifim!" Bu ses "söz yok" sesleriyle boğuldu. İşte Efendiler, Osmanlı Saltanatı'nın yıkılış ve göçüş merasiminin son safhası böyle geçmiştir.

196Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:51 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

HAİN VAHDETTİN BİR İNGİLİZ HARP GEMİSİYLE İSTANBUL'DAN KAÇIYOR

17 Kasım 1922 tarihli resmî bir telgrafın ilk cümlesi şuydu : "Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrılmıştır. " Bu telgrafın bir iki cümlesini daha 18 Kasım 1922 gününe ait Meclis tutanaklarında okumuşsunuzdur. Fakat telgrafın aslında, bu ayrılışa kimlerin yardım etmiş olabileceğinden, kutsal emanetlerin nasıl korunacağından ve daha başka hususlardan bahseden alt tarafı da vardır. Aynı gün Meclis'te okunmuş bir mektup suretiyle ona ekli -ajans- larla yayınlanmış bir bildiri suretini de zabıtlardan bir daha okuyalım : 17.11.l922Mektup SuretiBir nüshasını ilişik olarak sunduğum resmi bildiride açıklandığı gibi, Zâtışâhâne, İngiltere'nin koruyuculuğuna sığınarak bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan ayrılmıştır.... İmza : HarringtonMektuba Ekli Bildiri SuretiResmen bildirilir ki, Zâtışâhâne, bugünkü durum karşısında hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden, bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstanbul'dan başka bir yere götürülmesini istemiştir. Zâtışâhâne'nin isteği bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiye'deki İngiliz Kuvvetleri'nin Başkomutanı General Sir Charles Harrington, (Sör Çarlz Harrington) Zâtışâhâne'yi almaya giderek bir İngiliz harp gemisine kadar kendisine eşlik etmiş ve Zâtışâhâne, vapurda Akdeniz Filosu Genel Komutanı AmiralSir De Brook (Sör Bruk) tarafından karşılanmıştır. İngiliz Fevkalâde KomiserVekili Sir Newill Henderson, Zâtışâhâne'yi gemide ziyaret ederekKral Beşinci George' a bildirilmek üzere arzularını sormuştur. General Harrington'un Ulviye Sultan adındabir hanıma gönderdiği Fransızca bir mektup da vardır. Bu mektup, hiçbir karşılık verilmemiş olduğu notuyla Refet Paşa' ya gönderilmiş.O da, 25 Kasım 1922 tarihinde bize bir suretini göndermişti. Fransızca mektubun bize gönderilen Türkçe sureti şudur : Sultan Hanımefendi Hazretleri,Şu sıralarda Malta'ya yaklaşmakta olan Padişah Hazretleri'nden, ailesinindurumu hakkında bilgi rica eden bir telsiz aldım. Bu konuda, geçen CumartesiYıldız'dan bilgi almış ve Kadınefendi Hazretleri'nin sağlık ve neş'elerinin yerindeolduğunu öğrenmiş ve derhal Zâtışâhâne'ye arz etmiştim. Eğer Padişah Hazretleri'nin aileleri hakkında yeni bilgiler lûtfederseniz, onu da derhal Zâtışâhâne'yesunmakla mutluluk duyarım. Zâtışâhâne'nin içinde bulundukları güçlükler dolayısıyla, en samimî dileklerimi Kadınefendi Hazretleri'ne ve pek muhterem ailelerine sunmama izin vermenizi ve en derin saygı ve tazimlerimin kabulünü rica edcrim. İmza : HarringtonEfendiler, bu son mektup, üzerinde durulmaya değer nitelikte değildir. Bundan başka, General Harrington' un, İstanbul'daki askerî memurumuza yazdığı mektup ile ekinde yazılanlar üzerinde görüş belirtmeyi de gereksiz bulurum.

197Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:51 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ASİL BİR MİLLETİ UTANILACAK BİR DURUMA DÜŞÜREN SEFİL

Kamuoyunu gerçek durumla karşı karşıya bırakmayı tercih ederim. O zaman, Saltanat'ı atadan oğula geçirmek gibi yanlış bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanalı bir ünvan kazanabilmiş birsefilin, gururu çok yüksek asil bir milleti nasıl utanılacak bir duruma düşürebileceği kendiliğinden anlaşılır. Gerçekten de, her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir! Şükre değer bir durumdur ki, bu alçak, mirasına konduğu Saltanat makamından millet tarafından atıldıktan sonra, alçaklığını sonuna kadar getirmiş oluyor. Türk milletinin bu işte önce davranması elbette takdire değer. Âciz, âdi, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık, kendisini kabul eden herhangi bir yabancının koruyuculuğuna sığınabilir; ancak, böyle bir yaratığın bütün Müslümanların Halifesi sıfatını taşıdığını ifade etmek elbette doğru değildir. Böyle bir düşünce tarzının doğru olabilmesi, öncelikle, bütün Müslüman milletlerin esir olmaları şartına bağlıdır. Halbuki, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyuncahürriyet ve istiklâle sembol olmuş bir milletiz! Değersiz hayatlarını ikibuçuk gün daha fazla ve sefilce sürükleyebilmek için, her türlü düşkünlüğe katlanmakta bir sakınca görmeyen halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Böylece, devletlerin, milletlerin biribirleriyle olan ilişkilerinde, şahısların, özellikle bağlı bulundukları devlet ve milletin zararına da olsa şahsî durumlarından ve kendi hayatlarından başka birşey düşünemeyecek pespavelerin herhangi bir önemi olamayacağı şeklindeki bilinen gerçeği bir defa daha ortaya koymuş olduk. Milletler arasındaki ilişkilerde mankenlerden yararlanma yönteminerağbet etme devrine son vermek medenî dünyanın samimî bir dileği olmalıdır.

198Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:51 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ABDÜLMECİT EFENDİ'NİN BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NCE HALİFE SEÇİLMESİ

Saygıdeğer Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi' nce kaçak Halife'nin halifeliği kaldırıldı. Yerine. sonuncu halife olan Abdülmecit Efendi seçildi. Meclis'çe, yeni halife seçilmeden önce, seçilecek şahsın da padişahlık sevda ve davasına katılarak, herhangi bir yabancı devlete sığınması ihtimalini ortadan kaldırmak gerekiyordu. Bunun için İstanbul'da bulunan görevlimiz Refet Paşa' ya, Abdülmecit Efendi ile görüşerek ve hattâ elinden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilâfet ve saltanatla ilgili kararını tamamen kabul ettiğini bildiren bir belge alarak göndermesini yazdım. Bu yazdıklarım yapılmıştır. 18 Kasım 1922 günü, İstanbul'da Refet Paşa' ya bir şifreli telgrafla verdiğim talimatta başlıca şu noktaları belirtmiştim : "Abdülmecit Efendi, Halife-i Müslimîn ünvanını kullanacaktır. Bu ünvana başka bir sıfat ve kelime eklenmeyecektir. İslâm dünyasına duyurulmak üzere hazırlayacağı bir bildiriyi, sizin aracılığınızla önce bize şifre olarak bildirecektir. Bu bildiri, onaylandıktan sonra yine şifre ile ve sizinaracılığınızla kendisine bildirilecek, ondan sonra yayınlanacaktır. Bu bildiri metninde başlıca şu noktalar yer alacaktır : a) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kendisini halifeliğe seçmesinden dolayı memnun olduğu açıkça söylenecektir. b) Vahdettin Efendi' nin hareket tarzı etraflı olarak ele alınıp kötülenecektir. c) Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 10. maddesine kadar olan hükümleri, uygun bir biçimde açıklanarak ve önemli olan ifadeleri olduğu gibi tekrarlanarak Türkiye Devleti'nin, Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükûmeti'nin kendine has niteliğinin ve idare şeklinin Türk halkı ve bütün İslâm dünyası için en yararlı ve en uygun rejim olduğu belirtilip tespit edilecektir. d) Türkiye millî halk hükûmetinin geçmişteki hizmetlerinden veyararlı çalışmalarından övücü bir dille bahsedilecektir. e) Bu bildiride, belirtilen noktalar dışında, siyasî sayılabilecek birnokta ve düşünce söz konusu edilmeyecektir. 19 Kasım 1922 tarihli açık bir telgrafla da, Abdülmecit Efendi' ye : "Türkiye Devleti'nin hâkimiyetini kayıtsız şartsız millete veren Teşkilât-ı Esasiye Kanunu gereğince, yürütme gücü ve yasama yetkisi kendisinde belirmiş ve toplanmış bulunan, milletin tek ve gerçek temsilcilerinden kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 tarihinde oybirliği ile kabul ettiği gerekçe ve ilkeler çerçevesinde ve Yüce Meclis'in 18 Kasım 1922 tarihli oturumunda halifeliğe seçilmiş olduğunu bildirdim. 19 Kasım 1922 tarihli bir şifreli telgrafla Refet Paşa, çektiğimiz telgraflara cevap veriyordu. Abdülmecit Efendi : "imzasının üstünde Halife-i Müslimîn ve Hâdimü'1-Haremeyn ünvanlarının bulunmasının ve Cuma selâmlığında hil'ât giymesinin ve Fatih' inki gibi bir sarık sarınmasının mümkün ve uygun olacağı görüşünüileri sürmüş. İslâm dünyasına yayınlayacağı bildiri metninde, Vahdettin Efendi hakkında bir şey söylemeyeceğini bildirmiş. Bildiri İstanbul gazetelerinde yayınlanırken, Türkçesi ile birlikte Arapçaya çevrilmiş ve metninin de yayınlatılması görüşünü ortaya atmış. Refet Paşa' ya, 20 Kasım 1922 günü makine başında verdiğim cevapta, "Halife-i Müslimîn" ünvanıyla birlikte "Hâdimü'1-Haremeyni'ş-şerifeyn" ünvanının kullanılmasını da uygun bulduğumu söyledim. Cumatöreninde Fatih' in kıyafetine girmesini uygunsuz buldum. Redingot veya istanbulin giyebileceğini, askerî üniformanın elbette söz konusu olamayacağını bildirdim. Yayınlanacak bildiride, Vahdettin' in adısöylenmeden eski halifenin manevî şahsiyetinin ve zamanında düşülen kötü durumun dile getirilmesinin gerekli olduğunu bildirdim.

199Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:52 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ABDÜLMECİT EFENDİ, BABASININ ADI DOLAYISIYLA DA OLSA "HAN" ÜNVANINDAN VAZGEÇEMİYOR

Refet Paşa'dan, 20 Kasım I922'de aldığım şifreli telgrafın birinci maddesinde, Refet Paşadiyordu ki, Abdülmecit Efendi' nin 29 Rebiülevvel tarihli yazısının altında "Halife-i Resûlullah Hâdimü'1-Haremeyni'ş-Şerifeyn" ünvanının altında "Abdülmecid Bin Abdülazîz Han" ) imzası kullanılmıştır. Efendiler, yaptığımız uyarıyı iyi karşıladığını bildirmiş olan Abdülmecit Efendi, "Halife-i Müslimîn" yerine "Halife-i Resîılullah" ve babasının adı dolayısıyla "Han" ünvanlarını kullanmaktan kendini alamamıştır. Birtakım düşünceler ileri sürdükten sonra da, Vahdettin'le ilgili demeçten vazgeçtiğini, çünkü başkasının kötü işlerini dile getirmek şeklinde bile olsa, bu türlü demeçlerin kendi prensip ve karakterineağır geleceğinin aşikâr olduğunu bildirmiş. Bu nokta telgrafın ikincimaddesinde yer almıştı, Telgrafın üçüncü maddesi, benim Meclis Başkanı sıfatıyla kendisine, halifeliğe seçildiğini bildiren telgrafıma yazdığı cevap niteliğinde idi. Bu cevapta : "Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne diye, doğrudan doğruya şahsıma hitap eden bir başlık kullanılmıştı. Dördüncü maddede, İslâm dünyasına duyuracağı bildiri suretivardı. Bu bildirinin yazıldığı İstanbul'un "Dârü'1-Hilâfetü'1-Âliyye" olduğu da özenle belirtilmişti. 21 Kasım 1922 tarihli bir telgrafta : "Halife-i Resulûllah yerine dahaönce de bildirdiğimiz gibi Halife-i Müslimîn denilecektir" dedik. Kendisine, halife seçildiğini bildiren telgrafımıza vereceği cevabın şahsıma değilTürkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na yazılmasını hatırlattık. Yazılarında siyasî ve genel konularla ilgili kelimelerin bulunduğunu, bunlardan kaçınılması gerektiğini bildirdik. Efendiler, önemsiz ayrıntılar gibi sayılması pek mümkün olan buaçıklamalarımla işaret etmek istediğim asıl nokta şudur : Ben, şahıs hâkimiyetine dayanan saltanatın kaldırılmasından sonra, başka ünvanla aynı nitelikle bir makamdan ibaret olması gereken hilâfetin de ortadan kaldırılmış olduğunu kabul ediyordum. Bunun, elverişli bir zaman ve fırsatta açıklanmasını tabiî buluyordum. Halife seçilen Abdülmecit Efendi' nin bu gerçekten büsbütün habersiz olduğu iddia edilemez. Özellikle ,kendisinin Halife ünvanıyla saltanat sürmesinin imkân ve şartlarını hazırlayıp sağlayabileceklerini hayal edenlerin varlığı düşünülürse, Abdülmecit Efendi' nin ve tabiî taraftarlarının saf ve gafil oldukları zannına kapılmak hiç de doğru olamazdı.

200Nutuk | Söylev - Sayfa 8 Empty Geri: Nutuk | Söylev Cuma Nis. 25, 2008 2:52 pm

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

HALİFE OLACAK ZATIN SIFAT VE YETKİSİ NE OLACAKTI

Şimdi, arzu buyurursanız, Halife seçimi dolayısıyla Meclis'in 18 Kasım 1922 günlü gizli oturumlarında geçen görüşmelerle ilgili kısa bir bilgi vereyim : Meclis'te konuyu pek ciddî ve önemli sayanlar vardı. Özellikle hoca efendiler, kendi ihtisasları ile ilgili bir konu bulduklarından çok dikkatli ve uyanık idiler. Bir halife kaçmış. .. Onu makamından indirmek ve yenisini seçmek... Sonra, yenisini İstanbul'da bırakmayıp Ankara'ya getirmek. . . Milletin ve devletin yakından başına geçirmek. . . Kısacası, Halife' nin kaçması yüzünden Türkiye'de ve bütün İslâm dünyasında karışıklık çıkmış veyahut çıkacakmış... Onun için tedbirler alınmalı imiş... şeklinde düşünceler, endişeler ortaya atılıyordu. Bazı konuşmacılar da halife olacak zatın sıfat ve yetkisinin ne olacağını tespit gereğinden söz ediyorlardı. Görüşme ve tartışmalara ben de katıldım. Konuşmalarımın çoğu, ileri sürülen düşüncelere cevap niteliğinde idi. Söylediklerimin özü şu cümlelerde toplanıyordu : Bu konu fazlasıyla tartışılıp tahlil edilebilir. Ancak, tartışma ve tahlillerde ne kadar ileri gidersek, konuyu çözüme bağlamakta da o kadar güçlük ve gecikmelere uğrarız. Yalnız, şu noktaya hepinizin dikkatini çekerim. Bu Meclis, Türk halkının Meclisidir. Bu Meclis'in sıfat ve yetkileri yalnız ve ancak Türk halkının ve Türk vatanının varlığı ve kaderi ile ilgili ve onlar üzerinde etki yapabilir. Meclisimiz, kendi kendine bütün İslâm dünyasını içine alan bir güç ve kudrete sahip olamaz Efendiler! Türk milleti ve onun temsilcilerinden kurulmuş bulunan Meclis'imiz kendi varlığını, halife ünvanını taşıyan veya taşıyacak olan bir zatın eline veremez ve vermeyecektir Efendiler! Bundan dolayı İslâm dünyasında karışıklık varmış veyahut olacakmış. Bunların hepsi anlamsız ve yalan sözlerdir. Kim söylemişse yalan söylemiştir, yalan söylüyor." Bu sözüme itiraz eden bir zata cevap verdim ve açıkça dedim ki : - Sen yalan söyleyebilirsin, yaratılışın buna elverişlidir! Efendiler, ortalığı gürültüye vermenin gereği olmadığını açıkladıktan sonra, dedim ki : "Bizim dünya gözündeki en büyük güç ve kudretimiz, yeni şekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet makamı esaret altında olabilir. Halife ünvanını taşıyanlar, yabancılara sığınabilirler. Düşmanlar ve halifeler elele verip her şeyi yapabilecek bir işbirliğine girişebilirler. Fakat yeni Türkiye'nin rejimini, politikasını ve kuvvetini hiç bir şekilde sarsamazlar .

Sayfa başına dön  Mesaj [8 sayfadaki 12 sayfası]

Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3 ... 7, 8, 9, 10, 11, 12  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz