.:Cumhuriyet Lisesi:.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.:Cumhuriyet Lisesi:.

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Nutuk | Söylev

Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4 ... 10, 11, 12  Sonraki

Aşağa gitmek  Mesaj [3 sayfadaki 12 sayfası]

51Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 8:55 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

CEMAL PAŞA KABİNE ADINA MİLLİ İRADEYE AYKIRI HAREKETLERDEN KAÇINILACAĞINA SÖZ VERİYOR




Mustafa Kemal paşa Hazretleri'ne

Şimdiye kadar yapılan haberleşmelerin özeti :



1 - Kabine sizinle aynı düşüncededir, millî iradenin hâkimiyetini kabul eder. Ancak, bir öç alma kabinesi olmaktan çekinir. Suçluların cezalandırılmasını kanuni yollarla yerine getirmeyi de uygun buluyor.



2 - Zarara uğramış valilerin uğradıkları haksızlıklara son verip durumlarını düzeltmeyi, yeterli olanlarını seçip özellikle atamayı, ordunun şeref ve disiplinini de iade etmeyi tamamen üstlenir.



3 - Devlet, dışarıda karşı şeref ve haysiyetini yeniden kazanabilmek için millî iradeye ve Hey'et-i Temsiliye'ye dayanacaktır.



4 - Hey'et i Temsiliye'nin bir temsilcisi olarak, bütün içtenliğimle ve saygılı bir duygu ile arz ediyorum ki, kabine, Hey'et-i Temsiliye'nin hem dışa hem de içe karşı, hâkim oluyor anlamını vermeksizin kendisine yardımcı durumda kalmasını ister ve bu büyük gücün yararını takdir eder. Herşeyden önce, telgrafların karşılıklı olarak ve serbestçe çekilmesini, yerinde bırakılacak veya yeniden tayin edilecek vali ve komutanların hemen hareket edebilmesini, özellikle, kabul edilen yeni Milletvekilleri Seçimi Kanunu'nun her yere dağıtılarak duyurulabilmesini pek yararlı görür.



5 - Millî iradeye aykırı davranışlardan kaçınılacağına söz verirsem, geriye yalnız, ayrıntılarının şekil ve zamanı kalır ki, bunun da pek kolay olabileceğine inancım vardır. Vatanın kurtanlmasını hedef alan gayenin gerçekleşmesine, hemen elbirliği ile çalışabilmek için, ayrıntılar üzerinde ısrar edilmemesini, zâtıdevletlerinin yardımlarını bekler , pek rica eder, saygıdeğer arkadaşların hepsine de saygılarımı sunarım.





Harbiye Nâzırı



Cemal





Bu telgrafa hemen olumlu ve samimî olan şu cevabımızı verdik :





Şifre Sıvas, 7.10.1919





Harbiye Nâzırı Cemal paşa Hazretleri'ne

İlgi : Zâtıdevletlerinin telgrafta belirttikleri hususlara, madde madde, sırayla aşağıdaki cevap arz olunur :



1 - Kabinenin bizimle tam bir birlik ve beraberlik içinde, millî iradenin hakimiyeti ilkesini kabul buyurmasına, millet adına teşekkürlerimizi arz ederiz. Kabinenin, Hey'et-i Temsiliye'nin ve bütün millî teşkilâtımızın öç alıcılıkla lekelenmesi, bizce de son derecede sakınılacak ve çekinilecek bir husustur. Bu noktada ve suçlulann kanunî yollarla cezalandınlmaları gereğinde de kabine ile bir görüş birlibi içindeyiz.



2 - İkinci maddede yazılanlar için de özellikle teşekkür ederiz. Bundan önce arz edilmiş olan hususlarda, bu noktanın üzerinde durulmasının sebebi şuydu :



Milli dâvâya ve Milli Mücadele'ye karşı tutumlarından dolayı, millet tarafından reddedilen bazı vali ve komutanlar, şekle uyma düşüncesi ile, geçici bir süre için de olsa, görevlerine iade edildikleri takdirde, gittikleri yerlerde kabullerine imkân görülmediğinden, hükûmet otoritesine karşı saygısızlık doğabilir endişesi idi.



3 - Üçüncü madde, özellikle şükranla karşılanmaya değer. İnşallalı birlik ve beraberlik içinde, vatan ve milletimizin kurtuluş ve mutluluğunu sağlamamız kısmet olur.



4 - Tam bir içtenlikle ve büyük bir güvence ile arz ederiz ki, kabinenin gösterdiği ciddiyet ve samimiyete karşılık, Hey'et-i Temsiliye ne içeriye ne de dışarıya karşı hiçbir vakit bir hâkim olma durumu almayacak, aksine tam bir görüş birliği ile kabul buyurulan esaslar çerçevesinde, hükûmetin güç ve otoritesini artırıp sağlamlaştırmayı vatan ve milletin selameti için görev sayacaktır. Bu konuda asla şüphe ve tereddüt buyurulmamasını arz ve rica ederiz. Özellikle zâtıdevIetlerinin, tüzüğümüzün sekizinci maddesi gereğince, doğrudan doğruya Hey'et-i Temsiliye'miz üyesi sıfatıyla kabinede temsilci olarak bulunmaları her iki tarafın da işlerinde ve kararlannda anlaşmaya varmaları bakımından bir güvence sağlayacağı için sevindiricidir.



Artık kabine ile milli teşkilâtımız arasında, her noktada görüş birliği ve uzlaşmaya varıldığı anlaşıldığına göre, elbette, haberleşme konusundaki kayıtlar da kaldırılacaktır. Ancak, Hey'et-i Temsiliye, bütün Anadolu ve Rumeli'deki teşkilât merkezleri ile bağlantısını devam ettirmek zorunda olduğundan, özel telgraflar şeklinde yapılmakta olan telgraf haberleşmelerimizin eskiden olduğu gibi devamına müsaade buyurulmasını özellikle istirham ederiz. Burada şunu da arz edelim ki, hükûmet, emirlerini tebliğe başladığı dakikada, hiçbir tarafta herhangi bir engelle karşılaşmamak ve en küçük bir otorite sarsılmasına uğramamak gerektiğinden, bu hususun sağlanması ve Hey'et-i Temsiliye tarafından gerekenlere gerekli tebligatın yapılabilmesi için, kırk sekiz saat kadar zaman bırakılmasını rica ederiz. Hey'et-i Temsiliye tarafindan yapılacak tebligata esas olmak ve millete güven vermek üzere yayınlanmasını rica ettiğimiz kabine bildirisinin gizli olarak yayınlanmadan önce, bu suretinin hey'etimize lütuf buyurulmasını özellikle istirham ederiz. Çünkü bu bildiride, bir kelimenin bile milletçe yanlış anlamalanın devamına yol açabileceğini ve Hey'et-i Temsiliye'yi de millete karşı pek güç bir durumda bırakabileceğini bütün samimiyetimizle arz ederiz.



Hey'et-i Temsiliye tarafından Zâtışâhâne'ye takdim edilecek bir teşekkür yazısı ile millete yapılacak tebliğ suretini gerekli yerlere göndermeden önce, zâtıdevletlerine şimdi arz edeceğiz ve bunların metinine dair kabinece ileri sûrülecek düşünceler saygıyla dikkate alınacaktır.



Yeni MilletvekilIeri Seçimi Kanunu üzerindeki görüşümüzü daha sonra arz etmek üzere, söz konusu kanunun hangi görüşle hazırlanmış olduğunu lûtfen bildirmenizi rica ederiz.



5 - Temel noktalarda tam bir uzlaşma doğduktan sonra, zâtıdevletleriyle saygıdeğer arkadaşlannızın samimiyetlerinden şüphe edilemeyeceğinden, konunun aynntıları üzerinde kendiliğinden görüş birliğine varılabileceği tabiidir. Bendenizin ve bütün çalışma arkadaşlarımın, en bûyük saygı ve samimiyetlerimizle, zâtıdevletinizin ve içinde bulunduğunuz kabinenin başarıya ulaşmasına ve bu sayede vatanın kurtanlmasını hedef alan gayenin bir an önce gerçekleşmesine bütün varlığımızla çalışacağımıza emniyet buyurmanızı arz ve burada hazır olan bütün arkadaşlarımın selâzrı ve saygılarını sunanm.



Mustafa Kemal





CemaI Paşa,bu telgrafımıza o gece cevap verdi. Bunda "bildirinin hemen yayınlanmasının zarurî olduğunu, ancak, gerekli noktalara dikkat ediIdiğini" bildiriyordu. Biz de aynı gece, nezaket gereği olmak üzere cevap verdik.



Fakat Efendiler, hükûmetin, bildirisini yayınlamadan önce bize göstermek istemediği anlaşılınca, biz de millete olan bildirimizi hükûmete danışmadan yayınladık; Padişah'a olan telgrafı da aynı şekilde çektik.



Efendiler, 7 Ekim 1919 tarihini taşıyan bildirimiz; milleti, tutulan yolun isabetli ve başarılı olduğu, bu yolda millî birliği koruyarak bugüne kadar olduğu gibi devam edilmesi konusunda, dolayısıyla aydınlatmaya, uyarmaya ve milletin manevî gücünü kuvvetlendirmeye yardımcı olmak maksatlarını dile getirmekte idi.



Padişah'a yazılan telgraf da millet adına teşekkürü içine alıyordu.



Efendiler, bu arada küçük bir bilgi arz edeceğim. Hey'etimiz, bütün memlekete milletin ortak isteğinin gereğini yerine getirtmeye çalıştığı sırada, işgal altında bulunan İzmir'e de doğrudan doğruya tebligatta bu lunuyordu. Ali Rıza Paşa Kabinesi'yle anlaşmakta olduğumuz 7 Ekim 1919 tarihinde, İzmir'e de şu telgrafı çekiyorduk :



İvedi Sıvas, 7.10.1919





İzmir Valiliği Yüksek

Katına

Şimdiye kadar gönderilen tebligat ve yazılarımız size ulaştıysa, gereklerinin yapılmakta olup olmadığının, ulaşmamış ise, engelleyici sebeplerinin acele bildirilmesi rica olunur.





Anadolu ve Rumeli



Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti



Hey'et-i Temsiliyesi adına



Mustafa Kemal





İzmir'in ve İzmir valisinin ne durum ve şartlar içinde bulunduğunu şüphesiz biliyorduk. Tebliğlerimizi alıp alamayacağı şüpheli olmakla birlikte, uygulayamayacağı tabiî idi. Fakat, biz, bütün memleketin kaderiyle meşgul ve işgal tanımayan bir kuwet merkezinin bulunduğunu düşmanlarımıza da bildirmekte yarar görüyorduk.

52Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 8:56 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

KAZIM KARABEKİR PAŞA'NIN BENİM HÜKÜMETİN İŞLERİNE KARIŞMAM KONUSU'NDAKİ DÜŞÜNCESİ





Efendiler, içinde bulunduğumuz günlere ait olaylara ve konulara dokunmuşken, burada küçük bir noktayı daha açıklamama müsaadenizi rica edeceğim. Kâzım Karabekir Paşa'dan gelen 8 Ekim 1919 tarihli bir telgrafta, şöyle bir görüş ileri sürülüyordu :



"Hey'et-i Temsiliye'den yüksek şahsiyetleri ile, Rauf Beyefendi' nin ve bu gibi önemli şahsiyetlerin, milletvekili olduktan sonra da hiçbir şekilde hükûmete karışmayarak Meclis'teki grubun başında daima söz sahibi olarak bulunulmasını, kabinenin şekli ve kuruluş tarzı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun Meclis-i Millî içinde hep denetleyici bir mevkide kalınmasını başarının önemli şartı ve uygulanması zarurî biz karar sayarım."



"Bir dâvânın ve bir grubun en yüksek ve güçlü tanınmış olan şahsiyetleri, kendi yetki çerçevelerini aşıp da hükûmet işine karışınca, Meclis-i Milll daima zayıf kalmış ve akımlar karşısında ya sürüklenmiş yahut da parçalanmıştır."



"Vatan ve milIetin bir bütün olarak kurtuluşunun şiddetle söz konusu olduğu bu devrede, arz ettiğim bu hususlar üzerinde kesin bir karara varmanızı derin saygılarımla istirham ederim."



Efendiler, gerçekten de Erzurum'da bulunduğum zamanlarda, Kâzım Karabekir Paşa, karşılıklı olarak yaptığımız konuşmalarda da buna benzer görüşler ileri sürmüştür. Benim ileri sürdüğüm görüşler de aşağı yukarı şöyleydi : "Her şeyden önce, memlekette, milletin varlık ve iradesini ortaya koymak ve bunu sarsılmaz bir şekilde Millî Meclis'te temsil etmek gerekir. Bu da, memlekette millî bir ülkü etrafında kuvvetli bir teşkilât kurmak ve Meclis'te bu teşkilâta dayalı bir grup bulundurmakla mümkündür. En güçlü şahsiyetlerin gayesi bu olmalıdır. Oysa, şimdiye kadar görüldüğü üzere, asıl olan bu noktaya önem verilmeksizin, kendilerinde azçok Iiyakat görenler, hemen hükûmete geçmek heves ve hırsına kapılıyorlar. Bu gibi insanlar, Meclis'te kendilerine dayanak olarak milli teşkilâta bağlı güçIü bir grup oluşturamayınca, geride yalnız saltanat ve hilâfet makamı kalıyor. Bu yüzden millî meclisler, millî şeref ve kudreti temsiI edemiyor. Millî istekler ortaya konamıyor ve gerekleri yerine getirilemiyor. Bu bakımdan bizim için başta gelen en önemli ilke önce memlekette millî teşkilâtı kurmak, sonra da bu teşkilâttan kuvvet alan bir grubun başında, Meclis'te çalışmak olmalıdır. Hükûmet kurmaya veya kurulacak herhangi bir hükûmete girmeye kalkışmakta yarar yoktur. Çünkü, bu nitelikte bir hükûmet, vatana ve millete hiçbir esaslı hizmet veremeden hemen düşmeye yahut da padişaha dayanarak Meclis'e karşı ve dolayısıyla da millete karşı düşen bir durum almaya mecbur olacaktır. Böyle olunca da, birincisinde istikrarsızlık gibi büyük bir sakınca sürüp gidecek; ikincisinde de millî hâkimiyetin yavaş yavaş yok derecesine getirilmesine hizmet edilmiş olacaktır. " Nitekim sizlerce bilindiği ve fiilî olarak da görüldüğü üzere biz memlekette önce millî teŞkilât kurduk. Sonra Meclis'i topladık. Önce Meclis Hükûmeti kurduk. Ondan sonra da Cumhuriyet Hükûmeti'ni teşkil ettik.



Bundan başka, fırsat düştükçe kabineye girilmeyeceği, yüksek makanı ve memuriyetler kabul edilmeyeceği ve aslında büyük ve millî gayeden başka hiçbir maksadın peşinde olmadığımız ve faaliyetimizin en büyük kısmının şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da Kuva-yı Milliye'nin bir denge unsuru olarak kalmasına çalışmaktan ibaret bulunduğu noktalarında millete karşı demeç ve bildirilerimiz vardı. Kâzım Karabekir Paşa, telgrafında, Erzurum'daki görüşlerimi ve bu görüşe bağlı olarak yayınlanan bildiriılerimizi hatırlatarak takdirlerini ifade ettik ten sonra; "ancak, bu güzel azim ve kararın, şimdiye kadar bizde yapılmış denemeleri ve bunların verdiği sonuçlan göz önünde bulundurarak "daha geniş çaplı olmasını düşündüğümü de özellikle arz ederim diyorlardı.



Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa' nın bu görüş ve teklifi telgraflarının sonunda söyledikleri gibi, vatan ve milletin kurtuluşunun söz konusu olduğu bir devirde ve benim de açıkladığım üzere, daha memlekette hiçbir teşkilât ve Meclis yokken ve Meclis toplandığı zaman da Meclis'te böyle bir teşkilâta ve millî kudrete güvenir ülkü sahibi bir grup varlığını ispat edimemişken, her ne şekilde olursa olsun hükûmet kurmaya veya kurulacak hükûmete girmeye heves etmek, elbette doğru olmazdı. Böyle bir davranışı memleket ve millet yararına hizmet gayresinden çok şahsi hırs ve menfaate yahut da hiç olmazsa bilgisizliğe vermekte, kanaatimce asla isabetsizlik yoktur.



Ancak, Efendiler, Karabekir Paşa'nın dediği gibi kabinenin ne şekilde ve nasıl kurulacağı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun, Meclis'te şekil bulmuş siyasî bir grubun ön plânda gelen şahsiyetlerinin Meclis içinde sürekli olarak söz sahibi ve denetleyici bir mevkide kalması, en önemli başarı şartı ve uygulanması zaruri bir karar sayılamaz.



Gerçekten de millî hakimiyet ilkesine bağlı olarak idare edilen medenî devletlerde, kabul edilmiş olan ve fiilen yürürlükte olan kural, milletin genel eğilimlerini en yüksek düzeyde temsil eden ve bu eğilimlerin bağlı bulunduğu yararları en yüksek kudret ve yetki ile gerçekleştirebilecek siyasî grubun, devlet işlerini üzerine alması ve bunun sorumluluğunu en yüksek liderinin omuzlarına yüklemesi ilkesinden ibarettir.



Zaten bu şartları taşımayan bir Hükûmet görev yapamaz. Hükûmetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede oImayanlarından zayıf bir hükûmet kurmak, onu partinin birinci derecedeki Iiderlerinin direktif ve tavsiyeleriyle yürütmeye kalkışmak düşüncesi, elbette doğru değildir. Bunun feci sonuçları özellikle Osmanlı Devleti'nin son günlerinde görülmüştür.



İttihat ve Terakkî liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükûmetlerinden millete gelen zararlar sayılamayacak kadar çok değil midir?



Mecliste, hâkim olan partinin, hükûmetin kurulmasını, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye bırakması ise asla söz konusu olamaz.



Kural ve yöntemlere göre, milletin çoğunluğunu temsil eden, programı belli olan parti, hükûmeti kurma sorumluluğunu üzerine alır, memIekette kendi gaye ve ilkelerini uygular.







KAZIM KARABEKİR PAŞA'NIN KENDİSİ DE HÜKÜMET İŞLERİNE KARIŞMAK İSTİYOR





Zaten herkesçe bilinen ve o yolda hareket edilmekte olan bir gerçeği, burada açıklamaktan maksadın, vataseverlik, ahlâk üstünlüğü, olgunluk ve buna benzer birtakım seçkin vasıflar gereği imiş gibi gösterilmek istenen safsatalara karşı, milletin ve gelecek nesillerin dikkatli ve uyanık bulunmalarını sağlamaktır. Bu düşüncelerine vesile teşkil etmiş olan Kâzım Karabekir Paşa'nın da bu noktada, genellikle benimle aynı düşünce ve görüşte bulunduğuna asla şüphem yoktur. Çünkü Kâzım Karabekir Paşa'nın maksadı, elbette, yalnız benim veya Hey'et-i Temsiliye'de bulunan bazı arkadaşların hükûmet kurmamasını veyahut hükûmete girmemesini hedef almak değildi. Kâzım Karabekir Paşa , bu konuyla ilgili telgrafında, Rauf Bey'in ve benim adımı söylerken "bu gibi ön plândaki şahsiyetler" demiş olduğuna ve kendisini aynı sınıfta gördüğü tabiî bulunduğuna göre, elbette kendilerinin de prensiplerinin dışında kalamayacağı belli idi. Oysa, Kâzım Karabekir Paşa, Hâtıramda yanılmıyorsam, milletivekili olarak, Meclis'te çalıştığı sırada, bir durumun gereği olarak yeni bir kabine kurulması söz konusu oldu. Ben bu hususta görüşmek üzere Fethi Bey, Fevzi Paşa, Fuat Paşa, Kâzım Paşa, Ali Bey, Celâl Bey, İhsan Bey ve Hükûmet'teki arkadaşlarla daha başka on onbeş arkadaşı ve bu arada Kâzım Karabekir Paşa'yı Çankaya'ya davet etmiştim. Kâzım Karabekir Paşa , bana gelmeden önce, Meclis'te, o tarihte parti genel sekreteri olan Recep Bey'in yanına giderek, kendisini davet ettiğimi ve büyük bir ihtimalle hükûmet başkanlığını teklif edeceğimi söyledikten sonra, şimdiden, kendisinin durum hakkında aydınlanmasına yardım edecek bilgileri varsa bildirilmesini söyIemiştir.



Kâzım Paşa'nın Çankaya'da, toplantı ve görüşme sırasındaki tutumu da, orada hazır bulunanlar tarafından anlamlı görülmüştü. Kâzım Karabekir Paşa , görüşme sırasında, bu şekilde de millete hizmetten çekinmediğini pek haklı ve yerinde olarak ifade etmişti. Görüşmeler bir noktaya saplandı. Hükûmet başkanı Fethi Bey mi, Karabekir Paşa mı olsun? Bu nokta üzerinde tartışılırken Kâzım Karabekir Paşa, bana 8 Ekim 1919 tarihinde tavsiye ettiği gibi, "kabinenin şekli ve kuruluş tarzı, üyelerinin değer ve kişilikleri ne olursa olsun, Millî Meclis içinde daima söz sahibi ve denetleyici olarak kalmayı, uygulanması zarurî bir karar saydığını" söylemedi. Aksine, durumu, hükûmet kurmaya yetkili kılınmasını bekler nitelikte görülüyordu. Oysa, daha vatan ve milletin tam olarak kurtuluşunun söz konusu olduğu devrin korkunç ve karanlık bir safhasını daha yaşıyorduk.



Görüşmeyi sonuca bağlamadım. Ara verdiğim bir sırada, Fevzi Paşa Hazretleri'ni bahçeye götürdüm: Kendisine, Fethi Bey ve Kâzım Karabekir Paşa'lardan birini hükûmet başkanlıgna seçmekte hakem olmasını rica ettim. Fakat ikisini de aynı zamanda çağırıp konunun şahsî ve basit bir konu olmadığını, sorumluluğun vatanla igili ve büyük olduğunu belirttikten sonra, açıktan açığa kendilerine, bu görevi hangisinin daha iyi yapabileceklerini, vicdanlarına başvurarak bizzat söylemeleri isteğinde bulunacaktı.



Yeniden toplandık. "Hükûmeti ya Fethi Bey yahut da Karabekir Paşa kuracaktır. Görüşmelerin sonucundan bunu anlıyorum. Konunun çözüme bağlanmasında, Fevzi Paşa Hazretleri'ni hakem yapalım" dedim. Kabul edildi. Mareşal, Fethi Bey'i ve Karabekir Paşa'yı aldı.Bahçeye çıktılar. Belirttiğim şekilde hareket edilmiş. Fethi Bey, "ben daha iyi yaparım" demiş. Mareşal da bu kanıda bulunmuş ve Fethi Bey seçilmiştir. Böylece, Karebekir Paşa'nın hükûmeti kurmakla görevlendirilmesine yardımcı olma fırsatı ortadan kalkmış bulundu.





PADİŞAH KÖLELİĞİYLE ELDE EDİLEN İKTİDAR MAKAMI İKTİDARSIZLIK ÖRNEĞİDİR





Efendiler, ,Ali Rıza Paşa Kabinesi'yle başladığımız temas noktasına gelelim :



Arz etmiştim ki, hükûmet, bize bildirisini yayınlanmadan önce vermediği için, biz de millete yapacağımız bildiriyi hükûmetin görüşünü almaya gerek duymadan yayınlamıştık.



Bunun üzerine, hükûmet, Cemal Paşa vasıtasıyla, daha dört maddenin çeşitli yollarla yayınlanmasını gerekli bulmakta olduğunu 9 Ekimde bildirdi. Bu maddeler şunlardı :



1- İttihatçılarla bir ilişkinin bulunmadığı ,



2 - Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na karışmasının doğru olmadığı, buna sebep olanlar aleyhinde adları da açıklanarak bazı yayınlar yapılması ve haklarında kanunî kovuşturma açılarak cezalandırılmaları,



3 - Bütün savaş suçlularının kanunî cezadan kurtulamayacakları,



4 - Seçimlerin serbestçe yapılacağı.



Cemal Paşa , bu maddeleri saydıktan sonra, bunların açık bir şekilde belirtilerek yayınlanmasının, içeride ve dışarıda birtakım yanlış anlamaların önüne geçeceğini ileri sürerek ve memleketin yüksek çıkarlarının bir gereği olarak, özellikie olumlu karşılanmasını rica ediyordu.



Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin ne kadar cılız düştüğünü ve gerçeği kavramaktaki görüş kıtlığını anlamak için bu maddeler sanki birer ölçüdür. Devletin, içine düştüğü felâket uçurumunun derinlik ve dehşetini görmekten âciz olan zavallılar, elbette ciddî ve gerçek çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Çünkü, o ciddî ve ,gerçek çare kendilerini daha çok dehşete düşürür.



Akıl ve kavrayışlarındaki kısırlık, tabiat ve ahlâklarındaki zayıflık ve soysuzlaşma gereği böyledirler.



Çoktandır, köle olduğuna şüphe kalmamış olması gereken Padişah ve Halife'nin köleliği ile elde edilebilecek iktidar makamının, iktidarsızlığa örnek olması tabiî değil miydi?



Ferit Paşa'nın yerine gelen Ali Rıza Paşa iIe bir kısmı bundan önceki kabinede de görev almış bulunan yeni çalışma arkadaşları, Ferit Paşa'nın bırakmış olduğu noktadan başlayarak, onun sonuçlandıramadığı düşman emellerini takip ve sonuçlandırmaya çalışmaktan başka zaten ne yapabilecekti?



Bu, bizce, açık olarak biliniyordu. Fakat, tahmin ve takdir buyurulacak birçok düşünce ve sebeplerle, hazımlı ve sabırlı davranmaktan başka çıkar yol yoktu.



Efendiler, uzlaşmış görünmeyi uygun bulduğumuz bu yeni kabine ile bizim görüşlerimiz arasındaki ayrılığın beliren ilk safhalarını görmek için, bu dört madde ile ilgili görüşlerimizi içine alan cevabımızı, Büyük Millet Meclisi zabıtlarının ilk günlerine ait sayfalarında, lûtfen bir daha gözden geçirirsiniz.



Efendiler, bugünlerde İstanbul'daki basın mensupları bir dernek kurmuşlar. 9 Ekimde, Tasviır-i Efkâr; Vakit; Akşam, Türk Dünyası ve İstiktâl gazeteleri adına bazı sorular soruyorlar ve yayına esas olacak görüşlerimizi almak istiyorlardı. Bunlara, gereken açıklamalar yapıldı ve bilgiler verildi.



Bu basın hey'etinin başkanı VeIit Bey'in de kendi gazetesi adına iIgi çekici soruları içine alan bir telgrafı vardı. Ona da yaverim vasıtasıyla karşılık verdirdim. Bunları belgeler arasında okuyacaksınız.

53Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 8:56 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

DAMAT ŞERİF PAŞA MİLLETİ ZEHİRLİYOR




Efendiler, yeni kabine içinde yer alan ve Hey'et-i Temsiliye'mizin elçisi durumunda olan Cemal Paşa iIe yapıIan ve yapılmakta olan haberleşmelerimiz, yüce topluluğunuza Dahiliye Nezareti makamını tutan Damat Mehmet Şerif Paşa'dan söz etmemi geciktirdi.



Biz, yeni kabine ile uzlaşma yolu ararken, Şerif Paşa, çoktan milleti zehirlemeye başlamış bulunuyordu.



Nezarete geçtiğini bildiren 2 Ekim tarihli genelgesinin metni hatırlanırsa, orada şu cümlelere rastlanır :



"Vatandaşların tam bir uyum ve birlik içinde bulunmaları, devletin gerçek çıkarlarının bir gereği olduğu halde, bir süredir memlekette bozgunculuk ve bölücülük belirtilerinin görülmesi, güçlüklerin bir kat daha artmasına yol açacağından, pek çok üzüntü vericidir.



"..... Başarı.... Hükûmet'in gösterdiği yolda gitmekle ve memleket çıkarlarını ilgilendiren konularda zararlı davranışlardan kaçınmakla elde edileceğinden, hemen merkezlere ve merkeze bağlı olan yerler ve bu yolda tavsiyelerde bulununuz.



Efendiler, Damat Ferit Paşa'dan daha akıllı olduğu söylenen Damat Şerif Paşa , pek acemice işe başlamış oluyor. O tarihlerde İstanbul'da, bizi âsî, anarşist, "simple soldat -basit asker-" sayan bazı romancılar gibi, Damat Paşa da bizi; ancak ahmakları aldatabilecek kendi kısa aklınca, gafil ve anlayışsız sanıyordu galiba! .



Oysa, biz, Nâzır Paşa' nın alçakça niyetini hemen anlamış ve daha uyanık bir durum almış bulunuyorduk. Şerif Paşa , bizim tutum ve gidişimizi, Ferit Paşa Kabinesi'ni düşürmek için milletçe yapılan teşebbüsleri, memlekette bozgunculuk ve bölücülük belirtileri olarak gösteriyor ve pek çok esef ediyor.



Bir de, Efendiler, Hükûmet'in, Dahiliye Nâzırı Mehmet Şerif imzasıyla yayınlanan duyurusunun birkaç noktasına hep birlikte göz gezdirelim.



"Bugünkü kabine tam bir uyum içindedir." Çok doğrudur. Bu durum bütün çıplaklığı ile kendini gösterecektir.



"Temel konularda görüş birliği içindedir. Hiçbir partiye bağlı değildir.



Çeşitli siyasî grupların hiçbirine de eğilimi yoktur. Hepsinden manevi destek bekliyor.



Bu cümlelerden çıkan anlam açıktır. Hükûmet, millî teşkilât ve onu idare eden Hey'et-i Temsiliye ile beraber değildir. Hattâ, ona karşı bir eğilimi bile yoktur. İtilâf ve Hürriyet Partisi'nden, Muhipler Cemiyeti'nden, Kızıl Hançerliler'den, Nigehbancılar'dan ve mevcut öteki derneklerden ne kadar destek bekliyorsa, bizden de ancak o kadar. . . CemaI Paşa vasıtasıyla bizi oyalama ve aldatma gayesiyle çekilen telgraflarda yazılanlar hep yalandır.



Sonra Efendiler, şu cümleyi okuyalım : "Memleket kaderinin milletin vekilleri aracılığı ile belirlenmesi başlıca emelimizdir." Bundan çıkan anlam da şudur : Sıvas'ta birkaç kişi toplanmış, milIet adına söz söylüyor. Milletin kaderi ile ilgileniyor. Hey'et-i Temsiliye diye bir de ünvan takınarak, üstlerine vazife olmadığı halde, millet ve memleketin işlerine karışıyorlar. Bunların sözünü dinlemeyiniz. Çünkü bunlar milletin vekilleri değildir!



Hükûmet, bu bildiride barış konusundaki görüşünü de şöyle açıklıyor : "Wilson prensiplerinden hakkıyla yararlanılarak, Osmanlı Devleti'nin bir bütün halinde ve Padişah'ının etrafında toplanmış müstakil bir devlet olarak yaşamasını sağlayıcı hiçbir teşebbüsten geri durulmayacaktır. "



Yeni kabine, bu görüşlerinde başarıya ulaşacaklarını belirtmek üzere şu delilleri sürüyor : "Zaten büyük devletlerin adalet duyguları ile gerçekten gittikçe açıklık kazanmakta olan Avrupa ve Amerikan kamuoyunun ölçülü davranma isteği de bu konuda güven verici olmaktadır."



Efendiler, bütün bu düşünceler, Ferit Paşa Kabinesi'nin Padişahı ağzından yayınladığı bildiride yazılanların harfi harfine aynı değil midir?



Bu türlü bildiriler yayınlamaktan maksat ,milleti aldatmak ve miskinliğe sürüklemek değil midir?



Hangi adaletten söz ediliyor? Hangi ölçülü davranma isteğinden dem vuruluyor? Bunların asılları var mıydı? Memleketin hükûmet merkezinden başlayarak yabancılar tarafından her yerde yapılageIenler gerçekten bunun aksini ispat edecek fiilî ve apaçık deliller değil miydi?



Gerçekte, Wilson , prensipleriyle birlikte sahneden çekilmiş ve Osmanlı ülkesine ait toprakların Suriye'de, Filistin'de, Irak'ta, İzmir'de Adana'da ve her yerde işgaline seyirci bulunmuyor muydu?



Bu kadar kesin yıkılış belirtileri karşısında aklı, kavrayışı, vicdanı olan adamların kendi kendilerini aldatmalarına ihtimal verilir mi? Bu gibi adamlar, aslında kendilerini aldatacak kadar budala olurlarsa, onların memleket kaderini elde tutmalarına, aklı eren ve korkunç gerçeği gören ler katlanabilirler mi? Eğer bu adamlar, gerçeği biliyorlar ve kendilerini aldatmıyorlarsa, milleti kandırarak bir koyun sürüsü halinde düşmanın pençesine teslim etmek için canla başla çalışmalarına ne anlam verilebilir?



Bütün bu noktalar gözönünde bulundurularak verilecek hükmü kamuoyuna bırakırım.





TEK KUSURUMUZ





Efendiler, hükûmetin bildirisinin anlamsızlığına ve taşıdığı düşüncelerin sakatlığına rağmen, biz Hey'et-i Temsiliye adına aynı tarihte, 7 Ekim günü, yeni kabineyi destekleme kararı veriyoruz. Yeni hükûmet ile millî dâvâ arasında tam bir uzlaşma meydana geldiğini millete müjdeliyoruz. Her yerde hükûmet işlerine asla karışılmamasını sağlayarak, hükûmetin kuvvetini artıracak ve işlerini kolaylaştıracak tedbirler alıyoruz. İçeride ve dışarıda tam bir birlik olduğunu fiilen ispat edecek bir durum alıyoruz. Özet olarak; memleketin kurtuluşunu sağlayabilmek için, dürüstlük ve içtenlikle düşünenlerin, akıl ve vicdan bakımından yapmaya mecbur oldukları - akla gelebilecek - her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Milletvekillerinin bir an önce seçilmesini sağlamak için teşvik ve tavsiyelerde bulunuyoruz. Yalnız bir şey yapmıyoruz. MiIIî teşkilâtı dağıtmıyoruz. Tek kabahatimiz budur.



Damat Ferit Paşa'dan sonra, diğer bir damat paşanın etrafında, sadrazam diye, nâzır diye toplanmış birtakım kuşbeyinlileri, alçak bir padişahın alçakça düşüncelerini kolaylıkla uyguIayabilsin diye serbest bırakmayacağımızı hissettiriyoruz.



Temsilcimiz Cemal Paşa , kabine hakkında bizim olumlu kanaatımızı alabilmek ve güvenimizi kazanabilmek için her çareye başvurmaktan geri durmuyor. Ahmet İzzet Paşa'ya da kabineyi övdürerek varlığımızın silinmesi gereğine dair öğütler verdiriyordu.





AHMET İZZET PAŞANIN ÖĞÜTLERİ





Ahmet İzzet Paşa'a Gerçekten de, Ahmet İzzet Paşa'nın şifre içinde kalan imzasıyla, Cemal Paşa'dan 7/8 Ekim 1919 tarihli şöyle bir telgraf almıştık :



Harbiye, 7/8.10.1919



Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

Yeni kabinede, çoğunlukta olan eski ve yakın arkadaşlarımı ziyaret ederek durumun ne merkezde olduğu konusunda bir sohbet görüşmesi yapmış idim. Öğrendiğm bazı durumlar üzerine, millet ve memleketin hayatî çıkarlarını düşünerek aramızda öteden beri süregelen dostça ilişkilere askerlikten gelen kardeşçe duygulara güvenerek, aşağıdaki düşünceleri hemen belirtmek istiyorum :



Birkaç aydan beri, memleketin uğradığı istilâ ve yok olma tehlikesinin önüne geçilebilmek için şimdiye kadar, Kuva-yı Milliye nin ve Millî Mücadele nin yaptığı yararlı etkiler herkesçe kabul edilmiştir.



Yalnız, bu hizmetin sorumlarını alabilenin,bundan sonra bilgi ve görüş , gerçeği görenlerce sahibi kanunî bir yönetimin kurulmasına bağlı olduğu da kabul edilmektedir. Artık hükûmet ve milletin ikilikten ayrılarak bir birlik manzarası göstermesine, âciz görüşüme göre tezelden zaruret vardır. Kabineyi oluşturan şahısların iyi niyetli ve tutarlı düşüncelerine herkesin güveni olduğu inancındayım. Hiçbir kabinenin görevini sürekli olarak yapmasına imkân bırakmayacak iç meselerin, dış siyaset üzerindeki korkunç etkileri bir açıklamayı gerektirmeyececek kadar belirgindir. Milletvekillerinin bir an önce seçilmesi ve Meclis'in toplanması için Osmanlı Hükûmeti'nce âcil tedbirler alınmaktadır. Vatanın kurtarılması uğrunda gösterdikleri kahramanca azim ve niyetlerinin, hükûmet üyelerine nasıl karşılandığı, bugünkü bildirilen anlaşılacağından, samimiyetle bir görüş birliğine varılacağına güvenim tamdır.



Ancak bu sabah bendenizin yanına gelen, duruma vakıf ve güvenilir bir zat, Kütahya ve, Bilecik taraflarında istenmeyen bazı nahoş olayların çıktığını söylemiştir. Bizi, anlaşmazlık ve çözülmeye sürüklemek için dışarıdan ve içeriden birçok teşvik ve kışkırtmalar olacağını tahmin ve kabul etmek tabiîdir. Öte yandan,zırlardan birinin gösterdiği, Kastamonu vali vekilinden gelmiş bir telgrafla da, bazı memurların tayini ve eezalandırılması gibi işlerde İstanbul Hükümeti'ne sanki emredilmek isteniyordu. Bu gibi durumlar, devletin bu kerteye indirmiş olan ve sizce de ne derecede kötülendi bi ldt retmek olacağından, böyle yetki tanıma belgelerinde memnuniyetle görülen kötü idareyi aynen taklit kimselere bu türlü davranma fırsatının verilmemesini, herkesçe bilinen zekâ ve zanlarınızdan beklerim. Özet olarak, artık memlekette birliğin sağlanmasını ve temel kanunlar çerçevesinde hükûmetle bağlantı kurulmasını içtenlikle tavsiye ve rica ederim (Ahmet İzzet) .



Harbiye Paşâ Cemal



Bu telgrafa, elden geldiği kadar hiçbir şahsî duygu ve düşüncemizi belli etmemeye çalışarak yumuşak ve hattâ inandırıcı bir karşılık vermek uygun görüldü. Cevap şudur :



Şifre = Sıvas, 7/8.18.1919



I : 7/8.10.1919



Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne

Ahmet İzzet Paşa Hazretleri'ne

Yüksek dûşünceleriniz değerine önemle dikkate alındı. Millî Mücadele'nin etkileri ile ilgili olumlu kanaata teşekkür edilir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, yapılan millî hizmetlerin tutarlı ölçülerle devam ettirileceğine, kanun bir yönetimin tam olarak kurulmasına bütün varlığımızla çalışılacağına güven buyurulmasını rica ederim. Çünkü mücadelemiz kanunî bir devrenin açılmasını hedef almaktadır. Tanrı'ya şükürler olsun, hükûmet ile millet, tam bir görüş birliğine varmış olduklarından, bundan sonra da devam edeceğinden emin bulunduğumuz karşılıklı samimiyet ve olgunluk derecesine ulaşmış olan birlik, kendini, millet ve memleket çıkarlannı garanti edecek şekilde ortaya koyacaktır.



Kötü icraat ve siyaseti herkesçe bilinen Ferit Paşa Kabinesi'ne milletin uymaması, gaye ve hareketlerine katılmamış olması, dış politikamız üzerinde hiçbir tehlikeli etki uyandırmamış; aksine, Ferit Paşa Kabinesi'nin sebep olduğu bütün kötü etkileri ortadan kaldırarak şükranla karşıladığımız bugünkü elverişli siyasi durumumuzu sağlamıştır.



Milletin güvenini kazanmış olan bugünkü kabineyle anlaşmış bulunmanın, içteki durumumuzu dış siyaset üzerinde pek yararlı ve etkili kılacağına şüphe yoktur. Olağanüstü durumlarda, bazı yerlerde istenmeyen bazı olayların çıkmış olması, kaçınılması imkânsız zarurî ve olağan şeylerdir. Özellikle Kütahya, Bilecik ve Eskişehir gibi yerlerdeki suçsuz, haksızlığa uğramış halkın karşılaştığı baskı ve kötülükler lûtfen ve biraz da insaflıca düşünülürse, şikâyet konusu olarak görülen olayların ne kadar haklı olduğu bir an üzerinde durmakla anlaşılır. Buralardaki acıklı ve iç sızlatıcı duruma da, eski hükûmetin miskince davranışının sebep olduğu düşünülünce, bu olaylardan Millî Mücadele'yi sorumlu tutmaya kalkışmak haksızlık olur inancındayım. Kastamonu Vali Vekilinin, zâtıdevletlerince sözü edilen telgrafından dolayı kendisini de mazur görmenizi rica edeceğim.



Çünkü, bu biçim müracaat yalnız Kastamonu'dan değil, daha başka yerlerden de yapılmıştı, Beni kabinenin kararsız gibi görünen başlangıçtaki tutumu bir iki gün daha devam etseydi, bu türIü başvurular memleketin her köşesinden yağacaktı. Bundan böyle, bu gibi hareketlere asla meydan verilmemesi için gereken her türlü tedbir alınacak, gerekli etkiler yapılacak ve zâtıdevletlerinin tavsiyelerine uyularak tam anlaşmanın gerçekleşmesi ve temel kanunlar çerçevesinde hükûmetle yakın işbirliği sağlanması için samimî olarak çaba harcanacaktır. Saygı ve tazim ile ellerinizden öperim efendim.



Mustafa Kemal





ALİ RIZA PAŞA CUMHURİYET KURULACAĞINI KEŞFEDİYOR





Efendiler, Ahmet İzzet Paşa'nın yazdığı nasihatnamenin ve buna verdiğimiz cevabın gözden geçirilmesi bir hatıramı canlandırdı. Milletçe bilinmesi ve tarihe geçmesi için onu da söylemiş olayım:



Ali Rıza Paşa, bir gün Ahmet İzzet Paşa'yı ziyaret eder. Sohbet sırasında, aleyhimde olur olmaz bazı şeyler söyler ve bu dedikodulara önemli bir keşfini de ekler : "Cumhuriyet kuracaklar, Cumhuriyet! " diye bağırır. Doğrusunu isterseniz efendiler, Makedonya'da, Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı Orduları Başkomutanı Ali Rıza Paşa'nın arslanlardan oluşmuş bulunan koskoca Türk ordularını bozguna uğratıp yok ettirdikten ve verimli Makedonya topraklarını düşmana terkedip bağışladıktan sonra; devletin en kritik anında; Vahdettin'in emellerine hizmet için gereken vasıfları kazanmış olduğuna ve bu ünlü ordular başkomutanının bu defa da kendine en becerikli yardımcı olarak, eski Genelkurmay Başkanı'nı Harbiye Nezareti'ne getirmeyi düşüneceğine olağan gözüyle bakılabilirdi. Fakat Millî Mücadele'nin cumhuriyeti hedef aldığını bu kadar çabuk ve kolaylıkla sezip kavrayabileceğine hayran olmamak mümkün değildir.



Efendiler, bana bu bilgiyi veren, hikâyeyi bizzat İzzet Paşa'nın ağzından işiten ve şimdi içinizde bulunan çok değerli bir arkadaştır.





SALİH PAŞA HEYET-İ TEMSİLİYE İLE GÖRÜŞMEK İÇİN GELİYOR





Efendiler, Cemal Paşa , 9 Ekim 1919 tarihli bir şifre ile, Hey et-i Temsiliye iIe yakından görüşmek üzere Bahriye Nâzın Salih Paşa'nın yola çıkmasının uygun görülmekte olduğunu bildirdi. Fakat Salih Paşa biraz rahatsız oldugu için, görüşme yerinin mümkün olduğu kadar yakın olması ve İstanbul'dan deniz yoluyla hareketinin yerinde olacağının düşürüldüğü belirtildikten sonra, Hey'et-i Temsiliye'den kimlerle ve nerede görüşüleceğinin tasarlandığını sordu.



10 Ekimde verdiğimiz cevapta, görüşme yeri olarak Amasya'yı tespit ettik. Görüşmek üzere, Hey'et-i Temsiliye'den benimle birlikte Rauf ve Bekir Sami Bey'ler gidecekti. Bunu da bildirdik.



Salih Paşa'nın İstanbul'dan hangi gün hareket edeceğinin ve Amasya' ya ne zaman gelebileceğinin gün ve saatinin de bildirilmesini rica ettik.



Efendiler, memleketin her tarafında millî teşkilâtın genişletilmesi ve köklendirilmesi çalışmalarına devam ediyorduk. Aynı zamanda milletvekili seçimlerinin yapılmasını sağlamaya ve çabuklaştırmaya çalışıyorduk. Bu konudaki görüşlerimizi gerekenlere de bildirerek, bazı kimseleri tavsiye bile ediyorduk. Ancak, cemiyet adına aday göstermemeyi prensip olarak kabul etmemekle birlikte, milletvekili olmak için başvuranların Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin ilkelerini ve kararlarını benimsemiş kimselerden olmasını yürekten istiyor ve bu gibi kimselerin, cemiyet adına kendiliklerinden adaylıklarını koymaları gereğini de ilân ediyorduk.



11 Ekim 19l9 tarihinde, bu arz ettiğim hususlarla ilgili olarak yeniden bazı emirler verdik.



Millî dâvâya hizmet eden memurların birer sebep uydurularak nakledilmesi ve yerlerinin değiştirilmesi, millî dâvâya karşı olduklan için millet tarafından kovulan memurların da memurluk sıfatlarının korunmaya devam edilmesi yüzünden, bazı yerlerden, yeni kabine ile uyuşmanın ne demek olduğunun anlaşılamadığı yolunda sitem ve şikâyetler gelmeye başladı. Bu hususu 11 Ekimde Cemal Paşa'ya yazarak, kabinenin dikkatini çekmek istedik.

54Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 8:57 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ASKERİ NİGEHBAN CEMİYETİ




Bir de, Efendiler, bilirsiniz ki, İstanbul'da Askeri Nigehban Cemiyeti diye bir bozguncu grubu türemişti. O zamanki bilgilere göre, bu grubun başında bulunanlar, Kiraz Hamdi Paşa, hırsızlıktan dolayı ordudan kovulmuş Kurmay Albay Refik Bey ,eski Halaskâr Grubu'ndan Binbaşı Kemal Bey,eski Bandırma Sevkiyat Başkanı Topçu Binbaşılarından Hakkı Efendi ve daha bu dernekle ilişkisini kesip kesmediği bilinmeyen ve ordudan atılmış bulunan Kurmay Binbaşı Nevres Bey gibi çeşitli yolsuzlukları yüzünden ordudan atılmış yahut da emekli edilmiş bulunan kimselerle, ahlâksızlıkları ile tanınmış az sayıdaki kimselerden ibaretti.



İşte bu dernek, İkdam gazetesinin 23 Eylül 1919 tarih ve 8123 sayılı nüshasında bir bildiri yayınlamıştı. Dernek, bu bildirisiyle, kendilerine vatan ve milletin bekçisi süsünü vermek istiyordu. Cevat Paşa'nın Harbiye Nâzırlığı zamanında, bu dernek hakkında kovuşturmaya başlanmıştı. Değişikliklerden dolayı arkası kesildi.



Böyle bir derneğin varlığı ve faaliyeti ordu mensuplarının sinirlerini geriyordu. Hey'et-i Temsiliye'ye müracaatlar başlamıştı.



12 Ekim 1919 tarihinde, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa' dan, kendi başarısı bakımından, bu fesat yuvasının kökünden sökülüp atılmasını ve mensuplarının şiddetle cezalandırılmalarını ve bu yoldaki işlemlerin orduya bildirilmesini rica ettim.



"Cemal Paşa'dan 14 Ekimde aldığım "bu kesin olarak kararlaştırılmıştır" şeklindeki kısa ve kesin dilli telgrafı 15 Ekimde bütün orduya özel olarak duyurdum.



Fakat, Cemal Paşa'nın bu kesin kararının hiçbir zaman uygulandığını hatırlayamıyorum.





İŞGALİ SUÇLAMAYAN BİR SİYASET





Efendiler, hatırlayacaksınız, İngilizler Merzifon'u ve bir siyaset arkasından da Samsun'u boşaltmışlardı. Bu münasebetle ve Ferit Paşa Kabinesi'nin düşmesi üzerine, Sıvas halkı fener alayı düzenledi ve gösterilerde bulundu. Birtakım nutuklar verildi. Bu sırada halk da "kahrolsun işgal" diye bağırdı. Sıvas'ta yayınlanan İrade-i Milliye gazetesi, bu olayı olduğu gibi yazdı. Dahiliye Nâzırı Damat Şerif Paşa,bu gazetenin haberlerine dayanarak Sıvas iline yaptığı bir tebliğde "kahrolsun işgaI" şeklindeki yazılar, hükûmetin bugünkü siyasetine uygun değildir; diyordu.



Bu ne demektir, Efendiler? Hükûmet, işgali suç saymayan bir politika mı güdüyordu? Yoksa, "kahrolsun işgal" dedikçe, memleketi daha çok işgale mi yol açılacaktı? İşgal ve saldırı karşısında, milletin sessizlik ve sükûnet içinde kalması, işgalden tepkilenmiş görünmemesi mi akla ve politikaya uygundu?



Böyle sakat ve hayvanca bir düşünce, çöküş ve yokoluş uçurumuna kadar tekmelenmiş bir devleti kurtarabilecek siyasete temel olabilir miydi ?



İşte bu münasebetle, 12 Ekim 1919 tarihinde, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya yazdığım bir telgrafta : "Vatanın bir kısmının boşaltıldığını gören milletin, bu şekilde, hattâ daha da belirgin bir şekilde, duygularını açığa vurmuş olmasını pek uygun ve yerinde gördüğümüzü ve "milletin gerçek duygularına dayanarak hükûmetin bu haksız işgaIleri siyasî bir dille ve resmen reddetmesini, bu güne kadar Ateşkes Anlaşması'na aykırı olarak yapılmış müdahaleleri protesto ederek, yapılanların düzeltilmesini isteyeceğini beklemekteyiz" dedikten sonra, "bu vesileyle, hükûmetin gütmekte olduğu politikada Hey'et-i Temsiliye'ce henüz bilinmeyen noktalar varsa, aydınlatılmasını" rica ettim.



Temsilcimiz ve Harbiye Nâzırı Cemal Paşa' nın cevabı pek ilgi çekicidir. 18 Ekim 1919 tarihli olan bu cevapta şu cümlelerin taşıdığı anlam dikkate değer : "Milli dâvâ çerçevesi içinde işleri yürütme sorumluluğunu yüklenmiş olan İstanbul Hükûmeti, tutumunda ve işlerinde siyasî mecburiyetleri kollamak, yabancılara karşı daha konukseverce ve yumuşakça hareket etmek zorundadır.





SÜNGÜLERİNİ MİLLETİN KALBİNE SAPLAYAN YABANCILARI MİSAFİR SAYAN BİR HARBİYE NAZIRI





Efendiler, Rıza Paşa Kabinesi ve o kabinede Harbiye Nâzırı olan zat, aziz vatanımızı işgal eden, süngülerini milletin canevine saplayan düşmanları misafir kabul ediyor ve onlara karşı konukseverce ve yumuşakça harekette bir zaruret görüyor. Bu ne görüştür, bu ne kafadır? Millî dâvâ bu muydu?



Harbiye Nâzırı, özellikle millî teşebbüslerinin yanlış yorumlanması yolunda girişilen faaliyetlerin daha güçten düşmediği şu sıralarda, işaret ettiğim ihtiyatlı davranışların yersiz olmadığı kabul buyurulur inancında olduğunu söyleyerek, millî teşebbüslerden zarar görülmüş olduğunu anlatmaya, bu yüzden meydana gelen kötülüğü tamir için tedbirlerinin yersiz olmadığını bize de kabul ettirmek ustalığını göstermeye çalışıyor.



Harbiye Nâzırı, telgrafını şu cümle ile bitiriyor : "Olgunluğunu eserleri ile ispatlamış olan yüce milletin güvenini kazanmış bulunan bugünkü hükûmetin, işlerinde serbest kaldıkça, dışarıya karşı sözünü daha çok dinleteceği açık bir gerçek olduğuna göre, saygıdeğer Hey'et-i Temsiliye'den hükûmetin yaptığı işleri daha çok desteklemelerini rica ederim."



Efendiler, Cemal Paşa , gerçekten önemli noktalara dokunuyor : Önce, milletin olgunluğunu ispat ettiğini söyleyerek, bizim millet adına öne düşüp yol göstermemize ihtiyaç olmadığını dolaylı bir şekilde hissettirerek, bizi millet nazarında gereksiz birtakım müdahaleciler sayıyor. İkinci olarak, bizim, hükûmeti serbest bırakmadığımızı ve bu yüzden dışarıya karşı sözünü dinletmeye engel olduğumuzu söylüyor.



Efendiler, yüce milletimizin olgunluğunu ispat eden eserler, Erzurum, Sıvas Kongreleri ile bu kongrelerde aldığı kararlar, bu kararların uygulanmasına çalışmak suretiyle birlik ve dayanışma yaratılmaya başlanması ve Sıvas Kongresi'ni yapanları yok etmeye kalkışan Damat Ferit Paşa Kabinesi'ni düşürmek gibi işler, davranışlar ve uyanıklıktı.



Bu kadarla yetinmek, bütün bu hareket ve faaliyetlerde olduğu gibi bundan sonra da millete önderlik etmek gibi vicdanî bir görevden vazgeçerek hükûmeti serbest bırakabilmek, ancak bir şartla mümkün olabilirdi. O da, serbest kalmaya lâyık olduğu anlaşılacak, Millet Meclisi'ne dayalı millı bir kabinenin memleket ve millet mukadderatını gerektiği şekilde üstlendiğine inanmaktı. Milletin, " kahrolsun işgal ! " şeklindeki protestosunu boğmaya çalışan duygu ve kavrayıştan yoksun hayvanca insanlardan kurulu ve içinde hain bulunan bir hey'etin, ahmakça, bilgisizce ve miskince hareketlerinin seyirci kalmak, akıl ve anlayış sahibi vatansever kimselarden beklenebilir miydi?.



Bir de Efendiler, Cemal Paşa : "Milletin güvenini kazanmış buIunan bugünkü hükûmeti sözüyle pek büyük ve apaçık bir yalana başvuruyordu. Milletin hükûmete güven duyup duymadığı daha belli değildi. Bu söz ancak ve hiç olmazsa, kabine Millet Meclisi huzurunda güven oyu aldıktan sonra söylenebilirdi. Oysa, daha Millet Meclisi'nin üyeleri bile seçilmiş değildi.



Harbiye Nâzırı bu sözü söylediği dakikada, yalnız bir tek kişinin güvenini kazanmış bulunuyordu. O da devlet başkanlığı makamını kirletmekte olan hain Vahdettin idi.Hey'et-i Temsiliye'nin kendileri ile uyuşmaya ihtiyaç duymuş olmasını, millet adına güvene sahip olmakmış gibi kabul etmek istiyordu. Eğer maksatları bu idiyse, milletin kendilerine güven vasıtası olan bu hey'eti aradan çıkarma gereği nereden doğuyordu?





MİLLİ TEŞKİLAT GENİŞLİYOR VE GÜÇLENİYOR





Efendiler, Ferit Paşa Hükûmeti'nin düşmesi,memlekette kararsızlık içinde bulunan bazı yerlerinde duyguları ve maneviyatları üzerinde olumlu etki yaptı. Her tarafta sivil ve askerî âmirler başta olmak üzere, teşkilâta hız verildi.



Ali Fuat Paşa,batıdaki illerin hemen hepsi ile ilgilendi. Eskişehir, Bilecik ve arkasından Bursa bölgelerinde bizzat dolaşmak ve gereken kimselerle haberleşmek suretiyle çalışıyordu.



Balıkesir'de bulunan Albay Kâzım Bey (Meclis Başkanı Kâzım Paşa), o bölgenin miIlî teşkilât ve askerî hazırlıklarıyla ilgileniyor ve uğraşıyordu.



Bursa'da bulunan Albay Bekir Sami Bey , 8 Ekimde, Ferit Paşa'nın adamı olan valiyi İstanbul'a göndererek, Kongre'nin kararlarını uygulatmaya başlatmış ve bir merkez hey'eti oluşturmuştu.



Milli teşkilât ile uğraşıldığı kadar, milletvekili seçimi ile de büyük bir ilgiyle uğraşılıyordu.



Memleketteki bütün millî kuruluşların aynı ad altında, Hey'et-i Temsiliye'ye bağlı olması ilkesi izleniyordu. Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar bölgelerinde teşkilâtın kuvvetlendirilmesi için, Aydın, Konya, Bursa, Balıkesir bölgelerinde bağlantı kolaylığı sağlayıcı tedbirler alınıyordu. Batı Cepheleri i,izerinde Harbiye Nezareti'ne bilgi veriliyor, hükûmetçe ne gibi işler ve tedbirler düşünüldüğü de sorularak hükûmetin ilgisi çekilmeye çalışılıyordu.



Efeler tarafından idare edilen Aydın cephesindeki kuvvetlere bir komutan gönderme konusu düşünülmeye başlandı. İşgal altındaki yerlerde gizli millî teşkilât kurulması için 14 Ekimde Ali Fuat Paşa'ya ve Afyonkarahisar'daki 23' ü ncü Tümen Komutanı Ömer Lütfü Bey'e yazıldı. Bununla birlikte, bu tarihlerde, daha bazı yerlerden amacın iyice anlaşılamadığı görülüyordu. Örnek olarak, Redd-i İlhak Cemiyetleri'nin kendi adlarına tebliğler yayınladıkları oluyordu.10 Ekim 1919 tarihinde Redd-i İlhak Cemiyeti Başkanı'nın imzası iIe gönderilen bir yazıda, 20 Ekimde büyük bir kongrenin toplanacağı, bu kongreye iki temsilci gönderilmesi illerden isteniyor ve birtakım tedbirler alınması bildiriliyordu.



Öbür taraftan, Karakol Cemiyeti'nin de İstanbul'dan başka Bursa yöresinde de faaliyette bulunduğu anlaşıldı.



Bu dağınıklığın önüne geçmek için gereken tedbirler alındı. Özellikle, AIi Fuat Paşa'ya, Balıkesir'de Kâzım Paşa'ya, Bursa'da Bekir Sami Bey'e, Bıırsa Merkez Hey'eti'ne gerektiği şekilde yazıldı.



İtilâf ve Hürriyet Cemiyeti de düşmanlarla birlikte Anadolu'da milli dâvâya karşı örgütlenmek üzere yetmiş beş kişi kâdar göndermiş. Bu haber alındı. Kolorduların dikkati çekildi.



İstanbul'da gizli çalışmaya karar verildi. Teşkilâtın genişletilmesi için Trakya'ya Cafer Tayyar Bey vasıtasıyla talimat verildi.

55Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 8:58 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

MECLİS-İ MEBUSAN'IN TOPLANACAĞI YER





Efendiler, bir yandan milletvekillerinin seçilmesine çalışırken, bir yandan da Meclis-i Meb'usan'ın nerede toplanabileceği düşüncesi kafamızı kurcalıyordu. Hatırlayacaksınız ki, Erzurum'dan Refet Paşa'nın bu konu ile ilgili bir telgrafına cevap verirken Meclis toplanmalı, fakat İstanbul'da değil, Anadolu'da demiştim. Çünkü ben, Meclis'in İstanbul'da toplanması kadar mantıksız ve maksatsız bir davranış tasavvur edemiyordum. Ancak, bu hususta yetkili olanları ve kamuoyunu bu gerçeğe inandırmadıkça, düşüncemizin gerçekleşmesi mümkün değildi. İstanbul'da toplanmanın sakıncalarını olduğu gibi gözler önüne sermek gerekiyordu. Bu maksatla ve millî dâvâyı Rumlara ve yabancılara, Hristiyanlara karşıymış gibi göstermek için, Ali Kemal ve Mehmet Ali Bey'lerin gayretleriyle Ermeni Patrikhânesi'nde yapılan toplantılar ve Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin teşebbüsleri üzerine, Harbiye Nâzırı vasıtasıyla, İstanbul Hükûmeti'nin dikkatini çektik.



13 Ekim 1919 tarihinde, Meclis-i Meb'usan'ın açılışından sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin nasıl bir siyasî durum alması gerektiği görüşünde bulunduğunu, Cemal Paşa vasıtasıyla hükûmetten öğrenmeye çalışırken, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanmasında ne gibi siyasî bir güvence elde edileceğinin düşünüldüğünü de sorduk. Aynı tarihte, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da korkusuzca toplanmasını sağlamak için hangi güvenlik ve korunma tedbirlerinin alınması düşünüldüğünü ve ne yapılmak gerektiğini, İstanbul'da teşkilâtımızın merkez hey'etinde bulunan ve Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı olan Albay Şevket Bey'den sorduk.





AMASYA MÜLAKATI





Efendiler, hatırınızdadır ki, Bahriye Nâzırı Salih Paşa ile, Amasya'da bir görüşme kararlaştırılmıştı. Nazır Paşa ile, hükûmetin dış politikası, iç idaresi ve ordunun geleceği ile ilgili konular üzerinde görüşülme ihtimali vardı. Bu nedenle, kolordu komutanlarının düşünce ve görüşlerini önceden bilmek, bence pek yararlı idi.



l4 Ekim 1919 tarihli şifremde, kolordu komutanlarının bu üç nokta üzerindeki görüşlerini rica ettim. Komutanların raporlarını belgeler arasında okursunuz.



Salih Paşa, 15 Ekimde İstanbul'dan hareket etti. Biz de, 16 Ekimde Sivas'tan hareket ettik. 18 Ekimde Amasya'da bulunduk. Salih Paşa'ya, uğrayacağı iskelelerde, millî teşkilât tarafından parlak karşılama törenleri yapılması ve tarafımızdan hoşgeldiniz denilmesi için talimat verilmişti.



Biz de kendisini, Amasya'da büyük bir törenle karşıladık.



Salih Paşa ile, Amasya'da, 20 Ekimde başlayan görüşmelerimiz, 22 Ekimde son buldu. Üç gün süren görüşmelerin sonunda, ikişer nüsha olmak üzere beş ayrı protokol düzenlendi. Bu beş ayrı protokoldan üçü Salih Paşa'da kalanlar bizim tarafımızdan, bizde kalanlar Salih Paşa tarafından imza edildi. İki protokol gizli sayılarak imza edilmedi.



Amasya Mülâkatı sonunda alınan kararlar, kolordulara da bildirildi.



Efendiler, bu münasebetle, bir noktayı belirtmek isterim. Bizce temel alınan husus, millî teşkilâtın ve Hey'et-i Temsiliye'nin İstanbul Hükûmeti tarafından resmen tanınmış bir siyasî varlık olduğunun, görüşmelerimizin resmî bir nitelik taşıdığının ve sonuçlarına mutlaka uyulması gerektiğinin taraflarca resmen taahhüt edilmiş bulunduğunu tasdik ettirmekti.



Bundan dolayı, görüşmelerin sonuçlarını içine alan zabıtların protokol olduğunu kabul ettirmek ve İstanbul Hükûmeti'nin temsilcisi olan Bahriye Nâzırına imza ettirmek önemliydi.



21 Ekim 1919 tarihli protokol metni, denebilir ki, hemen bütünüyle Salih Paşa'nın teklifleri olup, kabulünde sakınca görülmeyen birtakım maddelerden ibarettir.



22 Ekim 1919 tarihli ikinci protokol, uzun süren tartışmalı bir görüşmenin zabıt şeklindeki özetidir.



Bu görüşmede, her iki tarafın, Hilâfet ve Saltanat konusundaki karşılıklı güvenceleri ile ilgili geniş açıklamaları içine alan bir girişten sonra, Sivas Kongresi'nin 11 Eylül 1919 tarihli bildirisindeki maddelerin görüşülmesine başlandı :



1 - Bildirinin birinci maddesinde, tasarlanan ve kabul edilen sınırların en düşük düzeyde bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.



Görünüşte, Kürtlere bağımsızlık kazandırmak gayesiyle yapılmakta olan bozguncu propagandaların önüne geçme hususu uygun bulundu. Bugün için düşman işgali altında bulunan bölgelerden Çukurova (Kilikya)'yı, Arabistan ile Türkiye arasında bir tampon devlet yapmak üzere anavatandan ayırma isteğinde bulunulduğundan söz edildi. Anadolu'nun, en koyu Türk çevresi, en bereketli ve zengin bir bölgesi olan bu parçasının hiçbir şekilde ayrılmasına razı olunmayacağı; Aydın ilinin de aynı kesinlikle (ve öncelikle) vatan topraklarından kopmasının mümkün olmadığı ilkesi genellikle kabul edildi.



Trakya konusuna gelince : Burada da, görünüşte bağımsız bir hükûmet, gerçekte bir sömürge devlet kurulması, böyle olduğu takdirde de Doğu Trakya'dan Midye-Enez çizgisine kadar olan bölgeyi bizden ayırma isteğinin söz konusu olabileceği ihtimali göz önünde bulunduruldu. Ancak Edirne'nin ve Meriç sınırının bağımsız bir İslâm hükûmetine katılmak için bile olsa, hiçbir şekilde bırakılmasına rıza gosterilmemesi ilkesi ortaklaşa kabul edildi. Bununla birlikte, bütün bu maddede söz konusu edilen hususlar hakkında Meclis'in vereceği en son karara elbette uyulacaktır, dendi.



2 - Bildirinin dördüncü maddesindeki, azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak nitelikte imtiyazlar verilmesinin kabul edilmeyeceği konusundaki fıkra üzerinde önemle duruldu. Bu kaydın, bağımsızlığımızı fiilen sağlamak için, elde edilmesi zarurî bir istek olarak düşünülmesi ve bundan yapılacak en küçük bir fedakarlığın bağımsızlığımızı derinden zedeleyeceği öne sürüldü. Bu maddede söz konusu olan ve azınlıklara fazla imtiyazlar verilmemesine yönelmiş olan gaye, ulaşılması gerekli bir hedef olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte, gerek bu konuda, gerek yaşama hakkımızın savunulması konusundaki öteki isteklerimizle ilgili hususlarda birinci maddenin sonunda olduğu gibi burada da Milli Meclis'in oy ve kararlarının geçerli olacağı kaydı konuldu.



3 - Bildirinin yedinci maddesi gereğince, bağımsızlığımız tam olarak korunmak şartıyla, teknik, sanayi ve ekonomi alanlarındaki ihtiyaçlarımızın nasıl giderilebileceği konusu tartışıldı. Memleketimize pek çok sermaye dökecek olan bir devlet olursa, bunun malî işlerimiz üzerinde gerektirebileceği bir kontrol hakkının genişlik derecesi kestirilemeyeceğinden, bu hususun bağımsızlığımıza ve gerçek milli çıkarlarımıza zarar vermeyecek biçimde, uzmanlarca esaslı bir şekilde düşünülerek sınırlandırıldıktan sonra Millî Meclis'çe uygun bulunacak şeklin kabulü görüşüldü.



4 - 11 Eylül 1919 tarihli Sıvas Kongresi kararlarının öteki maddeleri de Meclis-i Meb'usan'ın kabulüne sunulmak şartıyla uygun görüldü.



5 - Bundan sonra, Sivas Kongresi'nin 4 Eylül 1919 tarihli kararlarının teşkilât bölümü ile ilgili 11'inci maddesinde yer alan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin durumu, bundan sonraki çalışma şekli ve alanı üzerinde duruldu.



Bu maddede, millî iradeyi hâkim kılacak olan Meclis-i Millî'nin yasama ve denetleme haklarına güvenlik ve serbestlikle sahip olduktan, bu güvenlik Meclis-i Millî'ce de doğrulandıktan sonra, cemiyetin şeklinin kongre kararı ile belirleneceği açıklanmıştır. Burada söz konusu olan kongrenin, şimdiye kadar yapılan Erzurum ve Sivas Kongreleri gibi İstanbul dışında ayrı bir kongre halinde olması şart değildir, dendi.



Cemiyetin programını kabul eden milletvekilleri, cemiyetin tüzüğünde gösterilen temsilciler gibi kabul edilerek, bunların yapacakları özel toplantı, kongre yerine geçebilir. Bundan sonra, Meclis-i Millî'nin İstanbul'da tam bir güvenlik içinde, serbest olarak görev yapabilmesi şarttır, dendi. Bunun bugünkü şartlara göre ne dereceye kadar sağlanabileceği etraflı şekilde düşünüldü. İstanbul'un düşman işgâli altında bulunması dolayısıyla, milletvekillerinin yasama görevlerini hakkıyla yerine getirmelerine pek elverişli olamayacağı düşüncesi ortaya atıldı. 1870 -1871 savaşında Fransızların Bordeaux (Bordo)'da ve daha sonra Almanların Weimar (Vaymar)'da yaptıkları gibi, barış anlaşması yapılıncaya kadar, geçici olarak, Meclis-i Millî'nin Anadolu'da, saltanat hükûmetinin kabul edeceği güvenilir başka bir yerde toplanması uygun görüldü.



Meclis-i Millî'nin toplanmasından sonra, çalışma şartları bakımından ne dereceye kadar güvenlik ve gizlilik içinde bulunacağı belli olacağından, tam bir güvenlik görüldüğü takdirde, Cemiyet, Hey'et-i Temsiliye'nin faaliyetine son vererek teşkilâtının çalışma hedefinin, yukarıda bildirdiğim üzere, kongre yerini tutacak olan özel bir toplantıda kararlaştırılacağı belirtildi.



Milletvekilleri seçiminde tam bir serbestlik bulunması gerektiği hükümetçe emredilmiş olduğundan, seçimler yapılırken Cemiyet Hey'et'i Temsiliyesi'nce müdahale edilmekte olduğu belirtildi.



Milletvekilleri arasında, İttihat ve Terakki üyesi ve orduda lekeli şahıslar bulunduğu takdirde, bunların milletvekili seçilmesine meydan verilmemek için, Hey'et-i Temsiliye'ce yol gösterme maksadıyla ve uygun şekilde bazı telkinler yapılmasının yerinde olacağı hesaba katıldı. Hey'et-i Temsiliye'nin bu konudaki yardım şekli de, ayrıca bir formül halinde Üçüncü protokol olarak tespit edildi.



Gizli sayıldığı için imza altına alınmayan dördüncü protokol şuydu :



1 - Bazı komutanların ordudan atılması ve bir kısım subayların Divan-ı Harb'e verilmeleri ile ilgili olarak çıkarılan padişah iradeleri ile diğer emirlerin düzeltilmesi.



2 - Malta'ya sürülmüş olanların, ilgili bulundukları kendi mahkemelerimizde kovuşturma yapılmak üzere İstanbul'a getirtilmeleri çarelerinin araştırılması.



3 - Ermeni zulmü ile ilgili görülenlerin de mahkemeye verilmesi (Millî Meclis'e bırakılacaktır).



4 - İzmir'in boşaltılmasının İstanbul Hükûmeti tarafından yeniden protesto edilmesi ve gerekirse gizli tâlimatla halka gösteri toplantıları yaptırılması.



5 - Jandarma Genel Komutanı, Merkez Komutanı, Polis Müdürü ve İçişleri Müsteşarı'nın değiştirilmeleri (Harbiye ve Dahiliye Nezaretlerince).



6 - İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin (kapı kapı dolaşıp) halka kâğıt mühürletmelerine engel olunması.



7 - Yabancı parasıyla satın alınmış derneklerin faaliyetlerine ve bu gibi gazetelerin zararlı yayınlarına son verilmesi (özellikle subay ve memurların bu gibi derneklere girmelerinin kesinlikle yasaklanması).



8 - Aydın Kuva-yı Milliye'sinin güçlendirilmesi ve beslenmelerinin kolaylıkla sağlanması (bu husus Harbiye Nezareti'nce düzenlenir. Donanma Cemiyeti'nin 400.000 lirasından gerektiği kadarı, hükümet tarafından bu maksat için ayrılabilir).



9 - Milli Mücadele'ye katılmış memurların genel bir yatışma ve güvenlik sağlanıncaya kadar yerlerinden alınmamaları ve millî dâvâya aykırı hareketlerinden dolayı millet tarafından işten el çektirilmiş memurların yeni görevlere tayinlerinden önce durumun özel olarak görüşülmesi.



10 - Batı Trakya göçmenlerinin taşınmalarının sağlanması.



11- Acimî Sadun Paşa ve adamlarırının uygun şekilde desteklenmesi.



İmzasız beşinci protokol da, Barış Konferansı'na gidebilecek kimselerin adlarını içine alıyordu. Bununla birlikte, hükümet bu konuda, ana ilkelere uymak şartıyla serbest bulunacaktı. Delegeler : Tevfik Paşa Hazretleri Başkan Ahmet İzzet Paşa Hazretleri Askerî temsilci Hariciye Nâzırı Siyasî temsilci Reşat Hikmet Bey Siyasî temsilci Uzmanlar Hey'eti : Hâmit Bey Maliye Albay İsmet Bey Askerlik Reşit Bey Siyasî işler Mühendis Muhtar Bey Bayındırlık işleri Albay Ali Rıza Bey Deniz Albayı Refet Bey İstatistik Emirî Efendi Tarih Münir Bey Hukuk Müşaviri Uzman bir şahıs Ticaret işleri Uzman bir şahıs Çeşitli mezheplerin imtiyazlarını bilen Yazı Hey'eti : Reşit Saffet Bey Maliye Bakanlığı eski Özel Kalem Müdürü Şevki Bey SalihBey Orhan Bey Hüseyin Bey Robert Kolej Türkçe Öğretmeni



Efendiler, bu görüşmelerimizde tespit edilen esaslar arasında, en önemli noktanın Meclis-i Millî'nin toplanma yeri ile ilgili olduğunun yüksek dikkatlerinizi çekmiş olacağını sanırım.



Meclis'in, İstanbul'da toplanmasının doğru olmadığı konusundaki eski görüş ve kanaatimizi Salih Paşa'ya kabul ve tasdik ettirdik. Ancak, Paşa, kendisi bu görüşe katılmakla birlikte, bu katılışın şahsına ait olup kabine adına şimdiden söz veremeyeceği kaydını da eklemişti. Kendisi, kabine üyelerini bu görüşe inandırmak ve katılmalarını sağlamak için elinden geleni yapacağına söz vermiş, başaramadığı takdirde, kabineden çekilmekten başka yapacak bir şey olmadığını söylemiştir.



Salih Paşa, bu konuda başarı sağlayamamıştır.



Meclis-i Meb'usan'ın toplanma yeri konusuna tekrar dönmek üzere Amasya Mülâkatı ile ilgili açıklamalarıma son veriyorum.





SİVAS'TA BANA KARŞI YAPILAN BİR TEŞEBBÜS: ŞEYH RECEP OLAYI





Yalnız, Efendiler, biz Amasya'ya gelmek üzere Sivas'tan ayrılır ayrılmaz, Sivas'ta pek de hoşa gitmeyen bir olay geçmiştir. Bu olay hakkında kısaca bilgi sunayım :



Amasya'ya vardıktan sonra, İtilâf ve Hürriyet'çilerin yabancılarla birleşerek birtakım haince işlere giriştikleri yolunda bilgiler almıştık. Bunu derhal bir genelge ile her yere bildirmiştim. Sıvas'ta da, Padişah'a, aleyhimde telgraf çekilme gibi bir teşebbüs bulunduğunu haber aldım, fakat inanmadım. Elbette, Hey'et-i Temsiliye'deki arkadaşlarımızın, karargâhımıza bağlı şahısların, valinin ve daha başkalarının dikkat ve uyanıklığı buna engeldir dedim.



Oysa, Şeyh Recep ve arkadaşlarından Ahmet Kemal ile Celâl adlarında üç kişi, bir gece telgrafhanede, kendilerine bağlı bir telgrafçı vasıtasıyla istedikleri telgrafları çekmişler...



Gerçekten, Amasya telgrafhanesinden Salih Paşa'ya ait şu telgrafı getirdiler :





l6613 K. Sivas,18.10.1919



Bahriye Nâzırı Devletli Salih Paşa Hazretleri'ne



padişah Hazretleri'nin Yaveri Saadetli Nari Bey Hazretlerine



Olaylardan beri memleketimizde olup bitenleri anlamak ve bunların içyüzünü



öğrenmek üzere, il merkezine kadar zahmet buyurup gelmenizi memleket ve millet



menfaatlari adına diler, yine memleket ve millet adına makine başına teşriflerini



bütün bağlılığımızla istirham ederiz.



Şeyh Şemsedin-i Sivasi Ulemâ Eşraf



torunlarından Recep Kamil, tûccar ve esnaftan



Zaralı-zâde Celâl mührû vardır.



İlyas-zâde Ahmet Kemal

56Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty MECLİS-İ MEBUSAN'IN TOPLANACAĞI YER - Devamı Çarş. Nis. 23, 2008 8:59 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

MECLİS-İ MEBUSAN'IN TOPLANACAĞI YER - Devamı

Bana da 19 Ekim 1919 tarihli olan şu telgraf geldi :



Amasya'da Mustafa Kemal Paşa'ya,



Halkımız, padişah'ın ve hûkümetin görüşlerini Salih Paşa'nın kendisinden yahut da gûvenilir bir ağızdan işitmedikçe, aradaki anlaşmazlığa çözülmüş gözüyle bakamayacaktır. Bu bakımdan iki yoldan birini seçmek zorunda oldunuzu arz ederiz.





İlyas-zade Zaralı-zâde Şeyh şemseddin-i Sıvasi



Ahmet Kemal Celâl torunlarından Recep Kâmil





Efendiler, biz bütün memleket için doğru yolu göstermek ve halkı aydınlatmakla uğraşıyoruz. Fakat düşmanlarımız da bize karşı, her yerde ve hattâ içinde bulunduğumuz Sivas şehrinde bile, alçakça niyetlerini gerçekleştirebilecek aşağılık vasıtalar bulmakta başarılı olabiliyorlar.



Bütün uyarılarımıza rağmen, ben oradan ayrılır ayrılmaz, Sivas'taki şahısların dalgınlığı, her yerde ne kadar çok ilgi gevşekliklerinin ve göz yummaların doğmuş olduğuna güzel bir örnek oluşturuyor.



19 Ekim günü, Sıvas'taki arkadaşlar, Hey'et-i Temsiliye imzasıyla şu telgrafı veriyorlardı :





Amasya'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

Şeyh Recep ve arkadaşlarının Zâtıdevletlerine çekilmek üzere telgrafhaneye şimdi verdikleri telgraf sureti, aşağıda aynen arz olunur :



Bu konuda Topçu Binbaşısı Kemal Bey, ayrıca soruşturma yapmaktadır.



Bu telgrafa, aldığımı arz ettiğim telgrafın suretini de ekliyorlar.



Sıvas Telgraf Müdürü de aynı gün şu bilgiyi veriyor :





Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne,

Şeyh Şemseddîn-i Sıvasî Torunlarından Recep, İlyas-zâde Ahmet Kemal ve Zaralı-zâde Celâl imzalarıyla yazılan telgrafları takdim ederim. Bu telgraflar gece getirilmiş ve memurlarımız tehdit edilerek yazdırılmıştır. Herkesin, kendi şartlan içinde elbette telgraf yazma hakkı vardır. Ancak, makine odasına önüne gelenin girmesi yasak olmak şöyle dursun, memurlara gözdağı verilerek korkutulmaları gibi hükümetin otorite ve haysiyetini zedeleyecek davranışlarda bulunmak, doğrusu isyan niteliğindedir. Durumu Valilik yüksek katına arz ettim. Memlekette sağlıklı bir düzenin kurulması için çalışmakta olan zâtıdevletlerine de arz ederim. Derin saygılarımın kabul buyurulması istirham olunur.





19 Ekim 19l9 Başmüdür



Lütfû



İstanbul Merkez Şefi Bey'e:

Halkın ağzından arz olunan, memleket ve milletin selâmeti için takdimi istirham edilen telgraflarımızın yerine ulaştırılmasına engel olan din ve devlet hainidir. Sonunda kan dökülmesine sebep olacaktır. Padişah'a duyurmak için kararlılığımız kesindir. Cevap bekliyoruz.





Mabeyn-i Hûmâyûn Başkitabeti Yüksek Katına

Yüksek aracılığınızla Padişah Efendimiz'e biz kullarınca takdim kılınan dilekçenin cevabını, vatan ve millet adına makine başında bekliyoruz.





Mabeyn-i Hümayun Aracılığı İle





Halife Hazretleri'nin Yüce Katına

İlimiz Sivas'ta, Anadolu ve Rumeli Mûdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla kurulan Kongre Hey'eti'nin başkanı Mustafa Kemal Paşa, etrafa, siz Padişah Efendi'mizin güven belgelerini taşıdığı haberini yayarak, memleketimizde kötülüklerini örtbas etmek isteyen küçük bir grupla birlikte, kendilerini millî iradenin temsilcisi gibi gösteriyorlar. Oysa, şanlı Halifemiz ve sevgili Padişahımız'a bu yönden bağlı olmamız ve mutlak olarak bağlanmamız dinimizin gereği olduğundan, Bahriye Nâzırı Salih Paşa ile Efendimiz Hazretleri'nin Başyaveri Naci Beyefendi'nin Amasya'ya gönderildiklerini haber aldık. Halk arasında kendini gösteren heyecanı yatıştırmak için, bilginlerden, şehrin ileri gelenlerinden ve tüccardan iki yüzü aşkın imzayı taşıyan davetiye telgrafımıza cevap alamadık. Kamuoyunun ne durumda olduğunun bizzat yerinde görülmek üzere, kendilerinin Sivas'a kadar gönderilmesini bütün bağlılığımızla eşiğinize yüz sürerek yalvarır ve niyaz ederiz. Bu konuda ve her halde emir ve ferman Padişahımız Efendimiz Hazretleri'nindir.



Efendiler, düşmanlar, Şeyh Recep'e gerçekten önemli bir rol oynatmış bulunuyorlardı. Sırası gelince arz edeceğim belgelerden, Sait Molla'nın Rahip Frew'a yazdığı 24 Ekim tarihli bir mektubunda Molla, papaza " Sivas olayını nasıl buldunuz? Biraz düzensiz ama yavaş yavaş düzelecek diyordu."



Bütün milletin birlik ve dayanışmasından ve millî teşkilâtın memleketin her köşesine yayıldığından bahseden, milletin ortak isteğine uyarak, askerî ve millî teşkilâta dayanarak kabineyi düşüren, yeni kabine ile karşı karşıya geçen bir hey'etin başkanı aleyhinde tam yeni kabine temsilcisiyle görüşmelere girişeceği bir sırada ve bu maksatla Sivas'tan ayrıldığının hemen ertesi günü bütün Sivas halkı adına ayaklanma çıktığını gösterir bir telgrafın, telgrafhane tehdit edilerek çektirilebilmesi elbette anlamlı idi.



Bizzat içinde bulunduğu Sivas halkı, böyle bir hey'etin aleyhinde olunca, bütün milletin, aynı duygu ve düşüncede olmayacağını ispat etmek gerçekten güçtür. O halde, temsil yeteneği böyle olan bir hey'etle başkanının dayandığı gücün de çürük olacağı yargısına varmak neden doğru olmasın !



Sivas'tan yükseltilen bu sesin düşmanlar için ne kadar kuvvetli ve önemli olduğu takdir buyurulur.



Efendiler, Salih Paşa'ya ait telgrafı, Amasya'ya geldiğinde kendisine verdirdim. Ancak, Şeyh Recep ve arkadaşlarının hükûmetçe cezalandırılmalarını istedim. Sivas'taki Hey'et-i Temsiliye üyelerine de telgraf başında 19 Ekimde şunları sordum :



1-Şeyh Recep, Ahmet Kemal ve Celal imzalarıyla Saray Genel Sekreterliği'ne çekilen telgrafı gördünüz mü?



2 - Telgrafhânede nöbetçi subayı yok mu?



3 - Hepiniz orada olduğunuz halde böyle bir küstahlık nasıl yapılabilir? Kaldı ki, bu çılgınların teşebbüsleri hepinizce biliniyor. Salih Paşa'ya ve Naci Bey'e yazılmış üç imzalı telgraf hazırladıklarını biz buradan işitmiştik.Sizin bundan haberiniz yok muydu?



4 - Yabancılarla birlikte itilâf ve Hürriyet'çilerin birtakım haince hareketlere giriştikleri konusunda dün bir genelgeyle yapılan tebligat alınmadı mı?



5 - Baskı yapılan ve kendilerine gözdağı verilen telgraf memurlarının, hemen gereken kimseleri, Vali Paşa'yı ve diğer ilgilileri haberdar etmemelerinin ve nöbetçi subayının bunda gaflet göstermesinin sebebi nedir?



6 - Başmüdür Bey'in bilgi vermesi üzerine alınmış olan tedbirler nelerdir?





Mustafa Kemal

Valiliğin, konuyu askeri makamlara bıraktığının anlaşılması üzerine Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey'e de şunu yazdım :



Söz konusu olan olaya karışmış olanların tutuklanıp cezalandırılmaları için valilikçe elde bulunan imkânlar kullanılmış yahut yetersiz görülmüş de mi, iş kolorduya atılıyor? Yoksa, bu küstahça hareketlere karşı da valilikçe tedbir alınmasında kararsızlık mı gösteriliyor? Bu durum anlaşıldıktan sonra, konunun çözümü daha kolay ve esaslı olur.





Mustafa Kemal

Daha sonra Sivas'ta bulunanlara şu emri verdim :



1- Telgrafhâne tamamen kontrol altına alınacaktır. Bir subay komutasında bir manga asker yerleştirilecektir. Bundan önce olduğu gibi, telgrafhanevi işgal ve memurlara baskı yaparak milletin meşru birliği aleyhinde zihinleri bulandırıcı ve güvenlik bozucu teşebbüslerde bulunacak hainler kesinlikle engellenecektir. Bu gibi güvenlik bozucu hareketlerde kanunî sınırlan aşan ve askere saldıranlara karşı, duraklamadan her nerede olursa olsun silâh kullanılacaktır.



2 - Küstahça hareketlere yeltenenleri yola getirme açısından Kurmay Başkanı'nın ileri sürdüğü sebeplere dayanılarak, kaçmalarına fırsat verilmeksizin derhal gereği yapılacak ve sonucu bir iki saate kadar bildirilecektir. Ancak, bu konuda karar vermek için orada bulunan kimselerden hiçbirisinin teşebbüse geçmeyip de ne yapılacağının bizden sorulmaya kalkışılması, gerçekten esef edilecek bir durumdur. Bu karar, bir taburu Sivas'ta bulunan 5'inci Tümen Komutanı Cemil Cahit Bey tarafından tabur komutanına emredilmiştir. Oraca bu kararın sür'atle uygulanmasına hiç olmazsa yardım buyurulması istirham olunur.



3 - Sivas'ta disiplinin sağlanabilmesi için, uyanıklıkla, bütün ilgililerle kesin ve şiddetli tedbirler ahnması gereğini rica ederim.





Mustafa Kemal

Özel olarak Osman Tufan ve Recep Zühtü Beyler'e, şu direktifi verdim :



Milli Mücadele aleyhinde kûstahlık edenler için yapılacak işlemler ilgililere bildirilmiştir. Durumu takip ederek gereğinin tam olarak yapılıp yapılmadığını ve gözyumulduğu takdirde bizzat müdahale ederek bilinen şahısların tutuklanması ve yardakçılarının zararsız duruma getirilmesi istenmektedir. Bu konuda, lüzum görülürse, her kime karşı olursa olsun gereğini yapmakta çekingenliğe düşülmemelidir.





Mustafa Kemal

20 Ekimde Vali Reşit Paşa, konuyu uzun uzadıya anlattıktan sonra, olayın genişlemesi ihtimali varken önüne geçilmiş ve gösterilen sür'atli ve şiddetli müdahaleden dolayı, bundan sonra benzer durumların ortaya çıkmayacağının anlaşılmış olduğunu yazıyordu.



Efendiler, İstanbul Hükûmeti'nin Şeyh Recep'i ve arkadaşlarını cezalandırmış olduğuna elbette ihtimal vermediniz.



Sivaslı Şeyh Şemseddîn'in torunlarından diye imza atan bu miskin ve âdî şeyhin, bundan sonra da düşmanların elinde âlet olarak girişeceği alçaklıklara tesadüf edeceğiz.

57Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty MECLİS-İ MEBUSAN'IN TOPLANACAĞI YER - Devamı Çarş. Nis. 23, 2008 9:00 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

MECLİS-İ MEBUSAN'IN TOPLANACAĞI YER - Devamı

ADAPAZARI DOLAYLARINDA KIŞKIRTMALAR





Efendiler, daha Amasya'da iken karşılaştığımız durum, yalnız, Şeyh Recep olayı ile kalmadı.



Adapazarı dolaylaylarında da buna benzer bir olay görüldü. Müsaade ederseniz onu da kısaca bilginize sunayım :



Adapazarı ilçesinin Akyazı taraflarında türeyen Talustan Bey, İstanbul'dan para ve direktifle gelerek, süvari olacaklara 30, piyade yazılacaklara 15 lira vaadeden Bekir Bey ve Sapanca'nın Avşar köyünden Beslân adında bir tahsildar birleşiyorlar. Bu adamlar başlarına topladıkları atlı, yaya birtakım kimselerle Adapazarı kasabasını basmaya karar veriyorlar. Tahir Bey adındaki Adapazarı kaymakamı bunu haber alıyor. Tahir Bey, İzmit'ten gönderilen bir binbaşı ile kendi topladığı yirmi beş kadar atlıyı alarak, kasabayı basmaya gelenlere karşı hareket ediyor. Lâtife denilen bir köyde karşılaşıyorlar. Bu başıbozuk gruba hareketlerinin sebebi sorulmuş... Verdikleri cevap şuymuş: Padişah Hazretleri'nin hayatta ve yüce hilâfet makamlarında olup olmadığını öğrenmek için Adapazarı'na makine başına gelmek istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa'yı, Padişah yerine koyamayız...



Tahir Bey'in makina başında, İzmit Mutasarrıfı'na verdiği bilgide, adı geçenlerin İstanbul'da önemli kimselerle ilişkide olduğunu ve hattâ Padişah'ın da bu hareketlerinden haberli bulunduğunu söyledikleri kaydediliyordu. Resmi olarak verilen bilgide: Bekir'in, orada toplanan kimselere, bu iş için İstanbul'da bir hafta süre koydular, beş gün geçti. İki günümüz kaldı. İşi çabucak bitirelim dediği de bildiriliyordu.



İzmit'teki Tümen Komutanı, Adapazarı üzerine bir müfreze gönderecekti. Ali Fuat Paşa da, Düzce üzerine bir miktar kuvvet sevk edecekti.



23 Ekim tarihinde, İzmit'teki Tümen Komutanı'na, Bekir'in İtilâf ve Hürriyet'çilerle yabancı düşmanlar tarafından gönderildiği ve bozguncu hareketlerinin önlenmesi gerektiği bildirildi.



Adapazarı kaymakamı Tahir Bey'e de, 23 Ekimde doğrudan doğruya, Bekir ve arkadaşları için uygulanacak sert ve sür'atli tedbirlerde asla gevşek davranılmamasını, zararlarının önlenmesini ve sonucun bildirilmesini emrettim.



Efendiler, 23 Ekim tarihli bir şifre ile, Bekir ve yardakçılarının, yaptıkları işler ve kimlikleri hakkında elde ettiğimiz bilgileri, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya bildirdik ve Saltanat Hükümeti'nce bu gibi bozguncu eylem ve hareketlere karşı, zamanında etkin tedbirler alındığı ve konu millî teşkilâta dokunduğu takdirde, en şiddetli tedbirlere başvurmak zorunda kalacağımızı arz ederiz dedik.



İzmit'ten giden ve olay yerinde takviye edilen millî ve askerî bir müfreze, pek çok sayıda toplanmış ve toplanmakta olan fesatçıları dağıtmış, tahsildar Beslân ve kardeşi Hasan Çavuş'u ele geçirmiş, asıl özel direktif ve para ile bir hafta önce İstanbul'dan gelmiş olan Bekir, kaçmış. Bu Bekir, subaylıktan kovulma ve Manyaslıdır. Bundan sonra vermeye mecbur olduğumuz emirlerle, İzmit'te kışkırtıcı ve tertipçi olanlardan, İngiliz İbrahim diye tanınan biri ve diğer birtakımları hakkında kovuşturma başladı.



Bekir'in, olay yerinde alınan tedbirler sonunda teşebbüsünün boşa çıktığını ve kaçtığını, ancak, İstanbul'a dönerek, orada yeniden mel'unca teşebbüslerde bulunmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, hakkında özel kovuşturma yapılmasını Amasya'dan 26 Ekim 1919 tarihinde Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya yazdım.



27 Ekim 1919 tarihinde Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey'den gelen telgrafta : Bekir'in emrinde iki subay, kırk silâhlı adam olduğu halde Abaza köylerinde halkı, bugünkü hükûmet adına, Millî Mücadele aleyhine kıştırtarak birçok para sarfettiği ve Nezaret'e yazdığı yazılarının kabul edilmediği bildiriliyordu.



Efendiler, bu gibi konularda, hükûmeti uyarma ve görevini yapmaya davetten ibaret olan müracaatlarımız, elbette, hükûmetin işine karışma gibi sayılmaz, inancındayım.



İstanbul'da hükûmetin gözü önünde tertiplenen, içteki ve dıştaki düşmanların Padişah'ın bilgi ve rızası ile olduğuna şüphe etmediğimiz teşebbüslerinin, fiilen başarıya ulaşacağı dakikaya kadar beklemek ve elbette hükûmet tedbir alır, engel olur diyerek safça bir boyun eğmeye kapılmak yerinde olamazdı.



Efendiler, Amasya'da görüşmelere başladığımız 20 Ekim günü, alınan bilgilerin özeti şuydu : İstanbul'da, Hürriyet ve İtilâf Partisi, Askeri Nigehban Cemiyeti ve Muhipler Cemiyeti bir blok kurdular. Bu blokla, Ali Kemal ve Sait Molla gibi kimseler, azınlıkları sürekli olarak Kuva-yı Milliye aleyhine kışkırtmaya başladılar. Rum ve Ermeni patrikleri, Kuva-yı Milliye aleyhine İtilâf Devletleri temsilcilerine başvurdular. Ermeni Patriği Zaven Efendi,Neologos gazetesinde yayınladığı bir mektupla, son Millî Mücadele hareketinden dolayı Ermenilerin göç etmekte olduklarını ilân etti.



İdam edilmiş bulunan Kâzım'ın kardeşi Hikmet adında biri, İstanbul'dan aldığı direktifle Adapazarı çevresinde başına birtakım silâhlı adamlar toplamaya başladı. Bu Hikmet'in adına önemli bir belgede de rastlayacağız. Adapazarı yakınlarında, Değirmendere'de de para ile adam toplanmaya başlandı. Çete halinde toplananların, Geyve hükûmet binasını basmaya karar verdikleri haber alındı Karacabey'de de buna benzer ufak tefek hareketler görüldü. Bursa'da, Gümülcüneli İsmail'in topladığı çetelerin, Kuva-yı Milliye aleyhindeki hareketleri duyulmaya başladı. Nigehbancılardan tutuklu bulunanların hepsi bir günde hapisten çıkarıldı.



Düşmanlar tarafından Kuva-yı Milliye aleyhine kurulan çetelerin çatışmaya geçmeleri, karşı blokun açıktan açığa hareketi, İstanbul polis müdürünün aleyhte faaliyeti, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nde bizim aleyhimizde nâzırların bulunması, bazı teşkilât merkezlerimizi, özellikle İstanbul merkezimizi ümitsizliğe düşürmeye başlamıştı.



Hükûmetin, bir maksat ve karar sahibi olduğunu gösterecek hiçbir harekette bulunamaması ve yalnız Dahiliye Nâzırı Şerif Paşa'nın olumsuz ve aralıksız faaliyetini doğru bulan davranışı, gerçekten düşünülecek ve endişe edilecek bir durumu sergiliyordu.



Efendiler, daha Amasya'da iken karşılaştığımız durum, yalnız, Şeyh Recep olayı ile kalmadı.



Adapazarı dolaylaylarında da buna benzer bir olay görüldü. Müsaade ederseniz onu da kısaca bilginize sunayım :



Adapazarı ilçesinin Akyazı taraflarında türeyen Talustan Bey, İstanbul'dan para ve direktifle gelerek, süvari olacaklara 30, piyade yazılacaklara 15 lira vaadeden Bekir Bey ve Sapanca'nın Avşar köyünden Beslân adında bir tahsildar birleşiyorlar. Bu adamlar başlarına topladıkları atlı, yaya birtakım kimselerle Adapazarı kasabasını basmaya karar veriyorlar. Tahir Bey adındaki Adapazarı kaymakamı bunu haber alıyor. Tahir Bey, İzmit'ten gönderilen bir binbaşı ile kendi topladığı yirmi beş kadar atlıyı alarak, kasabayı basmaya gelenlere karşı hareket ediyor. Lâtife denilen bir köyde karşılaşıyorlar. Bu başıbozuk gruba hareketlerinin sebebi sorulmuş... Verdikleri cevap şuymuş : Padişah Hazretleri'nin hayatta ve yüce hilâfet makamlarında olup olmadığını öğrenmek için Adapazarı'na makine başına gelmek istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa'yı, Padişah yerine koyamayız...



Tahir Bey'in makina başında, İzmit Mutasarrıfı'na verdiği bilgide, adı geçenlerin İstanbul'da önemli kimselerle ilişkide olduğunu ve hattâ Padişah'ın da bu hareketlerinden haberli bulunduğunu söyledikleri kaydediliyordu. Resmi olarak verilen bilgide: Bekir'in, orada toplanan kimselere, bu iş için İstanbul'da bir hafta süre koydular, beş gün geçti. İki günümüz kaldı. İşi çabucak bitirelim dediği de bildiriliyordu.



İzmit'teki Tümen Komutanı, Adapazarı üzerine bir müfreze gönderecekti. Ali Fuat Paşa'da, Düzce üzerine bir miktar kuvvet sevk edecekti.



23 Ekim tarihinde, İzmit'teki Tümen Komutanı'na, Bekir'in İtilâf ve Hürriyet'çilerle yabancı düşmanlar tarafından gönderildiği ve bozguncu hareketlerinin önlenmesi gerektiği bildirildi.



Adapazarı kaymakamı Tahir Bey'e de, 23 Ekimde doğrudan doğruya, Bekir ve arkadaşları için uygulanacak sert ve sür'atli tedbirlerde asla gevşek davranılmamasını, zararlarının önlenmesini ve sonucun bildirilmesini emrettim.



Efendiler, 23 Ekim tarihli bir şifre ile, Bekir ve yardakçılarının, yaptıkları işler ve kimlikleri hakkında elde ettiğimiz bilgileri, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya bildirdik ve Saltanat Hükümeti'nce bu gibi bozguncu eylem ve hareketlere karşı, zamanında etkin tedbirler alındığı ve konu millî teşkilâta dokunduğu takdirde, en şiddetli tedbirlere başvurmak zorunda kalacağımızı arz ederiz dedik.



İzmit'ten giden ve olay yerinde takviye edilen millî ve askerî bir müfreze, pek çok sayıda toplanmış ve toplanmakta olan fesatçıları dağıtmış, tahsildar Beslân ve kardeşi Hasan Çavuş'u ele geçirmiş, asıl özel direktif ve para ile bir hafta önce İstanbul'dan gelmiş olan Bekir, kaçmış. Bu Bekir, subaylıktan kovuluna ve Manyaslıdır. Bundan sonra vermeye mecbur olduğumuz emirlerle, İzmit'te kışkırtıcı ve tertipçi olanlardan, İngiliz İbrahim diye tanınan biri ve diğer birtakımları hakkında kovuşturma başladı.



Bekir'in, olay yerinde alınan tedbirler sonunda teşebbüsünün boşa çıktığını ve kaçtiğını, ancak, İstanbul'a dönerek, orada yeniden mel'unca teşebbüslerde bulunmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, hakkında özel kovuşturma yapılmasını Amasya'dan 26 Ekim 1919 tarihinde Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya yazdım.



27 Ekim 1919 tarihinde Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey'den gelen telgrafta : Bekir'in emrinde iki subay, kırk silâhlı adam olduğu halde Abaza köylerinde halkı, bugünkü hükûmet adına, Millî Mücadele aleyhine kıştırtarak birçok para sarfettiği ve Nezaret'e yazdığı yazılarının kabul edilmediği bildiriliyordu.



Efendiler, bu gibi konularda, hükûmeti uyarma ve görevini yapmaya davetten ibaret olan müracaatlarımız, elbette, hükûmetin işine karışma gibi sayılmaz, inancındayım.



İstanbul'da hükûmetin gözü önünde tertiplenen, içteki ve dıştaki düşmanların Padişah'ın bilgi ve rızası ile olduğuna şüphe etmediğimiz teşebbüslerinin, fiilen başarıya ulaşacağı dakikaya kadar beklemek ve elbette hükûmet tedbir alır, engel olur diyerek safça bir boyun eğmeye kapılmak yerinde olamazdı.



Efendiler, Amasya'da görüşmelere başladığımız 20 Ekim günü, alınan bilgilerin özeti şuydu : İstanbul'da, Hürriyet ve İtilâf Partisi, Askeri Nigehban Cemiyeti ve Muhipler Cemiyeti bir blok kurdular. Bu blokla,Ali Kemal ve Sait Molla gibi kimseler, azınlıkları sürekli olarak Kuva-yı Milliye aleyhine kışkırtmaya başladılar. Rum ve Ermeni patrikleri, Kuva-yı Milliye aleyhine İtilâf Devletleri temsilcilerine başvurdular. Ermeni Patriği Zaven Efendi, Teologos gazetesinde yayınladığı bir mektupla, son Millî Mücadele hareketinden dolayı Ermenilerin göç etmekte olduklarını ilân etti.



İdam edilmiş bulunan Kâzım 'ın kardeşi Hikmet adında biri, İstanbul'dan aldığı direktifle Adapazarı çevresinde başına birtakım silâhlı adamlar toplamaya başladı. Bu Hikmet'in adına önemli bir belgede de rastlayacağız. Adapazarı yakınlarında, Değirmendere'de de para ile adam toplanmaya başlandı. Çete halinde toplananların, Geyve hükûmet binasını basmaya karar verdikleri haber alındı Karacabey'de de buna benzer ufak tefek hareketler görüldü. Bursa'da, Gümülcüneli İsmail'in topladığı çetelerin, Kuva-yı Milliye aleyhindeki hareketleri duyulmaya başladı. Nigehbancılardan tutuklu bulunanların hepsi bir günde hapisten çıkarıldı.



Düşmanlar tarafından Kuva-yı Milliye aleyhine kurulan çetelerin çatışmaya geçmeleri, karşı blokun açıktan açığa hareketi, İstanbul polis müdürünün aleyhte faaliyeti, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nde bizim aleyhimizde nâzırların bulunması, bazı teşkilât merkezlerimizi, özellikle İstanbul merkezimizi ümitsizliğe düşürmeye başlamıştı.



Hükûmetin, bir maksat ve karar sahibi olduğunu gösterecek hiçbir harekette bulunamaması ve yalnız Dahiliye Nâzırı Şerif Paşa'nın olumsuz ve aralıksız faaliyetini doğru bulan davranışı, gerçekten düşünülecek ve endişe edilecek bir durumu sergiliyordu.

58Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:04 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

İSTANBUL'DA KUVA-YI MİLLİYE'YE KARŞI KIŞKIRTMALAR





Bu konuda, ilk defa, duyarlık gösteren ve harekete geçme önceliği taşıyan Ankara oldu. Ankara Vali Vekili Yahya Galip Bey'in Sivas'a çektiği 15 Ekim 1919 tarihli bir şifresini, rahmetli Hayati Bey'in imzasıyla diğer bir şifre içinde 22 Ekimde Amasya'da aldım. O şifre aynen şöyledir :





Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'e

Paşa Hazretleri; biz kendi kaderimizi ne böyle milletin kaderinden habersiz hükümete ne de rastgele gönderilecek valilere bırakamayız, Birçok defa zâtıâlîlerine arz ettiğimiz dûşünceler dikkate alınmadığından, İstanbul Hükümeti, Ferit Paşa Kabinesi'nin atayıp da gönderemediği eski Bitlis Valisi Ziya Paşa' yı buraya ve bütün görevlerinde hayatı boyunca hiçbir varlık gösterememiş olan Suphi Bey'i de Konya'ya vali atamak suretiyle ilk adımını atmaya başladı. İşte bu gibi durumlar dolayısıyla, Meclis-i Meb'usan kurulmadan önce, hiçbir göreve dışarıdan kimsenin getirilmemesini geçenlerde arz etmiştik. Madem ki şimdiki hükûmet, buraya yeniden vali göndermeye kalkışmıştır, şu halde, buradaki Milli Mücadele'nin söndürülmesi isteniyor demektir, Nasıl ki, zâtıâlîleri askerlikten ayrılarak milletin bir ferdi olarak çalışmaya karar verdiniz, bendeniz de buradan çekilerek aynı şekilde milletimin bana vermiş olduğu görevi yapmaya karar verdim. Vali gelinceye kadar vekâleti kime bırakacağımı lûtfen bildiriniz efendim.



15 Ekim 1919 Ankara Vali Vekili



Yahya Galip





Bir gün sonra da, 23 Ekimde Cemal Paşa'nın, 21 Ekim 1919 tarihli şu telgrafını aldım :



Sayı Kadıköy, 21.10.1919



419



Amasya'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

Ankara'dan Belediye Başkanı ve Müftü Efendi; dışarıdan gelecek valiyi kabul etmeyeceklerini; Ankara'ya, Ankara'dan vali atanması gereğini kendi yetkilerine dayanarak ileri sürüyorlar. Böylece, her taraftan ayrı ayrı isteklerin ileri sürülmesi, hükûmeti güç duruma sokmaktadır. Kötü niyetliler ve azınlıklar bu gibi durumlan türlü türlü yorumluyor. (...) Hükûmetin destekleneceğine söz verilmesi üzerine, bu gibi hususların önlenmesi gereğini rica ederim. Atanması, Padişah'ın onayından geçen valinin yola çıkması gerektiğini elbette kabul buyurursunuz.





Harbiye Nâzırı



Cemal





Gerçekten de, başta müftü efendi olduğu halde (bugün Diyanet İşleri Başkanı bulunan sayın Rifat Efendi Hazretleri idi), Ankaralılar, bu atamayı protesto etmek üzere, İstanbul'a başvurmuşlardı. Ankara'yı yatıştırarak, hükûmet otoritesini kırmamak için telgraf başında birçok nasihatlarda bulundum. Ancak, Ankara'nın haklı olduğunu teslim etmemek mümkün değildi. Sonunda, Cemal Paşa vasıtasıyla hükûmete yazdığım telgraftan söz ederek, alınacak cevaba kadar durumun iyi idare edilmesini Ankara'daki Kolordu Komutan vekili Mahmut Bey'e yazdım.



Bu noktada, sırası gelmişken bir gerçeği bilginize sunmak uygun olur. Hey'et-i Temsiliye olan bizler, hükûmetin durumunu ve nasıl bir hükûmet olduğunu pekâlâ anlamıştık. Hükûmet üyelerinden bazılarının hükûmette bulunmaktan pişmanlık duyduklarını ve çekilmek için bahane aradıklarını da anlıyorduk. Bundan başka dış ve iç düşmanların ve Padişah'ın el birliği ile, Ali Rıza Paşa Kabinesi yerine, kendi görüşlerini açıktan açığa ve sür'atle uygulayacak diğer bir kabineyi iktidara getirmeye kararlı olduklarından da habersiz değildik. Bunun içindir ki, Ali Rıza Paşa Kabinesi'ni, en az zararlısı sayıyorduk. Bir de Ferit Paşa 'nın düşmesinden sonra, yeni kabine ile anlaşmak için geçen dört beş gün içinde, bazı taraflardan elden geldiği kadar çabuk anlaşma hususunda alınmış olan tavsiyeler de, bizce göz önünde tutulması gereken anlam ve nitelikte idi. Bu bakımdan, gayeye güvenli bir şekilde ulaşıncaya kadar, gerekirse, biraz da fedakârlık yapmak zaruretini duyuyorduk.



Mahmut Bey'e yazdığım şifrede kapalı bir şekilde bu noktalar da belirtilmişti.



Cemal Paşa'ya verdiğim cevabı olduğu gibi bilginize sunacağım :



Şifre Amasya, 24.10.1919



Özel, İvedi



Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne

İlgi : 21.10.1919 tarih ve 419 sayılı şifre :



Ankara'dan vali hakkında yapılmış olan müracaat ve istirhamın aşağıdaki sebeplerden ileri geldiği anlaşılmıştır :



Şöyle ki : İstanbul'dan alınan güvenilir haberlerde İngilizler iIe İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin, İtilâf ve Hürriyet ve Nigehbancıların, Hristiyan azınlıklar ile işbirliği yaptıkları, Anadolu'ya birçok bozguncular göndererek millî teşkilâtı sakatlama ve İstanbul Hükümeti'ni dağıtma teşebbüslerinde bulundukları, bu bozguncuların Adapazarı ve Bursa'dan yola çıktıkları bildirildiği gibi, son günlerde Adapazarı'nda da bazı olayların görülmesi endişe yaratmıştır. Konya'ya gönderilen Vali Suphi Bey'in, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin İstanbul Yönetim Kurulu üyelerinden olduğunu Konya'da Refet Bey'e söylemiş olduğu haberinin yayılmış olması, uyanan şûpheyi daha da artırmıştır. Ankara valiliğine atanan Ziya Paşa'nın tutumu ve namusu hakkında bir şey denemezse de, kendisinin ehliyet ve iktidarı da şüpheli görüldüğünden, Ankara ili gibi millî teşkilât ve mücadelemizin en önemli merkezlerinden olan bir bölgede, daha durumlar açıklık kazanıp da tam bir sükunet ve güvenlik sağlanamadan, buradaki önemli işlerin başına, hiçbir tecrübesi bulunmayan âciz bir valinin getirilmesi tereddüt uyandırmıştır. Ankara'da bulunan vali vekili ve komutan ile Hey'et-i Temsiliye arasında yapılan haberleşmeler üzerine, şimdiki hükûmetin, her ne şekilde olursa olsun emirlerine ve yaptıklarına uymak tabiî görülmüş ve o yolda hareket edilmiş ise de, doğrudan doğruya halkın kendisi, tasavvur ettikleri tehlikeye karşı verilen güvenceyi yeterli görmeyerek, tam bir güvenlik ortamı doğuncaya kadar, kendilerince millî dâvâya bağlılığı denenmiş bulunan vali vekilinin göreve devamını elzem sayarak doğrudan doğruya hükümete başvurmuşlardır. Zâtıdevletlerinin son yazıları üzerine Ankara'da gereken kimselerle yeniden görüşülmüş, hatta sakıncaları bulunsa bile, sırf hükûmet otoritesini sarsmamak için Ziya Paşa'nın iyi karşılanmasının sağlanmasına çalışılmıştır. Ancak, karşılaştığı tehlikelerden ve fesatlıkların ağır bastığı gidişattan son derece ürkmüş olan halkı, bunu kabule inandırmak mümkün olamamıştır.



Dahiliye Nâzırı Paşa Hazretleri'nin, içinde bulunduğumuz durumun önem ve ciddiyetini, düşmanlarımızın durmadan ne kadar iblisçe çalışmakta olduklarını takdir buyurduklan şüphesiz bulunduğuna göre, Nezaret makamına yeni geçmiş olmaları yüzünden, çalıştırılmaya lâyık olan memurları tanımakta mazur oldukları gibi, Âdil Bey' in bile mûsteşarlığını yapmış olan Keşif Bey'in hâlâ, müsteşarlık yapmakta olduğu gözönünde bulundurulunca, özellikle yüksek dereceli memurların atanmasında ne dereceye kadar uzak görüşlü davranılmasının gerekeceği kendiliğinden anlaşılır. Bu bakımdan Ziya Paşa'nın şimdilik gönderilmemesinin sağlanmasına yüksek yardımları ve sonucun bir emirle bildirilmesi arz ve istirham olunur.



Mustafa Kemal



Efendiler, Ali Fuat Paşa, 28 Ekim 1919 tarihli bir şifresiyle, İstanbul'daki teşkilâtımızın, adıma gönderdikleri bir telgrafı bildirdi. Bu telgrafta verilen bilgiler önemliydi.



Çerkez Bekir'in yarattığı, o bilinen olay, Adapazarı ve çevresinde Kuva-yı Milliye'ye karşı isyan başlangıcı sayılmış. Bundan nasıl yararlanılacağı konusunda Padişah, Ferit Paşa, Âdil Bey ve Sait Molla ile Ali Kemal Bey'den kurulup bir hey'et, birtakım tasarlamalar da bulunmuşlar.



Bu telgraf ta, yukarıda adı geçen Hikmet hakkında da bilgi veriliyordu. Bu Hikmet, iki ay önce Amasya'dan Adapazarı'na gelmiş. O çevrede öteden beri kendisine ve ailesine karşı olanların millî teşkilâta girdiğini anlamış. Hikmet Bey, Amasya'dan geldiğini, beni tanıdığını ve millî teşkilâtı kurmaya yalnız kendisinin yetkili olduğunu ileri sürerek, Sivas'la haberleşmeye kalkışmak ister . Karşı taraf engel olur. Hikmet, karşı teşkilât kurar. Bunu sezen Sait Molla, Hikmet'i elde edecek çareyi bulur. Kendisini Hristiyanlara karşı bir isyan için ayartır.



Efendiler, Hikmet ile ve düşmanlarımızın Hristiyanlar aleyhindeki tertipleri ile ilgili olan bilgiler, daha sonra dokunacağımız bazı durumların kolaylıkla anlaşılmasına yarayacağı için, bunların gereksiz sayılmamasını rica ederim.



Efendiler, bu bilgiler üzerine Cemal Paşa'ya yazdığım telgrafa yüce meclisinizin de dikkatini çekmek isterim :

Şifre Sivas, 31.10.1919





Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretleri'ne

Adapazarı dolaylarında, hükûmet ve millî teşkilât aleyhinde geçen olay yüksek şahıslarınca bilinmektedir. Bu olay, milli birlikteki kararlı tutum, İstanbul Hükûmeti'nin yerinde ve kesin tedbirleri sayesinde bastırılmış ise de, daha oralarda bozgunculuk tohumu tükenmiş değildir. Milletin birliği karşısında bunların tamamen ezilip yok olacağına şüphe yoktur. Ancak, bu bozgunculuk hareketlerinde Damat Ferit Paşa'nın, eski Dahiliye Nazırı Adil ve ondan önceki Ali Kemal Bey'lerle Sait Molla' nın teşvikçi ve tertipçi oldukları anlaşılmıştır. Adları bildirilen bu zatlar, kendi vatan hainliklerinin yanında, çok büyük ve tehlikeli bir hatâ daha işlemişlerdir. O da, mel'unca işlerinden sanki kutsal Padişah Hazretleri'nin de bilgisi bulunduğunu çevreye yaymak gibi büyük bir alçaklıktır. Kabinenin saygıdeğer hey'etinden büyük bir samimiyetle rica ederiz; şimdi vakit geçirmeden durumu uygun bir şekilde Padişah Hazretleri'nin tertemiz huzuruna arz etsinler. Milletin ve teşkilâtın bu gibi uydurmalara elbette değer vermeyeceği açık bir gerçektir. Bozguncuların, yalanlarla millî birliği lekelemek istediklerini ileri sûrerek, Saltanat Hükümeti'nce, olayın geçtiği bölgede resmen yalanlanmak suretiyle, herhangi bir yanlış anlaşılmaya meydan verilmemesi ve bu zararlı şahıslar hakkında gerekli incelemelerin yapılarak kovuşturmaya geçilmesi hayatî bir konu sayılmaktadır, efendim.

Hey'et-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal





ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ'Nİ İKTİDARDA TUTMA KARARI





Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin sizlerce de bilinen kuruluş tarzına rağmen, yerinde kalmasının ve elden geldiği kadar desteklenmesinin neden gerekli görüldüğünü birazcık belirtmiştim.



Amasya'dan Sivas'a döndükten sonra, Hey'et-i Temsiliye ve orada bulunan öteki arkadaşlarla yaptığımız toplantıda, Amasya Mülâkatı ve diğer konular üzerinde arkadaşlara uzun uzadıya bilgi verdim. Bu toplantıda, Hey'et-i Temsiliye'ce alınan kararlara ait zabıtların 29 Ekim 1919 günü yapılan görüşmeyle ilgili sayfasında aynen kayda geçmiş olan şu kararı tespit ettik :



Başta Sadrazam Ali Rıza Paşa olmak üzere hepsinin âciz, Padişah gözünde bir mevki tutmak isteyen kimseler oldukları, bir kısmının Millî Mücadele'nin yanında bir kısmının da karşısında bulundukları, bununla birlikte, Zâtışâhane, ilk fırsatta bunları düşürerek yerine istibdadı sürdürecek bir hey'et getirmek isteyeceğinden, Millî Meclis kurulup da yasama görevine başlayıncaya kadar, Hey'et-i Temsiliye'nin bu kabineyi desteklemesinin vatan ve millet için hayırlı bir iş olduğu kabul edildi.



Gerçekten de bu kararımızı uyguladık. Bunu doğrulayan bir durumu yeri gelmişken bilginize sunayım :

İstanbul'daki teşkilâtımız, güvenilir kaynaklara dayandığını bildirdiği bazı bilgileri, 31 Ekim 1919 tarihinde bize gönderdi. O bilgiler şöyleydi :

İki günden beri Kiraz Hamdi Paşa, Mabeyn'e gidiyor, iki üç saat huzurda (Padişah'ın yanında) kalıyor ve şu karar alınıyor : Mareşal Zeki Paşa başkanlığında bir kabine kurulacak, Hamdi Paşa Harbiye Nâzırı, Prens Sabahattin Bey Hariciye nâzırı olacak; Tevfik Hamdi Bey Dahiliye, Eşref, Mahir Sait ve daha başkaları öteki nezaretleri alacaklardır. Bunlardan Sabahattin ve Mahir Sait'e daha teklif yapılmamıştır. Zâtışâhâne, Ali Rıza Paşa'ya, uygun bir zamanda, belki bu günlerde istifa teklif edecektir. Bu konuda daha önce faaliyetinden söz edilen bir blok, bir gizli dernek vardır. Bu bilgiler üzerine, Cemal Paşa'ya 2 Kasım 1919'da, Sadrazam'a hiçbir sebep ve bahane ile mevkiini bırakmamasına kesin olarak ihtiyaç duyulduğunun bildirilmesi, istifa gerçekleştiği takdirde, bütün memleketin İstanbul ile kesinlikle ilgisini keseceği bildirildi. Rumeli ve Anadolu'da bulunan bütün komutanlara da, bu durumla ve Cemal Paşa'ya yazılan telgrafla ilgili bilgi verildi. Ayrıca, ilişkide bulunulan Müdafaa-i Hukuk merkez hey'etlerinin de durumdan haberdar edilmesi gereği bildirildi.



Efendiler, Salih Paşa'nın İstanbul'a dönmesi üzerine, 2l Ekim tarihli protokolda belirtilmiş bulunan ve önemli olduğuna yaptığım sunuşlar sırasında işaret ettiğim nokta üzerinde, yani Meclis-i Meb'usan'ın toplanacağı yer hakkında, hükûmetle aramızda tartışma başladı. Hükûmetin Cemal Paşa vasıtasıyla yazdıkları ile bizim ileri sürdüğümüz görüşler bir defa daha incelenmeye değer inancındayım. Bu haberleşmemizin aslını Büyük Millet Meclisi'nin ilk toplantısına ait zabıtlarda görebileceğiniz için, burada ondan tekrar söz etmeyeceğim. Ancak Efendiler, bu konudaki haberleşme ve tartışmalar yalnız İstanbul Hükûmeti ve Cemal Paşa ile yapılmakla kalmıyor. Bütün memleketin ve özellikle İstanbul'daki teşkilâtımızın da bu konu ile ilgili görüşünü almak gerekiyordu. Burada, bu noktalar üzerinde bazı bilgiler sunacağım.

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

İSTANBUL'DA KUVA-YI MİLLİYE'YE KARŞI KIŞKIRTMALAR - Devamı


BARIŞ ANLAŞMASINA KADAR İSTANBUL'DA AYAK BASMAMAMIZ VE MİLLETVEKİLİ OLMAMAMIZ TAVSİYESİ





İstanbul teşkilâtımızdan, 13 Ekim I919 tarihinde açıklanma istenmek üzere çekilen telgrafımıza verdikleri 20 Ekim 19l9 tarihli cevapta, "milletvekillerinin İstanbul'da toplanmasında bir sakınca ve tehlike bulunmadığı, İtilâf Devletleri'nin herhangi bir davranışının medeniyet dünyasına karşı kötü etki yapacağinın imkân dahilinde görüldüğü" sözlerine yalnız "yasama gücü, şimdiki yetkisinin genişletilmesine teşebbüs ederse, Zâtışâhâne'nin Meclis'i kapatmaya kalkışması ve muhaliflerin tehlikeli durum almaları, İtilâf Devletleri'nin de bundan yararlanarak zâtı devletleri gibi yüksek şahsiyetlere saldırma cesaretini göstermeleri muhtemeldir" sözleri ekleniyordu. Bu telgrafın sonunda da bizim barış anlaşması yapılıncaya kadar, İstanbul'a ayak basmamaklığımız ve milletvekili olmamaklığımız tavsiye olunuyordu.



İstanbul'daki teşkilât merkezimizden Kara Vasıf Bey'in gizli, Şevket Bey'in açık imzasıyla aldığımız 30 Ekim 1919 tarihli şifrede, teşkilâtımızda bulunanların görüşleri, daha birçok kimsenin görüşleri iIe destekleniyordu. Bu şifrenin birinci maddesi şöyle başlıyordu : Ahmet İzzet Paşa, Sadrazam, Harbiye Nâzırı, Genelkurmay Başkanı, Nafıa Nâzırı ve programlara gerçekten bağlı olan ve hizmet eden, bağlılığı ile birlikte önemli bir kuvveti de bulunan göz doktoru Esat Paşa ile, ayrıca Rauf Ahmet Bey ve diğer zatlarla gerek kendi istekleri üzerinde gerek ilişkimiz dolayısıyla görüştüm. Bütün düşüncelerin birleştiği noktalar aşağıdadır :



Bundan sonra bütün düşüncelerin birleştiği noktalar özetleniyordu :





1- Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanması zarurîdir. Yalnız biz İstanbul'a gitmemeliyiz. Sadrazam Paşa, meclisin İstanbul'da vicdan huzuru içinde kararlar alabileceğini yabancılardan söz alarak vâdetti. Fahat, yalnız bizim için güvence sağlamak mümkün olamayacağından, "milletvekili olurlarsa izinli olarak veyahut milletvekili olmadan daha yüksekte ve milletin sevgilisi olarak kalmaları uygun olur" deniliyordu.



Birinci maddenin (b) fıkrasında : 1Zaten hükûmet, yapılacak anlaşmada nisbî temsili, azınlıkların hakları bakımından kabule mecburdur. Şu halde, Millî Meclis'in, azınlıkların da yeniden seçime katılmaları için dağılıp yeniden seçileceği bazı çevrelerce kesin olarak ümit edilmektedir" şeklinde yeni bir bilgi veriliyordu.



Birinci maddenin (c) fıkrasında da : "Hükûmet gerçekte iyi niyetlidir. Ancak isteksizlik içindedir" güvencesi okunuyordu.



İkinci maddede de : "Elden geldiği kadar sosyalist, birkaç temiz Hürriyet ve İtilâfçı v.b. çıkarmak gibi bizim anlayamayacağımız çapraşık ve karışık bir anlayışın belirtisine rastlıyorduk. Ondan sonra :



3' üncü maddeyi : " Hükûmeti güç durumlara düşürmemek. "



4'üncü maddeyi de : "Bize zararı dokunacakları, her şekilde inandırarak elde etmek istiyorum. Herkes de bana bunu tavsiye ediyor. Örnek olarak, Refi Cevat, sosyalistler gibi" görüşleri içine alıyordu.



1 ve 4 Ekim 1919 tarihlerinde, İstanbul'daki teşkilâtımıza uzun düşünce ve yorumların yer aldığı cevaplar verdik. Bu cevaplarımızda, özet olarak : "Milletvekillerinin İstanbul'da toplanması her bakımdan tehlikeli va sakıncalıdır" dedik ve açıklamasını yaptık. Cemal Paşa vasıtasıyla hükûmete bildirdiğimiz görüşleri özetledik. "Bizim için var olan tehlikenin bütün milletvekilleri için söz konusu olduğunu" ispata çalıştık. "Bizim seyirci durumunda kalmamız mutlaka arzu buyuruluyorsa, gerekçeleriyle birlikte" bildirilmesini istedik.



Yalnız, Kara Vasıf Bey'e çekilen telgrafta :



"Ahmet İzzet Paşa Hazretleri, aslında Millî Mücadele'nin İstanbul'da katliama yol açabileceği zannında idi. Sözlerinin ciddiye alınması öncelikle bu kanaatlarının değişip değişmediğini bilmekle mümkündür. Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne gelince : Onun da kararsız olduğunu bilmez değilsiniz. Abuk Paşa da aynı zihniyet ve ruh hali içindedir. Göz doktoru Esat Paşa hakkında kesin bir düşüncem yoktur. Yalnız, bazıları bu zatı son derece dar görüşlü, pek fazla şan ve şöhret düşkünü olarak gösteriyorlar. Sözün kısası, irade ve düşüncelerinde kararlılık ve isabet olmayan ve İstanbul'da düşman baskısı altında düşünen resmî ve özel şahısların tavsiyeleri incelenmeye değer" dedikten ve söz konusu olan toplantı yeri hakkında, yeniden, gelebilecek tehlike ve sakıncaları saydıktan sonra nasıl garip karşılanacak olan nokta, bizi, yani adları bilinen iki üç kişiyi korumakta güçsüzlüğe düşen hükûmetin, öteki milletvekillerini nasıl koruyacağı meselesidir.



Bizde yavaş yavaş yer etmeye başlayan görüş ve kanaat, ne yazık ki yabancılar değil, aksine belki onlardan çok, şimdiki hükûmet üyeleri ile diğer şahıslardan bazılarının bizi tehlikeli saymakta olmalarıdır" dedik.



Bundan sonra yer alan fıkralardan birinde : "Nisbî temsili kabul etme zarureti karşısında Meclis'in dağıtılmasını şimdiden düşünen bir çevrede, Meclis-i Meb'usan'ın toplanmaması gereği tabiî görülmelidir" kanaatını belirttik.



Bir fıkrada da : "Hükûmetin istekli olmadığı sözünden bir şey anlayamadığımıza işaret ederek, maksadı bizi güç zamanlarda yalnız bırakmak mıdır?" sorusundan sonra, onların bir düşüncelerine karşılık olarak da "muhaliflerin iktidara geçmesinden korkmak yarar sağlamaz. Bundan dolayı politika ve tutum değiştirilemez" dedik.



Efendiler, bu yazışmalardan ve bu yazışmalarda ileri sürülen düşüncelderden kolaylıkla anlaşılmaktaydı ki, bizim İstanbul'daki teşkilâtımızın ileri gelenleri, hükumet adamlarının, şunun bunun görüşlerine tutsak olmuşlar ve artık onlara sözcülük etmekten öteye bir görev yapmıyorlardı.



İşte, diğer bir şifre telgraf ki, 6 Kasım 1919 tarihinde yazılıyor, ancak şifrenin metninde Kara Vasıf Bey'in görüş ve üslûbu hâkim oluyor ve Harbiye Nâzırı Cemal Paşa imzasıyla geliyordu. Bu şifrede yine toplanma yerinden söz edilerek, özellikle : "Önce siyasî sakıncalar var, sonra idarî sakıncalar var, daha sonra toplanma imkânı yoktur... Zaruret duyguya hâkim olmalıdır... Uygun karşılığınızı acele olarak kabineye bildiriniz" sözleriyle baskı yapılıyor ve "Japon Rıza Bey'le birlikte pek yakında iyi haberlerle sizin yanınızda olacağım" müjdesi veriliyordu. "Sulh ve Selâmet'i iyice kazandık demektir. Millî Türk de bizim. Milî Ahrâr'ı yıkıyoruz. Millî Kongre yola gelecek" cümleleriyle de iyi haberlerin nelere, ne gibi boş şeylere ait olduğunu belirtmekte acele ediliyordu.



Kara Vasıf Bey'e 7 Kasım 1919'da hemen Sivas'a gelmesini yazdım.



Kara Vasıf Bey'in yine aynı konu ile ilgili olarak gönderdiği, 19 Kasım 1919 tarihli şifresinde uzun düşüncelere dayandırdığı muhakeme ve mantığını şu cümlede özetliyordu :



"Kuva-yı Milliye ile aynı görüşte olan Meclis, Padişah'a karşı düşmanlık ilân ederse, Anadolu kimin arkasından gider? !... Kuva-yı Milliye'ye mi tâbi olsun?!...



Meclisi Anadolu'da toplamak düşüncesinden vazgeçmek, bir vatan borcudur..."







KOMUTANLARIN GÜRÜŞLERİNİ AlMAK





Efendiler, çok önemli olan bu Meclis'in toplanacağı yer konusunda kendi başına karar verip, bu kararı da millete ve seçilen milletvekillerine uygulatmak, pek tehlikeli olurdu. Bu sebeple, büyük bir dikkat ve incelikle bütün şahsî veya genel duygu ve düşünceleri gözden geçirmek, gerçek eğilimi anlayarak uygulanabilecek kararı bulmak zarureti ile karşı karşıya idim.



Gördüğünüz gibi, bir yandan İstanbul'un ileri gelenleriyle haberleşirken, bir yandan da çeşitli yollarla kamuoyunu yokluyordum. Vereceğim kararın uygulanmasını sağlamak için ordunun görüşünü almak da pek önemliydi. Bu yüzden daha Ekimin 29'unda, 15'inci, 20'inci, I2'nci ve 3'üncü Kolordu Komutanları'nı Sıvas'ta bir toplantıya davet ettim.



Diyarbakır'daki Kolordu Komutanı'na, Edirne'deki Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey'e, Bursa'da Yusuf İzet Paşa'ya Balıkesir'de Kâzım Paşa'ya, Bursa'da Bekir Sami Bey'e de "kendilerini, aradaki yolun uzaklığı ve özel durumları dolayısıyla davet etmediğimi, alınan kararları bildireceğimi" yazdım.



Efendiler, davet edilen komutanlardan Salâhattin Bey zaten Sıvas'ta idi. Kâzım Karabekir Paşa Erzurum'dan, Ali Fuat Paşa Ankara'dan ve Konya'daki Kolordu Komutanı'nın cephe ile ilgili önemli işleri bizzat düzene sokması gerektiğinden, kendisine vekil olarak Konya'dan da Kurmay Başkanı Şemsettin Bey gelerek Sıvas'ta toplandılar. Hey'et-i Temsiliye'den olan veya bu hey'etten olmayıp da toplantıda bulunmaları yararlı görülen şahısların ve komutanların katılmasıyla, 16 Kasım 1919 günü görüşmelere başladık. Toplantı gündemimiz şu üç noktadan ibaret olacaktı :



1- Meclis-i Meb'usan'ın toplanma yeri,



2 - Meclis'in toplanmasından sonra Hey'et-i Temsiliye'nin ve millî teşkilâtın alacağı şekil ve çalışma yöntemi



3 - Paris Barış Konferansı'nın bizim için olumlu veya olumsuz bir karar vermesi halinde tutulacak yol.

60Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:05 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

DÖRT AYKIRI GÖRÜŞ VE ALDIĞIMIZ KARAR




Efendiler, bu tarihe kadar cemiyetimizin merkez hey'etlerinden istediğimiz bilgilere gelen cevaplar dört görüş etrafında toplanıyordu :



1 - Birinci görüşe göre, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul dışında toplanması uygun görülüyordu.



2 - Başında Erzurum, Trabzon, Balıkesir ve bütün Karesi, Saruhan hey'etlerinin bulunduğu ikinci görüşe göre İstanbul'da, İstanbul'daki devlet adamları ile ileri gelenlerden hemen hepsinin bu görüşte olduğunu biliyoruz. Padişah'ın isteği, hükûmetin ısrarı da buydu.



3 - Trakya - Paşaeli'nden gelen üçüncü görüşe göre, İstanbul yakınlarında...



4 - Bir kısım merkez hey'etleri de Salih Paşa'nın şahsi görüşüne dayanarak, hükûmetin "olur" demesi halinde, İstanbul dışında toplanmakta bir sakınca görmüyorlardı.



Efendiler, İstanbul Hükûmeti ile yardakçılarının kamuoyunu ne kadar bulandırıp karıştırmış olduğunu, milletin ortaya koyduğu bu farklı görüşlerden kolaylıkla anlamak mümkündür.



Artık bunun üzerine direnmenin kötü sonuçlar vereceği yargısına varmak da güç değildir.



Şimdi, 16 Kasım 1919'dan 29 Kasım 1919 tarihine kadar, günlerce süren görüşme ve tartışmalardan çıkan sonuçları ve alınan kararları olduğu gibi yüksek bilgilerinize sunuyorum :



1- Millî Meclis'in lstanbul'da toplanmasının sakınca ve tehlikelerine rağmen, Saltanat Hükûmeti İstanbul dışında toplanmayı kabul etmediği ve memleketi bir bunalıma sürüklemekten sakınıldığı için, Meclis'in İstanbul'da toplanması zarureti kabul edildi. Ancak, aşağıdaki tedbirlerin alınnıası gereği de karara bağlandı :



a) Bütün milletvekillerinin durum hakkında aydınlatılarak teker teker görüşlerinin alınması,



b) Millî Meclis İstanbul'da toplanacağına göre, milletvekillerinin İstanbul'a gitmeden önce, Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne gibi yerlerda kısım kısım toplanarak, gerek İstanbul'da gerek İstanbul dışında alınması gereken güvenlik tedbirlerini ve programımızın esaslarını savunacak kuvvetli bir grup oluşturma yolları üzerinde görüşmeleri,



c) Cemiyetin teşkilatını sür'atle genişletmek ve güçlendirmek için, kolordu komutantanının, bölge komutanları ve askere alma teşkilâtı başkanları vasıtasıyla vakit kaybetmeden fiili yardımda bulunmaları,



d) Bütün sivil idare âmirlerinden, her ihtimale karşı, millî teşkilâta bağlı kalacaklarına dair söz alınması ve kendilerinin eldeki imkânlarıyla cemiyetin teşkilâtını kurmaya sür'atle girişmelerinin istenmesi,



2 - Millî Meclis İstanbul'da toplandıktan sonra, milletvekillerinin, tam biz güvenlik ve serbestlik içinde yaşama görevlerini yapmakta olduklarını açıklayacakları güne kadar, Hey'et-i Temsiliye, şimdiye kadar olduğu gibi yine İstanbul dışında kalarak millî görevine devam edecektir. Ancak, bütün sancaklardan ve milletvekili olan kimseler arasından seçilmek üzere birer, illerden ve müstakil sancaklardan ikişer zatın, tüzüğün sekizinci maddesi gereğince Hey'et-i Temsiliye üyesi olarak Eskişehir yakınında toplantıya çağırılıp, durumun açıklanması ve Meclis-i Meb'usan'daki tutumun kararlaştırılması üzerinde görüşülecektir. Bu sebeple Hey'et-i Temsiliye de oraya gidecektir. Bu toplantıdan sonra, Hey'et-i Tenısiliye de uygun şekilde yeni üyelerle desteklendikten sonra, öteki milletvekilleri de İstanbul'a Millî Meclis'e gideceklerdir. Hey'et-i Temsiliye göreve devam ettiği sürece, millî teşkilâtın şekli ve çalışma yöntemi tüzükte yazıldığı şekilde olacaktır.



Meclis-i Meb'usan, tam bir güvenlik içinde bulunduğunu açıkladığı zaman, Hey'et-i Temsiliye tüzükteki yetkisine dayanarak, genel kongreyi toplantıya çağırıp on birinci madde uyarınca da cemiyetin ileride alacağı şeklin belirlenmesini, kongrenin kararına bırakacaktır. Kongrenin nerede ve nasıl toplanacağı o zamanki durum ve şartlara göre ayarlanacaktır, Kongrenin toplantıya çağırıldığı zaman ile toplanması arasında geçecek süre içinde, Hey'et-i Temsiliye, İstanbul Hükûmeti ve Meclis-i Meb'usan Başkanlığı ile kesin bir zaruret görmedikçe resmî ilişkilerde bulunmaz.



3 - Paris Barış Konferansı, bizim için olumsuz bir karar verdiği ve bu karar hükûmet ve Millî Meclis'çe kabul edilip onaylandığı takdirde, elverişli en kestirme yoldan millî iradeye başvurularak, tüzükte açıklanmış olan esasların gerçekleştirilmesine çalışılacaktır.





Mustafa Kemal



Rüstem Mazhar Müfit Ali Fuat



Hüsrev Hüseyin Rauf Kâzım Karabekir Hakkı Behiç



Hüseyin Selâhattin İbralıim Süreyya Bekir Sami Ömer Mümtaz



Vâsıf



12'nci Kolordu Kurmay Başkanı



Şemsettin







MİLLETVEKİLLERİNE VERİLEN DİREKTİF





Efendiler, bu kararlar gereğince, milletvekillerin aydınlatmak için verdiğimiz bilgi ve direktifleri olduğu gibi bilginize sunacağım :



Seçilen milletvekillerine verilen bilgi ve direktifler şunlardır :



Madde 1- İstanbul'un, İtilâf Devletleri'nin ve özellikle ingiliz kara kuvvetlerinin işgali altında ve deniz kuvvetlerince kuşatılmış olduğu, güvenlik kuvvetlerinin de yabancılar elinde ve karmakarışık durumda bulunduğu bilinmektedir. Bundan başka, Rumların kendi aralarından İstanbul milletvekili adıyla kırk kişi seçtikleri ve Atina'dan gelmiş Yunan lider ve komutanlarınm yönetimi altında olmak üzere, gizli polis ve ihtilâlci örgütler kurarak, devletimize zamanı gelince isyan edecekleri anlaşılmıştır. Maalesef, hükûmetin İstanbul'da serbest olmadığını itiraf etmek mecburiyeti vardır. İşte bu sebeplerle, Millî Meclis'in toplanma yerini tartışmak gibi bir konu ortaya çıkmış bulunuyor. Millî Meclis İstanbul'da toplandığı takdirde, milletvekillerinin yapacakları vatan görevi dikkate alınırsa, tehlikeye uğramalarından cidden korkulur. Gerçekten de İtilaf Devletleri'nin Ateşkes Anlaşması hükümlerini bozarak barış anlaşmasını beklemeye gerek duymadan, vatanımızın önemli bölgelerini işgal etmek ve Hristiyan azınlıklara haklarımızı çiğneme fırsatını vermek suretiyle yapılan haksız muamelelerini eleştirip reddedecek, toprak bütünlüğümüzü ve bağımsızlığımızın dokunulmazlığını yılmadan isteyecek ve savunacak olan Meclis-i Meb'usan'ın dağıtılması ve üyelerinin tutuklanması veya sûrgün edilmesi, uzak bir ihtimal değildir. Tıpkı Kars'ta toplanan Milli İslâm Şurası'na İngilizlerin yaptıkları gibi. Seçimlere katılmamış olan Hristiyan azınlıkların, onlara uyan İngiliz Muhipleri ve Nigehban Cemiyetleri'nin, bu konuda düşmanların gayelerine hizmet ederek her türlü kötülüğü yapabilecekleri de akla gelebilir. Bu bakımdan, Millî Meclis'in İstanbul'da toplanması, Meclis'ten beklenen ciddi ve tarihî görevin yerine getirilmesini imkânsız kılacağından ve Milli Meclis de devlet ve milletin bağımsızlığının temsilcisi olduğundan, ona vurulacak darbe ile bağımsızlığımızın da zedeleneceğini belirtmeye gerek yoktur. Kabine adına, Amasya'da Heyet-i Temsiliye ile görüşmelerde bulunan Bahriye Nâzırı Salih Paşa Hazretleri bile bu gerçekleri göz önünde tutarak Milli Meclis'in İstanbul'un dışında güvenli bir yerde toplanması gereğine vicdanı ile de düşüncesi ile de kanaat getirmiş ve bu hususu uygun bulduğunu imzası ile doğrulamıştır. Millî Meclis'in düşman baskısından uzakta ve tam bir güvenlik içinde bulunan bir yerde toplanması halinde, İstanbul'da toplandığı takdirde akla gelebilecek bütün sakıncalar ortadan kalkmış olacağı gibi, hilâfet ve saltânatın tehlikede olduğunu dünya kamuoyuna ve özellikle İslâm âlemine fiilen duyurmuş olacak, milli varlık ve bağımsızlığımızın aleyhinde alınması muhtemel bir karar karşısında vatana ve millete karşı olan görevlerini yerine getirebilecek ve İtilâf Devletleri karşısında, Meclis'in milletin kaderine tamamen hâkim bulunduğu daha açık bir şekilde ortaya konabilecektir. Meclis'in İstanbul dışında toplanması halinde akla gelebilecek olan sakıncalar aşağıdadır :



Millet düşmanları, İstanbul'un gözden çıkarıldığı yolunda zararlı bir propagandaya fırsat bulacaktır. Hükümet, İstanbul'da olduğu gibi, Meclis ile kolayca temas ve bağlantı kuramayacaktır. Meclis'in açılış töreni, Zâtışâhâne'yi yolculuk külfeti ile karşı karşıya bırakmamak için, vekil tayin buyuracakları bir zat vasıtasıyla yapılabilecektir. İşte bu sakıncalar dolayısıyla şimdiki hükûmet, Millî Meclis'in İstanbul dışında açılmasını kabul etmemiştir. Hükûmetin bu olumsuz kararı yüzünden söz konusu sakıncalara aşağıdaki sakıncalar da eklenmektedir :



Millî Meclis'in kanuna uygun olarak toplanması, Meclis-i Meb'usan ile Ayân Meclisi'nin aynı yerde ve aynı zamanda bulunmasına bağlı olduğundan, hükûmetin İstanbul dışında, uygun göreceği bir yerde toplanmaya razı olması yüzünden, Ayân Meclisi ve Hükümet, İstanbul dışındaki toplantıya katılmayacak ve Zâtışahane'ye usulûne uygun olarak Meclis'i açtırmayacaktır.



Bu durum karşısında Millî Meclis'in İstanbul dışında toplanmasına kanun bakımından imkân kalmadığı için, yukarıda arz edilen sıkıntılara rağmen, İstanbul'da toplanması bir zaruret hükmüne girmiş bulunuyor. Sayın milletvekilleri İstanbul'a gitmekten çekinerek, İstanbul dışında kendiliklerinden toplandıkları takdirde, böyle bir toplanma elbette Millî Meclis'in herkesçe bilinen yasama gücünü temsil edemez. Belki, milletin varlığını, gayelerini, bağımsızlığını temsil edecek, onun hakkında verilecek hükümleri eleştirecek ve yine millete dayanarak reddedebilecek bir millî kongre şeklinde olabilir. Bu takdirde, Millî Meclis de elbette İstanbul'da toplanmamaya mahkûm olur. Böyle bir davranışın, hükûmetin karşı çıkmasına, zorlayıcı tedbirler almasına ve sonunda millet ile İstanbul Hükûmeti arasındaki her türlü ilişkinin kesilmesine yol açacağı da düşünülebilir.



Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, yukarıda dile getirilen bütün hususları gözden geçirip tartıştıktan sonra, Millî Meclis'in İstanbul'da toplanma zaruretine karşı, durumu bütün milletvekillerine bildirerek, her birinin düşünce ve görüşlerini almayı görev saymıştır. Bundan başka, sayın milletvekillerinin İstanbul'da Milli Meclis'e girmeden önce, kolayca bir araya gelebilecekleri bazı yerlerde toplanıp aşağıdaki hususları görüşmeleri ve görüşme sonuçlarının birleştirilebilmesi için bunları Hey'et-i Temsiliye'ye bildirmeleri gerekli görülmüştür. Görüşülecek hususlar şunlardır :



a) Meclis'in İstanbul'da toplanması zaruretine karşı, İstanbul ve İstanbul dışında olmak üzere bütün yurtta alınması gerekli tedbirler, yapılması gerekli hazırlıklar;





b) Meclis-i Meb'usan'da vatanın bütünlüğünü, devlet ve milletin bağımsızlığını kurtarmaktan ibaret olan gayeyi korumak ve savunmak için birleşmiş azimli bır kadro kurma çarelerinin düşünülmesi;



Milletvekillerinin yukarıdaki hususları görüşmek için toplanmaları uygun görülen yerler şunlardır :



Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir, Bursa, Bandırma, Edirne



Madde 2 - Birinci maddeyi, olduğu gibi bölgelerinizde bulunan milletvekillerine bildirerek, önce, en kısa zamanda onların şahsî görüşlerini almak ve bunda vakit kaybetmeden bir yandan Hey'et-i Temsiliye'ye bildirmek, bir yandan da bölgelerinizdeki merkez hey'etlerine ulaştırarak bu konuda faaliyet göstermelerini sağlamak.



İkinci olarak, bölgelerinizdeki milletvekillerinin birinci maddede gösterilen yerlerde huzur ve güven içinde toplanmalarını sağlayarak, görüşme sonuçlarının Hey et-i Temsiliye'ye bildirilmesi için gereken tedbirlerin alınması istirham olunur.



Sizlerin seçim bölgelerinden milletvekili olup da şimdi İstanbul'da bulunanların, kendi seçim bölgelerindeki teşkilâtı tarafından, İstanbul'a yakın toplanma yerlerinden birine davet ettirilmesi gerekir.







EKİM 1919'DA ÖNEMLİ İÇ OLAYLAR





Efendiler, 1919 yılı Ekimine ait olup da dokunmak istediğim bazı olayları da birkaç kelime ile özetlememe müsaadenizi rica ederim.



İşgal altında bulunan İzmir ilindeki müslüman halk, zulüm görüyor ve öldürülüyordu. Bunun için, hükûmetten, İtilâf Devletleri'nin temsilcileri katında etkileyici teşebbüslerde bulunmasını rica ettik. Yunanlıların zulüm ve zorbalıkları devam ederse, aynı şekilde karşı koymak mecburiyetinde kalınacağını da bildirdik. İzmir'deki fecî olaylar üzerine İstanbul'da bir gösteri toplantısı yapılmak istenmişti. Bunun engellendiği haber alınınca Cemal Paşa'nın dikkatini çektik.



Anzavur, Bandırma çevrelerinde haince ve canavarca hareketlere başlamıştı. Verdiği zararları önlemek için ve Karabiga, Bandırma taraflarına çıkan Nigehban Cemiyeti'ne bağlı subaylar hakkında, Balıkesir'de, Kâzım Paşa'ya ve diğer ilgililere yazdık. Otuz kadar Nigehbancı subayın da bir yabancı işgaline zemin hazırlamak için, Hristiyanlara karşı hareket etmek üzere, Trabzon ve Samsun'a çıkacaklarını haber aIdık. Derhal 15'inci Kolordu'nun ve Canik Mutasarrıfı'nın dikkatlerini çektik.



Yüksek hey'etinizce bilinmektedir ki, başlangıçta Maraş, Urfa ve Ayıntap'ta İngiliz birlikleri vardı. Bu birlikler Fransız askerleri ile değiştirildi. Bu yüzden işgali yeniden önlemeye çalıştık. İşgalden sonra da önce siyasî, daha sonra fiilî teşebbüslere geçtik.



Bozkır'da, yeniden önemli sayılabilecek bir ayaklanma oldu. Onun bastırılması için çeşitli tedbirlere başvurduk.



Maraş ve Antep'te Kılıç Ali Bey'i, Çukurova bölgesine de Topçu Binbaşısı Kemal ve Yüzbaşı Osman Tufan Bey'leri göndererek ciddî teşkilatlanmaya ve teşebbüslere geçtik.



Efendiler, bu arada hatırıma gelen bir noktayı da arzetmiş bulunayım : Sivas Kongresi'nden sonra, Hey'et-i Temsiliye, sorumluluğu kendi üzerine alarak, kongrelerin tüzük ve bildirileri dışında ve Sivas Kongresi Tüzüğüne ek olmak üzere, "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kuruluş Tüzüğüne Ektir" başlıklı, "yalnız üyeleri için ve gizlidir" kayıtlı, silâhlı millî teşkilâtlar için gizli bir yönerge düzenlendi. Düşmanla çatışılan yerlerde bu yönergeye göre, silâhlı müfrezeler ve birlikler kuruldu.

61Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:07 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ GÖRÜŞÜNDE DİRENİYOR




Efendiler, 2 Kasımda, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa' dan aldığım bir şifreli telgrafta : "Zaten az olmayan dedikodulara biri daha eklendi. Ziya Paşa' nın Ankara'ya kadar gitmemesi, destek lûtfedilen hükûmetin otoritesini kırmaktan başka bir anlama gelemez. Bu konuda hükûmet, görüşünde ısrarlıdır" denilmekte ve bunun cevabının acele beklenmekte olduğu bildirilmekteydi. Ziya Paşa' nın gönderilmemesi ile ilgi ricamıza hükûmet iltifat etmemişti. Ziya Paşa' yı görevlendirmiş ve göndermişti. Ziya Paşa Eskişehir'e kadar gelmiş ve oradan izin alarak geri dönmüştü. Cemal Paşa, aynı telgrafında "Bozkır olayından dolayı basına verilen bildirinin tarzını, hükûmet, aramızdaki uzlaşmaya aykırı görmektedir" diyordu. Oysa, böyle bir bildirimiz yoktu.



Cemal Paşa' nın bu telgrafına şu karşılığı verdik :





Sivas, 3.11.1919

İvedi





Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne

İlgi : 2.11.1919 tarih ve 501 sayılı şifre :

1- Hükûmetle millî teşkilât arasında samimî bir uzlaşmaya ve gerçek bir görüş birliğine vardık. Zâtıdevletleri vasıtasıyla pek önemli bir istirhamımız vardı. O da meşru bir gayeye yönelen millî teşkilâtın zarar görmemesi için, bütün yüksek dereceli memurların bu görüşe göre seçilmesi, karşı olanların değiştirilmesiydi. Bunlarla ilgili olarak birbiri ardınca yaptığımız istirhamlara cevap alamadık. Trabzon ve Diyarbakır valileri ile Antalya mutasarrıfı hakkında ne yapıldığını daha bilmiyoruz. Yalnız, durumu yerinde incelemeksizin, Dahiliye Nezareti, Konya'ya Muhipler Cemiyeti üyelerinden, pek yetersiz ve güçsüz olan Suphi Bey'i vali olarak gönderdi. Dahiliye Nâzırı'nın bu gibi konularda bizimle hiçbir temas ve ilişki kabul etmediği; sanki millî teşkilâta karşı imiş gibi davrandığı kanaatı uyanıyor.Bu düşüncemizde yanılıyorsak, durumun açıklanmasını ve aydınlatılmamızı rica ederiz. Ankara Valisi Ziya Paşa' nın kendi isteği ile izin aldığını arz etmiştim. Tabiî yine kendi kendisi, resmî olarak Ankara Valisi sayılmaktadır. Ancak, arz ettiğim noktadaki şüphe ve zan ortadan kalkıncaya kadar, adı geçen valinin izinli oluştan yararlanmaya devam etmesi en iyi şekil olarak kabul edilmelidir. Polis Müdürlüğü'nün hâlâ Nurettin Bey gibi bir kimsenin elinde bulunuşu, zâtıdevletinizin de bu pek önemli noktaya karşı kayıtsız davranmakta olduğunuz kanaatını vermektedir. Halbuki, bu hoşgörürlüğün sonucu hem hükümete hem de millî teşkilâta zararlı olacaktır. Hey'et-i Temsiliye'nin millî teşkilâtı ve millî birliği bozacak en ufak bir durum karşısında görmezlikten gelemeyeceğini elbette hoş görürsünüz.

2 - Bozkır olayı hakkında, Hey'et-i Temsiliye'ce basına bir bildiri verilmemiştir. Bunda bir yanlışlık olacaktır. Belki de, bu haberler, İrade-i Milliye gazetesinin aldığı bilgilere dayanmaktadır. Hey'et-i Temsiliye'nin bir gazeteye sansür koyma yetkisinin bulunmadığı yüksek malûmunuzdur. Bununla birlikte gazetenin dikkati çekilmek üzere, bu haberde, hükûmet ile aramızdaki uzlaşmaya aykırı görülen noktaların açıklanmasını istirham ederiz.





Hey'et-i Temsiliye adına



Mustafa Kemal

Hey'et-i Temsiliye'nin temsilcisi ve Millî Mücadele'den yana olduğunu iddia eden Cemal Paşa' nın telgrafımıza cevabı şudur :





Harbiye, 4/5.ll.1919



Sivas'ta 3'üncü Kolordu Komutanlığı'na

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri' ne : Resmî bildiride yazıldığı gibi, bugünkü hükûmet, böyle bir zamanda, sırf vatan ve memlekete hizmet emeliyle büyük bir sorumluluğu üzerine almış ve bu görevini yerine getirmek için tam bir tarafsızlık ve samimiyetle hareket etmekte bulunmuş olduğundan, aşağıdaki noktaların âcele olarak açıklanmasına gerek duyuldu :



Birincisi; milletvekili seçimlerine azınlıklar katılmadığı gibi, bugün çeşitli partiler de çekingen durumdadır. Çeşitli partiler, memlekette iki hükûmetin bulunduğunu, seçimlerin tarafsız yapılmadığını buna sebep olarak göstermekte ve azınlıkların da, sonradan, bu sebebe dayanarak seçime katılmadıklarını ileri sürmeleri büyük bir ihtimal dahilinde görülmektedir... Seçimlerin tarafsızlık içinde yapılmadığı konusundaki şikâyet ve söylentiler artarak, yabancı basın ve çevrelere kadar uzanmıştır. Meclis-i Meb'usan, milletin bütün unsurlarını temsil etmediği ve özellikle Kuva-yı Milliye'nin etkileri ile kurulduğu takdirde, bunun dünya kamuoyunda nasıl karşılanacağı açıklanmaya muhtaç değildir. Bu bakımdan, milletvekili seçimlerinde baskı yapılmasına meydan verilmemesi zarurîdir.



ikincisi; tekrarı gereksiz sebeplerden dolayı, Meclis-i Meb'usan'ın hükûmet merkezinin dışında bir yerde toplanması, içte ve dışta çeşitli sakınca ve zararlar doğuracağından, Meclis'in mutlaka İstanbul'da toplanması memleketin hayatî çıkarlarının gereğidir.



Üçüncüsü; taşralarda, bazı kimseler tarafından, millî teşkilât adına hükûmet işlerine karışılmakta olduğu biribirini kovalayan bilgi ve haberlerden anlaşıldığından, bu karışmaların bir an önce ve sür'atle önlenmesi zarurîdir.



Bugünkü hükümet, bu üç isteğinde ısrar etmektedir. Bunun dışında bir formülle hükûmet işlerini yürütme imkânı yoktur.



Harbiye Nâzırı



Cemal

Cemal Paşa' nın bu telgrafına - Başyaver Salih Bey tarafından açılacaktır kaydıyla - verdiğimiz karşılığı olduğu gibi bilginize sunmak isterim :





Sivas, 5.11.1919



Harbiye Nâzırı Cemal paşa Hazretleri'ne

İlgi : 4/5.11.1919



1- Azınlıklar ile, bu vatan ve bu millet için azınlıklardan daha da zararlı olan bazı siyasî partilerin seçimlere katılmayışlarını, onların kasıtlı ortaya attıkları sebeplere dayandırmak elbette doğru olamaz. Hristiyan azınlıkların, daha millî teşkilâtın adı bile yokken, seçimlere katılmayacaklarını ilân ettikleri bilinmemekte midir? Yaygara koparan siyasî partilere gelince, bunlar yalan söylüyorlar. Çünkü, her yerde seçimlere katılmışlardır. Ancak, beşer onar kişiden ibaret olan bu partilerin millet gözünde bir değerleri olmadığından ve millet, temsilcilerini, bu defa İstanbul'daki politikacılardan değil, kendi bağrındaki öz vatandaşları arasından seçmekte olduğundan, bunlar kendilerinin başarı elde edemeyeceklerini anlayarak telaş ediyorlar. Buna karşı bizim elimizden ne gelebilir? Bu noktadaki gerçek karşısında, kabinenin kararsızlık içinde oluşu çok şaşırtıcıdır. Sözü edilen baskı nerede, kimin tarafından ve nasıl yapılmıştır? Lûtfen açıklanmalıdır ki, Hey'et-i Temsiliye görevini yerine getirebilsin. Asıl iddialara önem vererek telâşa düşmek doğru değildir.



2 - Meclis'in nerede toplanacağı konusundaki görüşte, hükûmetin direnmesinin yerinde olup olmadığını zaman ve olaylar ispat edecektir. Bu konudaki son düşüncelerimin merkezlerden alınacak cevaplar üzerine arz edileceğini bildirmiştik.



3 - Millî teşkilât adına, hükûmet işlerine nerede ve kimin tarafından karışılmışsa, derhal bildirilmelidir ki, gereken işlemler yapılabilsin. Ancak, Dahiliye Nâzırı Paşa Hazretleri'nin şüphe uyandırabilecek tarzdaki davranışlarına yüksek dikkatlerinizi çekmeyi gerekli görürüz, efendim.





Hey'et-i Temsiliye adına



Mustafa Kemal







DAHİLİYE NAZIRI'NIN MEMLEKET İÇERİSİNE GONDERDİĞİ ÖĞÜTÇÜLER





Dahiliye Nâzırı, memlekete birtakım hey'etler göndermeye kalkıştı. Bunlardan biri de Harbiye Nezareti Eski Müsteşarı Ahmet Fevzi Paşa adında bir zatın başkanlığında, Temyiz Mahkemesi üyelerinden İlhami ve Fetva Emini Hasan Efendi' lerden kurulmuştu.



Hey'et-i Temsiliye'mizin temsilcisi olan Cemal Paşa, bize bunu bildirmemişti. 5 Kasım 1919 tarihli bir şifre ile kendisinden bu hey'etin niçin gönderildiğini sorduk ve özellikle Fetva Emini ile Kâmil Paşa Kabinesi zamanında polis müdürü olan kimselerin böyle bir hey'ette neden bulunduklarının anlaşılamadığını belirttik.



Efendiler, Fuat Paşa' nın, Ankara'da kolordusunun başında bulunmasını gerektiren sebepler ortaya çıkmaya başladı. Bu sebeplerin önemlisi, memleket içinde halkın zehirlenmeye başlanmasıydı. İç ve dış düşmanlarla işbirliği yapanlar, Ali Rıza Paşa Kabinesi zamanında, Ferit Paşa zamanındakinden çok daha fazla başarılı olmaya başlamışlardı.





REFET PAŞA SALİHLİ VE AYDIN CEPHELERİ'NE KOMUTAN OLARAK GÖNDERİLİYOR





Râzım Paşa, Balıkesir bölgesinde cephe kurmaya ve duruma hâkim olmaya çalışıyordu. Salihli ve Aydın Cepheleri'ndeki sevk ve idarenin askerî bir düzene sokulması gerekiyordu. Buraya, azçok tanınmış bir askerin gitmesi lâzımdı. Elimizde yararlanabileceğimiz komutan olarak Konya'da bulunan Refet Paşa vardı. Konya'daki kolordunun başına Fahrettin Bey (Müfettiş Fahrettin Paşa Hazretleri) geçmiş bulunuyordu. Bundan dolayı, Aydın Kuva-yı Milliye Komutanlığı'nı yürütmek üzere cepheye hareketini Refet Paşa'ya, Ankara'ya dönmesini de Ali Fuat Paşa' nın kendisine yazmıştık.



Refet Paşa' nın Nazilli'ye vardığı anlaşıldıktan sonra da Genel Kurmay Başkanlığı'na gelmiş olan Cevat Paşa' dan, geçen savaşta tecrübe görmüş genç kurmaylardan seçilecek dört beş subayın, Nazilli'ye Refet Paşa' nın yanına gönderilmesini rica ettim. Bu durumu Refet Paşa' ya da bildirdim.





REFET PAŞA DEMİRCİ EFE'NİN EMRİNE GİRİYOR





Efendiler, Nazilli'ye giden Refet Paşa, Demirci Mehmet Efe' den komutayı almaya gerek ve bunda bir yarar görmemiş; kimbilir ve belki de komuta kendisine teslim edilmemiş. Demirci Efe' nin emrinde kurma gibi görev yapmayı daha yararlı ve uygun bulmuş...Refet Paşa bunu bize bildirdi. Bölge şartlarını yakından görmüş bir zatın kararını değiştirmek çok defa güçtür. Çünkü, gerçekten Refet Paşa' nın gördüğü ve tercih ettiği gibi, Efe' nin komutasını devam ettirmekte ve ona yardımcı olmakta yarar vardı yahut da Refet Paşa o cephenin komutasını herhangi bir sebeple ele alamıyordu. Her iki ihtimale göre de, mutlaka komutayı al, diye emir vermek, anlamsız olurdu.



Asıl gariplik bundan sonra görüldü. Bir süre sonra, Refet Paşa Nazilli'de gözden kayboldu. Birkaç gün sonra, Balıkesir'de olduğunu, birtakım yabancı subaylarla ilişkiye girip girmemesini bizden sorması dolayısıyla anladık.



22 Aralık l919 tarihinde verdiğimiz cevapta : "Millî teşkilâta bağlı bulunanların, özellikle Hey'et-i Temsiliye üyesi olarak tanınmış olmaları dolayısıyla, kendisinin yabancılarla hiçbir şekilde ilişki kurmasını istemediğimizi bildirdik. "Refet Paşa, yine ortadan kayboldu. Nihayet bir gün Bursa' dan Refet imzalı kısa bir telgraf aldık : "İstanbul üzerinden, Bursa ya geldim."



Bu telgrafın ne demek olduğunu bir türlü anlamıyordum. Refet Paşa' nın İstanbul ile ne ilişkisi vardı? Bir de Nazilli - Balıkesir - Bursa yolu İstanbul' dan mı geçer? Bu bilmeceyi bir türlü çözemedim. Sonunda mesele anlaşıldı.



Refet Paşa, Nazilli'den ayrıldıktan ve Balıkesir'de Kâzım Paşa' ya uğradıktan sonra, Bandırma'ya inmiş; oradan da bir Fransız torpidosuyla İstanbul'a gitmiş; orada bazı arkadaşlarıyla görüşmüş; daha sonra da Bursa'ya dönmüş...



Efendiler, bu bilmeceyi hâlâ çözemiyorum. Beni bunda mazur göreceğinizi umarım.



Refet Bey' in yerine bir İngiliz gemisi ile Samsun'a gelen Salâhattin Bey' in gönderildiğini, aynı gemi ile Refet Bey' in İstanbul'a dönmesinin istendiğini ve bunun üzerine gitmeyip istifa ettiğini, İstanbul Hükûmeti'nin benimle birlikte kendisinin de yakalanarak İstanbul'a gönderilmemiz için her tarafa emir verdiğini biliyorsunuz. Bu kadar çok bilinmeyeni çözememek, cebir bilenlerce pek bağışlanmazsa da, benim bu noktada acze düştüğümü itiraf ederim. Gerçi; Ferit Paşa Kabinesi yerine Ali Rıza Paşa Kabinesi geçmişti. Fakat, yeni kabinenin haber alma ve yürütme vasıtalarının öncekinin aynı olduğunu biliyoruz.



Efendiler, Refet Paşa' nın bu hafif hareketi, Aydın ve Salihli Cephelerinde, düzenli bir ordunun teşkiline kadar, ciddî bir sevk ve idare kurulamamasına sebep oldu.







DAHİLİYE NAZIRI'NIN ŞÜPHE UYANDIRAN DAVRANIŞLARI





Efendiler, bu garip hikâyeden sonra, olaylari yeniden bıraktiğimiz noktadan izlemeye başlayalim :



Cemal Paşa, bizim 5 Kasim 1919 tarihli şifremizin bir noktasini anlayamamiş. Bâbiâlî merkezinden çektiği kisa bir şifre ile, şu şekilde bir açiklama istiyordu : "Dahiliye Nâziri'nin şüphe çekebilecek şekildeki muamelelerine dikkatinizi çekmeyi gerekli görürüz" cümlesinden maksadin ne olduğu anlaşilamadi. Bu noktanin acele olarak ve açiklanarak bildirilmesi.



Bu kisa şifreye verdiğimiz cevap biraz uzundur. Sikilmazsaniz, olduğu gibi bilginize sunayim :



Şifre Sivas, 12.11.1919





Harbiye Nâziri Cemal Paşa Hazretleri'ne

İlgi : 8.11.1919 tarih ve 8084 sayi :



Dahiliye Nâziri Paşa Hazretleri'nin şüphe uyandiran iş ve davranişlarindan akla gelenler aşağida bilginize sunulur :

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

1 - Ankara gibi bazı illerde, sivil idare âmirlerini telgraf başına çağırarak, Milli Mücadele sırasında Ferit Paşa Kabinesi aleyhinde faaliyete girişenlerin durumlarini, hükümeti neden suçladıklarını, bütün bunlarin kanuna ne dereceye kadar uygun olduğunu tehdit edercesine soruşturma;



2 - Uzun süredir hasta iken tifodan ölen Tokat Mutasarrıfı'nın ölümü sebebinin, esrarlı bir vak'a sayilarak, Sivas ilinden şifre ile sorulması...



3 - Adliye Nazırı ile birlikte, Balıkesir cephesinden gelen millî hey'et ile yapilan gizli görüşme sirasinda, Adliye Nazırı'nın Millî Mücacele liderleri aleyhin- de harekete geçilip geçilemeyeceğini,kendisinin yaninda söz konusu edebilmesi;



4 - Nezaret'e geçildiği zaman, ilk vatanperverce iş olmak üzere, vatan hainliği maddî delilleriyle ortaya çikmışbulunan eski Dahiliye Nâziri Âdil Bey'in düşünce ve hareketlerinde kendisine sır ortaklığı eden Dahiliye Müsteşari Keşfi Bey'in, görevinden atılması gerekirken, halâ yerinde bırakılması ve onun vasıtasıyla sivil memurlar arasında değişiklikler yapılması. Tabiidir ki tayin ettireceği memurlar pek haklı olarak milletin güvenini kazanamaz. Söz gelişi, Millî Mücadele'nin başlangıcından sonuna kadar muhalif bir tutum takınmış ve sonunda halk tarafından işten el çektirilmiş ve hastaliği dolayisiyla da o zaman tutuklanmasi ve uzaklaştirilmasi yoluna gidilmemiş olan eski Kayseri Mutasarrıfı Ali Ulvi Bey, yöneticilik vasıflarından büsbütün yoksun ve güçsüz takımından olmasına rağmen Burdur'a tayin buyurulmuştur. Yine yetersizliğinden ve Canik sancaği için uygun görülmediğinden, kendi isteği ile vaktiyle İstanbul'a gönderilen Ethem Bey de Menteşe'ye atanmiştir. Aydin Mutasarrıflıgına da eskiden Niğde Mutasarrifi iken Sivas'a getirilen Cavit Bey atanmiştir. Bütün bunlara rağmen, eski Konya Valisi vatan haini Cemal Bey'in adamı olan Antalya Mutasarrıfı, arka arkaya yaptiğimiz müracaatlara ve halkin feryatlarına karşilik, hâlâ yerinde oturuyor.



5 - Özlük İşleri Müdürlüğü gibi en önemli görev bir Ermeni elinde bulunduruluyor.



6 - Basin-Yayin Müdürlüğü'nde ve Ajans'in durumunda bir değişiklik görülmemektedir.



7 - Memleketin geleceğini garantiye alacak tek kuvvetin millî birlik olduğu ve bunu da ancak millî teşkilâtin devam ettirebileceği bilinmektedir. Bu birlik ve teşkilâtin, vatani parçalanmaktan kurtarmak, devlet ve milletin bağimsizliğini korumaktan ibaret olan kutsal gayesini bozmaya çalişanlar da İstanbul'daki bozgunculardir. Bunların zararlarının önlenmesi, ancak kuvvetli ve ciddî bir disipline bağlıdir. Bunun da başlica çaresi, polis müdürünü namuslu, milliyetçi, yetenekli, teşebbüs gücü taşiyan kimselerden seçmek ve atamaktır. Oysa,zatıâlilerince de bilinmektedir ki, bugünkü Emniyet Genel Müdürü, düşürülmüş olan vatan haini eski kabinenin ve ona bağli olanların biricik koruyucusudur. Sait Molla'nin Mister Frew'a yazmiş olduğu mektuplardan anlaşıldığına göre de bu zat, muhaliflere yani millet düşmani olanlara bugün kucak açmakta, sığınaklık etmektedir. Amasya'da Salih Paşa Hazretleri de bunu doğrulamişlardir.Halbuki, Dahiliye Nâziri, memleket ve milletin mukadderatini böyle bir şahsin elinde birakmakta bir sakinca tasavvur etmiyor, belki yarar görüyor demektir. Jandarma Komutani Kemal Paşa'nin ise, gerek millî davâ ve gerek sizler için zararlı bir şahıs olduğu bir gerçek iken,hâlâ makamında kalmasi da Dahiliye Nezareti'nin iyi niyetine mi verilmelidir?

Hey'et-i Temsiliye adina Mustafa Kemal

63Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:08 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ MİLLİ TEŞKİLATI DÜŞMAN TEŞKİLATLA, BİZİ DE ALİ KEMAL VE SAİT MOLLA İLE BİR TUTUYOR




Efendiler, Harbiye Nâzırı'nın 9 Kasım 1919 tarihli bir telgrafı vardı. O telgrafın içindekiler de ilgi çekicidir. Cemal Paşa bu telgrafında, kabinenin düşüncesini şu noktalar üzerinde yoğunlaştırıyordu :



1- Seçimlerin güvenlikle yapılabilmesi,



2 - Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanması



3 - Milli Teşkilât adına hükûmet işlerine müdahale edilmemesi için hükûmetin tarafınıza başlangıçtan beri yaptığı tebliğler kesindir.



4 - Birçok telgrafınızda ileri sürülen isteklerin de aynı nitelikte -yani müdahale niteliğinde- olduğu âşikârdır.



5 - Hükûmet, kendi bildirisinde tespit ve ilân ettiği tarafsızlıktan ayrılmayacaktır. Bu bakımdan millî teşkilât aleyhinde bulunanları baskı altında tutma ve cezalandırma yoluna gidemez. Telgrafın sonunda da şu tehdit vardı : " Şimdiki durum bir sürecik daha devam edecek olursa kabine kesinlikle çekilecektir.



Saygıdeğer Efendiler, bu maddelerin ifade ettikleri anlamlar, aslında bütün gerçekleri ortaya koymuş bulunuyordu. Kabine, millî teşkilât aleyhinde bulunanların memleket ve millete düşman olduklarını kabul etmiyordu. Millî teşkilât ile düşmanın ihanet teşkilâtını; Ali Kemal ile ve Sait Molla ile bizi bir tutuyordu. Adapazarı, Karacabey, Bozkır, Anzavur olaylarını suç olarak saymıyordu.



Cemal Paşa'ya verdiğimiz karşılıkta, bu noktaları açıkladıktan sonra, hükümetin duygu ve eğilimini açık olarak söyletmek maksadıyla şu cümleyi de ekledik : Bildirdiklerinizden anladığımıza göre, İstanbul Hükûmeti, millî teşkilâtın varlığını belki de gereksiz görüyor. Gerçekten durum bu merkezde ve milli teşkilâta ihtiyaç olmaksızın memleketi kurtaracak bir güce sahip bulunuluyor ise, ona göre gerekenlerin yapılmak üzere açıkça bildirilmesini, aradaki her türlü yanlış anlamanın giderilmesi için arz ve istirham ederiz.





DAHİLİYE NAZIRI DAMAT FERİT PAŞA SÜREKLİ OLARAK MİLLİ BİRLİĞİ BOZMAKLA, TEMSİLCİMİZ OLAN HARBİYE NAZIRI CEMAL PAŞA DA HÜKÜMETİN YAPTIKLARINI SAVUNMAKLA MEŞGUL





Efendiler, Cemal Paşa'nın özel olarak Sıvas'a gönderildiği 10 Kasım 1919 tarihli ve kendi el yazısıyla olan bir mektubunu da 18 gün sonra -- yani 28 Kasım 1919 tarihinde -- almıştım. Cemal Paşa bu mektubunda, yapılan yazışmalarda söz konusu olan sorunları madde madde özetliyor ve her biri hakkında açıklamalar yapıyordu.Hele, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'dan başka bir yerde toplanmasından söz ederken "bu konuda Padişah'ın rıza göstermeyeceği iyice anlaşılmıştır. İşgal kuvvetlerinin Meclis-i Meb'usan'a saldırmalarının, belki Osmanlı Devleti için iyi sonuçlar verebileceğini, Amerikalılar hissettirdiler ve hattâ açıkça da belirttiler" diyordu.

Cemal Paşa, "Kuva-yı Milliye ruhu taşımayan memurların kodamanları, işgal ordularına âdeta sırtlarını dayamış durumdadırlar" şeklinde, sanki bilinmeyen bir bilgi verdikten ve bu bilgiyi, "eski kabine üyelerinin çoğu sırtını dayamıdaymamıştır" bilgisi ile tamamladıktan sonra, söz gelişi, Polis Müdürü'nün değiştirilmesinde bu durum bütün açıklığı ile ortaya çıktı" diye bir de örnek veriyor.



Cemal Paşa, kabine birçok işler yapmayı düşünmüş ise de köklü bir teşebbüs için dayandığı kuvvetin ciddiyetine hâlâ inanamadı cümlesi ile bizi suçladıktan sonra, kanaatini şöyle dile getiriyordu : "Dahiliye Nazırı bu kuvvete - yani Kuva-yı Milliye'ye - ihtiyaç gösterenlerin başındadır, desem abartılmış olmaz.



Cemal Paşa'nın, mektubuna imza koyduktan sonra,yine kendi imzası ile eklediği bir özette şu cümle yer alıyordu : "Muhalifler ve yabancılar Meclis'in açılmasına engel olmaya karar vermişlerdir.Hey'et-i Temsiliye de bu engellemeye toplanma yeri çekişmesiyle devam ederse işimiz Allah'a kalıyor demektir".



Efendiler, bu mektupta yazılanlarda ve bundan önce gelen yazılarla bundan sonra devam edecek olan düşüncelerde hâkim olan mantık, yorumlama ve görüş sağlamlığı hakkında söz söylemeyeceğim. Yalnız, bu mektuba 28 Kasım 1919 tarihinde verdiğimiz etraflı cevabın bir tek cümlesini olduğu gibi aktarmakla yetineceğim. O cümle şudur : "Saltanat Hükûmeti'nin köklü bir teşebbüs için dayandığı kuvvetin ciddiyetine güvenemediğini gösteren maddeleri gerçekçi bulmuyoruz."



Efendiler, Dahiliye Nâzırı Damat Ferit Paşa, durup düşünmeden sürekli olarak millî birliği bozacak, milleti her gün biribiri ardınca yayılmakta olan saldırılar karşısında sessiz ve hareketsiz tutacak tedbirler almaktan geri kalmıyordu. Diğer Nezaretleri de aynı prensip doğrultusunda harekete teşvik ettiği görülüyordu. Söz gelişi, Eskişehir'de Hamdi Efendi adında bir kadı vardı. Kuva-yı Milliye'nin aleyhinde olduğu için orada duramamış,bir daha dönmemek üzere İstanbul'a gitmiş ve bu Kadı Efendi yeni kabine tarafından tekrar Eskişehir'e gönderilmiş. Durum açıklanarak adı geçen kadının değiştirilmesi gereği, Mutasarrıf tarafından Adliye Nezareti'ne yazılmış, cevap verilmemiş. Mutasarrıf ve Eskişehir Bölge Komutanı, bu durumu Hey'et-i Temsiliye'ye bildirmekle birlikte, "eğer Nezaret bu yazıyı dikkate almayacak olursa, bu Kadı'nın kovulması zarurîdir. Zâtıdevletlerinin görüş ve emirleri istirham olunur" deniliyordu. Biz de görüşümüzü bekleyenlere şu karşılığı vermek zorunda kaldık : "Millî dâvâya bağlı olacağına söz veren ve bu ilke çerçevesinde millî teşkilât'ın her türlü yardımını sağlamış olan Saltanat Hükûmeti'ne, adıgeçen kadının değiştirilmesi kabul ettirilemezse, sonunda kovulmasının bir zaruret haline geleceğ âşikârdır. Şüphesiz, bu durumda bulunan İstanbul memurları az değildi.



Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'nın, buna benzer birtakım işlerden sözeden ve kabinenin görüşünü bildiren 24 Kasım 1919 tarihli bir şifresinin ilk cümlesi şuydu :



"Devletin iç işleri ve siyasî politikası kesinlikle ortaklık kabul etmez".Bu telgrafa 27 Kasım 1919 tarihinde verdiğimiz ayrıntılı cevapta, biz de şöyle dedik :"Devletin iç işleri ve siyasî politikasının kesinlikle ortaklık kabul etmediği bir gerçek olmakla birlikte, benzeri görülmemiş olan bugünkü durum karşısında,vatan ve milletin geleceğini güvence altına alacak olan millî teşkilâtı, bilerek veya bilmeyerek zayıflatacak ve millî birliği bozacak hiçbir muameleye milletin razı olamayacağı da pek meşru ve tabiîdir." Bu telgrafın son cürnlesi şöyleydi :"Hey'etimiz , imzasını taşıyan taahhütlerine tamamiyle bağlıdır... Şu kadar ki,taahhütler karşılıklı olmak gerekir. Oysa, hükûmet, Salih Paşa'nın imzasını taşıyan taahhütlerin ve notların daha hiçbirini yerine getirmemiş ve eğer varsa, engelleyici sebepler bile bildirilmemiştir.



Efendiler, şimdi vereceğim kısa bilgiler ve bu bilgileri doğrulamak üzere göstereceğim belgeler, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin bizi suçlamakta ne kadar haksız ve hükûmet işlerinde, en hafif anlamıyla ne kadarkayıtsız olduğunu yüksek hey'etinizin gözleri önüne serecektir zannederim.



Efendiler, İstanbul'daki gizli dernekler ve bu derneklere öncülük eden ve Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'nın mektubunda da itiraf edildiği üzere, sırtlarını yabancılara dayamış olan birtakım şahıslar, bol para ve Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin gösterdiği alabildiğine hoşgörme ve uyuşukluk sayesinde, memleketi baştan başa ateşe vermek için olanca güç ve gayretleriyle çalışıyorlardı. Bu konudaki bilgiler ve elde edilen belgelerde, hükûmetin vukuf ve bilgileri dışında bırakılmış değildi. İstanbul'daki teşkilâtımız ve aldığımız tedbirler sayesinde elde edilmiş birkısım belgeler, olduğu gibi Cemal Paşa'nın ve Sadrazam Paşa'nın ellerine teslim edilmişti. Bu belgeler, o tarihte yabancı temsilcilere de verilmiş ve bu yolla İtilâf Devletleri hükûmetlerinin çoğunca öğrenilmiş ve o tarihlerde özetleri bütün komutanlara ve öteki ilgililere duyurulmuş olduğuna göre, artık olayın tarihe karışmış olduğu bugünde, yüce hey'etinizce ve milletçe bilinmesinde bir sakınca görmüyorum.

64Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:09 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

SAİT MOLLA NASIL ÇALIŞIYORDU?





Millî Mücadele sırasında uğradığımız açık ve gizli güçlükler üzerinde köklü bir fikir verebilecek ve gelecek kuşaklara ibret ve ders olacak nitelikteki sözkonusu belgeleri, olduğu gibi bilgilerinize sunmayı uygun buluyorum. Bu belgeler, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin sözde başkanı olarak tanınmış bulunan Sait Molla'nın Mister Frew adındaki rahibe gönderdiği mektupların kopyalarıdır.



Efendiler, bu mektupların suretlerinin alındığını hisseden Sait Molla'nın, Türkçe İstanbul gazetesinin 8 Kasım 1919 tarihli nüshasında bu mektuplardan söz ederek uzun ve sert bir dille kaleme alınmış bir tekzip yayınlamış olmasına rağmen, gerçekler inkâr edilemez. Bu mektupların suretleri, Sait Molla'nın evinden ve mektupların müsveddelerinin yazılı bulunduğu bir defterden aynen alınmıştır. Bu durum bir yana, mektupların içindekiler, memlekette kendini gösteren durumlar ve olaylarla ve ayrıca, ne oldukları ortaya çıkan bazı şahıslarla tam bir uygunluk göstermektedir. Şimdi müsaade buyurursanız bu mektupları tarih sırasıyla arz edeyim :





--------------------------------------------------------------------------------





Birinci Mektup

Aziz dostum,



Verilen iki bin lirayı Adapazarı'nda Hikmet Bey'e gönderdim. Oradaki işlerimiz pek yolunda gidiyor. Birkaç gün sonra verimli sonuçlarını elde edeceğiz. Şimdi aldığım şu bilgileri, şu pusulamla acele olarak size müjdelemek istedim. Yann sabah kendim gelip etraflı bilgi vereceğim.



Kuva-yı Milliye taraftarlarının Fransa'ya büyük bir eğilim gösterdiklerini ve General Franchet d'Esperey'nin Sıvas'a gönderdiği subayların, Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek İngiliz Hükûmeti aleyhinde bazı kararlar aldıklarını Ankara'daki "N.B.D. 285/3" adamımız bize özel olarak bir kurye ile gönderdiği mektupta bildiriyor. "D.B.K. 91/3" her ne kadar derneğimiz üyesi ise de, bende, bu zatın Fransızlara casusluk ettiği ve sizin bu örgüte başkanlık ettiğinizi etrafa yaymış olduğu kanaatı uyanmıştır. Bu konu üzerinde de zâtıalîlerinin görüşlerine ve yüksek güvenlerine aykırı olarak söyleyeceklerimle, şimdiye kadar o zata güvenmekle yapmış olduğunuz, hatâyı ortaya koymuş olacağım. Dün sabah Adil Bey'le birlikte Damat Ferit Paşa Hazretleri'ni ziyaret ettim. Biraz daha sabretmeleri ve beklemeleri gereğini tarafınızdan kendilerine bildirdim. Paşa Hazretleri, cevap olarak size teşekkür etmekle birlikte, Kuva-yı Milliye'nin Anadolu'da tamamen kök saldığını, buna karşı bir hareketle başındaki mel'unlar tepelendirilmedikçe, kendilerinîn iktidar mevkiine gelemeyeceklerini Zâtışâhâne'nin de tasvibine sunulan anlaşma hükümlerinin konferansta, savunulmasına imkân olmadığını, Kuva-yı Milliye'nin dağıtılması için şanlı İngiliz Hükûmeti nezdinde hemen teşebbüse geçilerek, Bâbıâli'ye, milletvekili seçiminden önce ortak bir notanın verilmesini, Adapazarı, Karacabey ve Şile'de Rumlara karşı girişecekleri saldırılan esas alarak ve Kuva-yı Millî'yenin güvenliği bozduğunu ileri sürerek, işin çabuklaştırılmasına çalışmamızı ve İngiliz basınının Kuva-yı Milliye aleyhinde yayın yapmasının sağlanmasını torpido ile özel olarak gönderilen "E.B.K. 19/2"'ye telsiz telgrafla dün görüştüğümüz konular üzerinde talimat verilmesini rica ediyor. Bu gece 23.00'te Âdil Bey sizi (K) da görecek ve Ferit Paşa'nın özel bazı ricalarını daha bildirecektir. Bundan sonra da Zâtışâhâne ile Mister "T.R." görüşebilecektir, Refik Bey'e artık güvenmeyiniz. Sadık Bey de bizimle çalışabilecektir. Saygılarımı sunarım.



11.10.1919 Sait

Not :Karacabey ve Bozkır'dan henüz bir haber alamadık.





--------------------------------------------------------------------------------





İkinci Mektup

12 tarihiyle Ankara'daki "N.B.D. 285/3" tarafından gönderilen mektupta, Sivas Hey'et-i Temsiliyesi'ndeki ve Em. Kur. Alb. Vasıf Bey'in, d'Esperey ile temas etmek üzere gönderileceği ve birkaç güne kadar yola çıkacağı bildiriliyor. Hikmet Bey paraları almış. Biraz daha para istiyor. Önceki gün sizi ziyarete geldiğimde takip edildiğimi söylememiştim. Dönüşümde biri sarı bıyıklı, diğeri kumral ve köse iki şahsın sokak başında beni beklediklerini gördüm. Gece olduğu için epeyce korktum. Yalnız biribirlerine yavaşça abu Sait Molla imiş, artık gidelîm dediklerini işittim. Bu fazla temas benim için hayırlı olmayacak. Fuat Paşa Türbesi yakınlarındaki görüştüğümüz evi tutabilirseniz buluşabiliriz. Nâzım Paşa cemiyetimizden haberdar olmuş. Bana çok gücendi. Müsaadenizle "N.B.S. 495/1 " düzenine kendilerini kattım. Ev işi yoluna konuncaya kadar teması bu zat yapacaktır. Karacabey'de "N.B.D. 289/3" 'e gönderilen bin iki yüz lira alınmıştır. Yola çıkacaklardır. Ferit Paşa, Bâbıâlî'ye verilecek notayı her dakika beklemektedir. Zâtışâhâne bu durumdan pek üzgündür. Teselli ettirmeniz ve daima kendisine ümit verici demeçler verdirmeniz çıkarlarımız gereğidir. Bizim padişahların her şeye karşı zayıf olduklarını unutmayınız. Seyit Abdülkadir Efendi, o konu üzerinde pek tuhaf sözler söyledi. Sözde arkadaşları "vatanseverliğe sığmaz" diyorlarmış. Artık siz gereğini yapınız, Polis Müdürü Nurettin Bey'in değiştirileceği söyleniyor. Hepimizin koruyucusu olan bu zat hakkında gereken kimselerin dikkatini çektiriniz.Saygılarımı sunarım.



Not :

Ali Kemal Bey o zatla görüşmüş. Konuşmayı idare edemediğinden karşısındaki maksadını anlamış ve hattâ kendisine esaslı bir hakaretle "biz sizin İngilizler hesabına çalıştığınızı anladık" demiş.





--------------------------------------------------------------------------------





Üçüncü Mektup

Yapılan propagandaları göz doktoru Esat Paşa kolu ve özellikle Çürüksulu Mahmut Paşa, resmî bilgilere dayanarak durmadan tekzip ettiriyor ve halkın heyecanını yatıştırmaya çalışıyorlar. Bu adamlara başvurulduğunda hiç cavap verilmemesini, dün kararlaştırılan zâta, zâtışahâne vasıtasıyla emir vermenizi rica eder saygılarımı sunarım.



19.10.1919 Sait





--------------------------------------------------------------------------------





Dördüncü Mektup

Aziz Üstâd.



Muhipler (İngiliz Muhipler Cemiyeti üyeleri) arasında Franmason örgütü itirazlara sebep oluyor, İttihatçıların tuttuğu yoldan gidilmesinden çekiniliyor. Bu programı, örgütün idaresine tam bir imanla yetiştirilmiş gençlerin alınmasıyla uygulayabileceğiz. Benim kıyafetimin engel olması yüzünden, eski dostunuz "K.B. V.4/35" kararlaştırılmış alan esaslar çerçevesinde işe başlayacaktır. Ankara ve Kayseri'den yine haber yok. Saygılarımı sunarım üstâdım.



l9.10.l919 S.





--------------------------------------------------------------------------------





Beşinci Mektup

Üstâd,



Kasideci-zâde Ziya Molla dün Adam Block'a haber göndermiş, eski dostu olduğuna güvenerek benim başında bulunduğum Muhipler Cemiyeti'nin gördüğü himayenin, İngilizlerin karakter yapısı ile bağdaştırılamadığını ve bunun kamuoyunda kötü etkiler yaptığını, bu bakımdan cemiyeti namuslu kimselerin temsil etmesi gerekeceğini dolaylı olarak bildirmiş ve benim aleyhimde pek çirkin şeyler ilâve etmiş. Bu zatın bana karşı şahsî düşmanlığı olduğunu hatırlatmak isterim. Liya Molla'nın damadının kardeşi eskiden benim karımdı. Kendini boşadığım için bana böyle bir düşmanlık yöneltildi. Durumun Adam Block Hazretleri'ne bildirilmesini ve Ziya Molla'nın şimdi İngiliz yanlısı olmayıp, Milli Mücadele'yi benimseyenlerin bir propaganda aracı ve Mustafa Kemal Paşa ile aralarında ilişki bulunduğunu ve beni suçlamakla kendi içyüzünü göstermekte olduğunu yüksek dikkatlerinize sunmak isterim.



21.10.1919

Not :

Bir sakınca yoksa Adam Block Hazretleri' ne size olan hizmetimi bildiriniz.





--------------------------------------------------------------------------------





Altıncı Mektup

Sayın üstâd,



Ankara'dan "N.B.D. 295/3" ten kurye ile gelen 20 Ekim 1919 tarihli mektupta, "K.D.S. 93/l", talimatımız gereğince orada bırakılarak kendisi Kayseri'ye hareket etmiştir. Talimatın onaylı bir suretini de Galip Bey'e gönderdiğini bildiriyor. Önceki ödenek sarf edildiği için yeniden ödenek istiyor. Gizli örgütün yayıldığını, başındaki bozgunculardan yakasını kurtaran Muhiplerimizin, şimdilik köylerde kalmak şartıyla, el altından işe başladıklarını müjdeliyor ve zatıâlilerinin son plânlarının iyi sonuç vereceğini bildiriyor. "M.K.B." düzgün Türkçesi sayesinde önemli roller çeviriyormuş. Hele hocalığına diyecek yok diyor. Talimatın "XVV." plânı tamamen hazırlanmış. Aramıza yeni yabancılar girmemiş ise, durum sezilmeden, maksat fiilen elde edilmiş olacaktır. Yeni ödeneğin gönderilmesini beklemek üzere kurye "4R" burada alıkonulmuştur.





23/24.10.1919

s.

Not :

Ahmet Rıza Bey'in İtalyan mandası ile ilgili demecini mektubun sonuna ekledim. Kendisinin Fransa'ya geçmesi bizce tehlikeli olur. Bunu engelleyiniz.

65Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty SAİT MOLLA NASIL ÇALIŞIYORDU? - Dvamı Çarş. Nis. 23, 2008 10:09 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Yedinci Mektup

Üstâdım,



Ali Kemal Bey dün o zatla görüşmüş. Basın konusunda biraz ağır olmak gerektiğini söylemiş. Bir kere bir görüşe inandırılmış olan düşünce ve kalem erbabını, o görüşe zıt bir gayeye yöneltmek, bizde kolaylıkla mümkün olmaz. Bütün resmî memurlar, Millî Mücadele'yi şimdilik iyi görüyor demiş. Ali Kemal Bey, talimatınıza harfi harfine uyacak. Zeynel Abidin Partisi'yle de işbirliği yapmaya çalışıyor.



Sözün kısası, işler bulandırılacak. Bugünlerde Fransız ve Amerikan çevre lerinde benim adım çok geçiyormuş. Bunun hikmetini hâlâ anlayamadım. Millî Mücadele taraftarlarının, bu hükûmetin siyasî memurları üzerinde yaptıkları etkinin sonucu olarak, hayatımın korunması size emanet edilmiştir. Ben kendi kendime bu ümitle cesaret veriyorum.Hikmet ile bizzat görüştüm. Bu sefer kendisini kaypakça gördüm. Bununla birlikte kesin olarak söz verdi. "Ben merdim.Sözümden dönmem" dedi. Sivas olayını nasıl buldunuz? Biraz düzensiz ancak yavaş yavaş düzelecek. Kadıköylü de işi üzerine alıyor. Fakat o yere batası İttihatçı basın, bazan bizim işlere engel oluyor. Bunların yazılarına dikkat etmek gerekir. Paşamız hâlâ sinirli. "Ne vakit olacak?" diyor. Ev sorununun hâlâ çözülmemiş bulunması, temas ve ilişkilerimizi güçleştiriyor. "N.B.S. 495/1" Konya'ya önem verilmesini tavsiye ediyor. Size kendisinin ağızdan anlattığı konu üzerinde dikkatini çekmemi rica ediyor. Ali Kemal Bey'in son felâketi üzerine üzüntülerinizi bildirdiğinizi söyledim. Bu zatı elde bulundurmak gerekir. Bu fırsatı kaçırmayalım. Bir hediye sunmak için en uygun zamandır. 19 Ekim tarihli mektubumu almadığınıza üzgünüm. Aracı olan şahsı biraz sıkıştırınız. Tehlikeden sakınmak benim için pek önemlidir. Yeni bir parola gönderiniz. Hikmet'e ve Kadıköylü'ye numaralarını vereceğim. Saygılarımı sunarım üstâdım.



24.10.1919

s.

Not :

Birkaç defadır söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşa' ya ve taraftarlarına biraz müsait görünmeli ki, kendisi tam bir güvenle buraya gelebilsin.Bu işe çok önem veriniz. Kendi gazetelerimizle taraftarlık edemeyiz.





--------------------------------------------------------------------------------





Sekizinci Mektup

Aziz üstâd,



Seçimleri geciktirmek ve geri bıraktırmak için gerek Mustafa Sabri ve gerek Hamdi ve Vasfi Efendi'lerle talimatımız çerçevesinde uzun uzadıya görüştüm. Rızalarını aldım. Seçim bölgelerinde propagandalar başladı. Gereken şahısları elde edecekler. Bol para dağıtmak suretiyle oyları dağılmaya uğratacaklardır. Zâtışâhânenin bu hususta aydınlatılması çok gereklidir. Maksada sizin yüksek görüş ve tedbirlerinizle ulaşacağımızı temin ederim, üstâd.





26.l0.l919



--------------------------------------------------------------------------------





Dokuzuncu Mektup

"9.R" kurye geldi. Keskin'deki teşkilat bitmiştir. Arkadaşlara propaganda için talimat verdim. Başarılarımızın ilk meyvelerini yakında toplayacağımızdan eminim üstâdım.



27/28.10.19l9



--------------------------------------------------------------------------------





Onuncu Mektup

Aziz üstad,



Sarayda, yeni kabine kurulması ile ilgili hazırlık ve plânların yer aldığı haberi etrafa yayılmıştır. Bu işin hızlandırılması kaçınılmazdır. Anadolu'daki örgütümüzün bazı plânları Kuva-ı Milliye'ce anlaşılmış. Özellikle Ankara ve Kayseri de aleyhimizde çalışmalar başlamıştır. Kürt Cemiyeti söz verdiği halde bir varlık gösteremedi. Çetelerimizden bir kısmı yok ediliyor. Ne olursa olsun tasarlanan kabine mutlaka iktidara getirilmelidir. Ali Rıza Paşa' nın, plânlarımızı önleyici tedbirler alacağını da tahmin ediyorum Bozkır'a gidecek adamlarımız tanınmış kimseler oldukları için fazlasıyla korkuyorlar. Konya'da "K.B.81/l" e, sizin aracılığınızla, olayın kızıştırılması için tebligat yapılarak propaganda hey'etlerinin bu konuda faaliyete davet edilmesi gerek ve zaruretini arz eder, saygılarımı sunarım.



29/30.10.1919

Not :

Benim bir mektubumdan Hikmet' e bahsedilmiş. Bu mektupta yazılanları nereden öğrenmişler? Hikmet'le kendim görüştüm. Bunun doğru olduğunu Hikmet'ten şaşkınlık içinde dinledim. Casus benim çevremde midir; yoksa sizin çevrenizde mi?





--------------------------------------------------------------------------------





Onbirinci Mektup

Aziz üstadım,



Kürt Teali Cemiyeti'ndeki yakın dostlarımızla görüştüm. Yeni geldiklerinden, birkaç gün sonra verilen talimat çerçevesinde hazırlık yapacaklarını, yalnız Kürt aşiretlerinin bulunduğu Doğu illerine gönderilecek arkadaşlar için büyük bir ödeneğe ihtiyaç olduğunu söylediler. "D.B.R. 3/141" den gelen mektupta gösterdiler. Urfa, Antep, Maraş ta Fransızlar aleyhine gereğinden fazla kışkırtmalar yaptıkları ve kolordu komutanının takip ettiği yumuşak politikaya rağmen, halkı kandırdıklan yazılıdır. Kabinenin başkanlığına Zeki Paşa' nın getirilmemesi ile ilgili görüş doğru değildir. Bu zat Kürtler üzerinde hâkimdir. Eski Ermeni meselesi unutulmuştur. Sizin ileri sürdüğünüz görüş, herhalde bugün için mevsimsizdir. Bunu, gereğinde başka türlü göstermek mümkündür. Üstâtça yardımlarını her dakika beklemekteyiz. Karşıdaki olayı diğerlerine de yaymaya çalışıyoruz, Bendeniz, saygılarımı sunarım.



4.11.1919



--------------------------------------------------------------------------------





Onikinci Mektup

Aziz üstâdım,



Ahmet Rıza' nın Tan (Le Temps) muhabirine verdiği demeç her halde dikkatinizi çekmiştir. Emir Faysal' a Fransızlarla anlaşma imzalamayı tavsiye etmesindeki anlamın taşıdığı siyasî incelik, efendimizin gözünden kaçmamalıdır. Kuva-yı Milliye liderleri, sonradan sonraya Fransa'ya dikkate değer şekilde bir yaklaşma eğilimi gösterdikleri gibi, Irak'ta çıkardıkları karışıklık bir yana, öte yandan Suriye'deki hâkimiyetinize de darbe vurmak istiyorlar. Bu kuvvetin devamında gösterilecek ilgisizlik ve kusur, İslâm dünyasının İngiltere aleyhindeki olağanüstü galeyanına yol açacaktır. Üzerinde özenle durulmuş olan bu noktayı büyük bir değer vererek görmek ve yüksek seviyedeki siyasî şahsiyetlerinize göstermek zarurîdir. İleri sürdüğüm bu görüşle, ilmî değerinize karşı bir saygısızlıkta bulunduğum yargısına varmayınız. Çünkü, Türkiye üzerinde, sizden başka bir kuvvetin nüfuz ve egemenliğini devam ettirmesi, siyasî gayemize aykırıdır. Fransa, İtalya ve özellikle Amerika'nın, gerek devlet adamları ve gerek basınıyla bu kuvvete karşı gösterdikleri çeşitli eğilimler, siyasi ve askeri üstünlüğünüzle rekabete girişildiğinin açık bir delilidir. Ahmet Rıza gibi Clemenceau (Klemauso)'nun, Pichon (Pişon)'un ve çeşitli politikacıların eskiden beri süregelen yakın dostluklarını kazanmış olan şahsiyetlerin Fransa'da önemli bir rol oynayacağından ve kamuoyunu tam anlamıyla istedikleri yöne çekebileceklerinden emin olunuz. Bu zatın İsviçre'ye geçeceğine dair bilgi alındığına göre, oradan bir fırsatını bulup Fransa'ya geçmek emelinde olduğuna inanabilirsiniz. Balıkesir yakınlarındaki kuvvetlerimiz bozularak kaçmış ve "A.R." de gizlenmiştir. Yeni kuvvetler hazırlanıyor. Beş bin liradan aşağı olmamak üzere ödenek istiyor. Karaman'dan "D.B.S.40/5" ten gelen mektupta, şimdilik beklemek zorunda olduklarını ve Kayseri'den "K.B.R.87/4" ten gelen mektupta da, yakında harekete geçeceklerini bildiriyor. Ziya Efendide "H.K.", "C.H." bölgesinde örgütlenme tamamlanmış olduğundan yalnız ödenekle oraya hareket etmek mecburiyetinde olduğunu söylüyor. İsterseniz durum hakkında bizzat geniş bilgi verecektir. Sıkı bir şekilde takip edildiğimizi, plân ve hazırlıklarımızdan Sivas'ın düzenli olarak haber aldığını arz edebilirim. Mehmet Ali' ye güvenmeyiniz. Ağzı sıkı değildir. Her halde boşboğazlık ediyor. Dış plânlama ve teşkilâtta bendenizden başkasını kullanmasanız daha isabetli hareket edersiniz. Ali Kemal Bey' in listeye alınması zarurîdir. Bu kadar sırrımızı taşıyan bu zatı gücendirirsek, plânlarımız olduğu gibi düşmanların eline geçer. Bu zatı sıkça sıkça kollayınız. Saygılarımı sunanm üstâdım.



5.11.6919 S.





Not :

Kemal yakalanmış, ona bağlı olması dolayısıyla "K.B.R. 15/1" in örgütle ilişki derecesi ortaya çıkmış demektir. Bu zatı korumak zarurîdir.





MİSTER FREW'A YAZDIĞIM MEKTUP





Efendiler, bu geniş örgütlenmeye engel olmak ve yaratılan tehlikeli durumlara son vermek için elimizden elen her çareye başvurduk. Şimdiye kadar dile getirdiğim ve bundan sonra sırası geldikçe de hatırlatmaya çalışacağım, bildiğiniz isyanları,ihtilâlleri, resmî düşman kuvvetlerinin tecavüzlerini bastırmak ve yok etmek için çok uğraştık. Ali Rıza Paşa Kabinesi, gözüne batan Kuva-yı Milliye'yi batırmaya ve bunun için bizimle didişmeye çalışmaktan başka bir yardımda bulunmadığı gibi, ondan sonra iktidar mevkiine gelen sayın arkadaşları da onun yolunda gitmekten ve sonunda felâketten felâkete ve rezaletten rezalete sürüklenmekten başka bir hizmet görmediler.



Efendiler, bütün bu gizli tertip kaynaklarının, Rahip Frew'un kafasında toplandığı ve oradan din kardeşlerimiz olacak hainlerin kafalarına akıtılarak eylem haline dönüştüğü tahmin edildiğinden, Rahip Frew'un, bir süre için olsun,bu işlerden uzak kalmasını sağlar düşüncesiyle, bizzat kendisine bir mektup yazdım. Mektubun iyi anlaşılabilabilmesi için şu bilgiyi de ilâve edeyim ki, ben, Mister Frew ile İstanbul'da bir iki defa görüşmüş ve tartışmıştım. Frew'a Fransızca olarak gönderdiğim mektubun Türkçesi şudur :





Mister Frew'a

Sizinle, Mösyö Marten'in aracılığıyla yaptığımız görüşmelerin hâtırasını memnuniyetle saklamaktayım. Yıllarca memleketimizde ve milletimiz arasında yaşamış olan sizin, hakkımızda en doğru düşünce ve kanaatları taşıyacağınızı beklerdim. Oysa, ne yazık ki, İstanbul çevresinde sizinle bağlantı kuran bazı gafil ve menfaat düşkünü kimselerin, sizi yanlış yönlere sürüklediklerini pek büyük bir esefle anlıyorum. Bunlar arasında Sait Molla ile hazırlanıp uygulamasına başladığınız, güvenilir kaynaklardan haber alınan plânın, İngiliz milletinin gerçekten suçlanmasını gerektirecek bir nitelikte olduğunu bildirmeme müsaadenizi rica ederim. Milletimiz, Sait Molla' nın değil, fakat gerçek vatanseverlerimizin gözüyle görüldüğü takdirde, böyle plânların artık memleketimizde ve milletimiz üzerinde uygulama alanı kalmadığı yargısına kolaylıkla varılabilir.



Nitekim, daha bugünün olaylarının arasında yer alan Adapazarı ve Karacabey hâdiselerinin başarısızlığa uğramış olması, sözümüzü doğrulamaya yeterlidir, Ancak,buna ne gerek vardı? İngiliz subayı Nowill' in, Diyarbakır bölgesinde. Müslüman Kürt halkını kışkırtmak için pek çok çalıştıktan sonra, Malatya'da eski Elâzığ Valisi Galip ve Malatya Mutasarrıfı Halil Bey' lerle Sivas aleyhine yaratmaya çalıştığı olay, sonuç olarak bütün medeniyet dünyasına karşı utanç verici değil miydi?



Size bütün ciddiyet ve samimiyetimle arz ederim ki, İngiliz milleti, milletimizin kendisine karşı gösterdiği dostluk ve güvene değer vermiyorsa, bundaki yanılgı pek derindir. Aksi takdirde ise, kullandığınız yöntemler pek sakat olup sonuca ve başarıya ulaştıracak nitelikte değildir. Sait Molla vasıtasıyla Adapazarı'na gönderilen iki bin liranın, yakında olumlu sonuç getireceği şeklinde verilen ,sözün asılsızlığını, olaylar size ispat etmiş olacağından fazla söze gerek görmem. Özellikle sizinle bağlantı kuran sahtekârlar tarafından, ortak çalışmalarınızda ve meselelerinizde Osmanlı Padişahı'nın da rolü varmış gibi gösterilmesi pek tehlikelidir. Siz pekâlâ takdir edersiniz ki, Zâtışâhâne sorumsuz ve tarafsız olup, millî irade ve hâkimiyetimizi ilgilendiren gerçekleri değiştirmez ve bozmazlar. Memleketimizde bulunan İngiliz siyasî memurlarının, şüphesiz İngiliz milletinin eğilim ve çıkarlarına aykırı olarak, vatan ve milletimiz aleyhinde, insanlık ve medeniyet dışı ölçülerle yapılagelmekte olan teşebbüslerini, elimizdeki belgelerle İngiliz milletinin gözleri önüne serersek, sonuç, dünyaca takdire değer görülmez sanırım. Ancak, bu konuda garipliği dolayısıyla şunu da arz etmek mecburiyetindeyim ki, siz bir din adamı olarak, siyaset oyunlarında ve hele kanlı çarpışmalarla sonuçlanacak işlerde rol oynamak sevdasına kapılmamalıydınız. Sizinle yaptığım görüşmelerde sizi bu türlü bir politika adamı olarak değil, insanlığa hizmet eden, adaleti seven, faziletli bir insan gibi görmüştüm. Bunda ne kadar aldandığımı, son aldığım güvenilir bilgilerin doğrulamakta olduğunu bildirmekle şeref duyarım.



Mustafa Kemal

66Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:10 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ, DÜŞMAN İFTİRA VE SAFSATALARINA "GERÇEKLER" DİYE İNANIYOR

Efendiler, İstanbul'da hükûmetin gözü önünde ve bilgisi altında yapılmış ve yapılmakta olan alçakça teşebbüslerin bütün memleketteki uğursuz sonuçlarını açıkça ortaya koyan olayların asıl kaynak ve sebeplerini İstanbul Hükûmeti'nin Hey'et-i Temsiliye'den daha iyi bildiğinden hâlâ şüphe edilebilir mi?



Efendiler, olaylar hakkında derinlemesine bilgiye sahip olan hükümet üyelerinin, düşmanlann sırf aldatmak ve bozgunculuk maksadıyla ortaya attıkları iftira ve söylentilere gerçek gözü ile bakıp, yine onların tavsiyelerini çare ve tedbir olarak uygulamaya kalkışacaklarına ihtimal verilebilir mi?



Bu sorulara cevap vermek için, yüce topluluğunuzun zihinlerini yormaktan çekinerek, sözü, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin düşüncesine tercüman olan Harbiye Nâzırı Cemal Paşa'ya bırakmayı tercih ederim.



Efendiler, itiraf ederim ki, ben, Cemal Paşa' nın bu konuda verdiği şifreli telgrafın anlamını kavramakta güçlük çektim ve hayrete düştüm. Kendilerinden telgraflarının tekrarını istedim. Nâzır Paşa, 9 Aralık 1919 günü arka arkaya, olduğu gibi bilginize sunacağım şu telgraflan çektiler :





9.12.l919





Sivas'ta 3' üncû Kolordu Komutanlığı'na

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne :



Tekrarı istenen telgraf aşağıda sunulmuştur :

Hükûmetin Barış Konferansı'na davet edilme konusunda isteklerde bulunduğu bilinmektedir. Barış Anlaşması'ndan iyi sonuç alınabilmesi, ancak gidecek delegelerimizin hem milletimizin güvenini kazanmış kimseler olması hem de memleket içinde otoriteye sahip bir hükûmeti temsil edebilmesine bağlıdır. Yabancı temsilciler tarafindan memleket içinde güvenlik ve huzurun kurulması ve yerleşmesi ısrarla tavsiye olunuyor. Anadolu'da bir katliama uğrayacakları endişesiyle korku ve dehşet içinde olan Hristiyan halkın, bölük bölük işgal altında bulunan yerlere sığınmakta oldukları etkili ve dikkati çeken bir dille söyleniyor. Gerçi, işgal altındaki yerlere ve özellikle Adana bölgesine gidenler, o bölgedeki Ermeni nüfusunu artırmak maksadıyla gitmekte iseler de, Anadolu'da güvenlik ve huzurun bozul muşolduğu ileri sürülerek, hükûmet tarafından yapılan red ve yalanlamanın etkisini azaltıyor. Çünkü, Hey'et-i Temsiliye tarafından verilen teminata rağmen, illerde bazı kimselerin kendilerine hoş görünmeyen görevlileri kendiliklerinden azletmek, değiştirmek, hükûmet işlerini sekteye uğratmak, zorla yardım ve vergi toplamak gibi hareket ve müdahalelerinin tamamiyle önü alınamadığından, daha yabancı çevrelerde de endişe devam etmektedir. Devletimizin, kara ve denizdeki bugünkü durumunda, geleceğimiz hakkında kararlar alacak olan devletlere karşı, tehdit edici bir tutuma girmesi her halde zararlıdır. Bundan başka, temsilcilere, Hey'et-i Temsiliye adına telgraflar çekilmesinin memlekette iki hükûmetin varlığını gösterdiği, Fransa temsilcisi tarafından açıkça söylenmiştir.Hele bunlardan herhangi birine karşı aşağılayıcı sözler sarfedilmesi, yaratılıştan sahip olduğumuz ahlâk temizliği, sağduyu ve uzak görüşlülükle bağdaştırılamaz.Tehlike ve felâket anlarında ağırbaşlılık ve sükûneti korumanın millî niteliklerimizden olduğu unutulmamalı, umutsuzluk ve bezginliğin akla getireceği aşırı ve tehlikeli emel ve tasavvurlara, vatanın yüksek çıkarları feda olunmamalıdır. Haklarımızı, bugünkü durumumuzda ancak siyaset, uyanıklık ve zamanın gereklerine göre akıllıca hareketle savunabiliriz. Bu düşünceler zâtıâlîlerine karşı bilineni tekrarlamak oluyorsa da, arkadaşlara ve şubelere de vatanseverce tavsiyelerde bulunmak mutlak bir gerekliliktir. Toplanması yaklaşmış olan Meclis-i Mebusan'ımızın, aziz vatanımızın kurtuluş ve selâmeti için alınacak isabetli tedbirleri bularak bu yüce gayenin gerçekleşmesine bütün gücü ile çalışacağı beklenmektedir.

Kabinenin düşüncesini arz ederim.



Harbiye Nâzırı Cemal

Efendiler, dinlediğiniz bu telgrafta yazılanların açıklamasını yaparak yüce topluluğunuzu yormayı gereksiz sayarım. Yalnız, müsaade buyurursanız, buna verdiğim cevabı olduğu gibi sunmakla yetineceğim.





Şifre Sıvas,11.12.1919



Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretleri'ne

Kabinenin düşüncesi olmak üzere gönderilen 9 Aralık 1919 tarihli telgrafhey'etimizce incelendi. Yaptığımız bunca açıklamalara ve sunduğumuz bilgilere rağmen, bu telgraf metni de daha önce bildirilen görüşlerin tekrarı niteliğinde görülmüştür. Hey'et-i Temsiliye'mizin amacının hükûmet otoritesinin sarsılmasına meydan vermemek, milletin hüktimete karşı güvenini artırmak olduğu defalarce belirtilmiştir. Maalesef, bizde, sunulan hususlar üzerinde gerektiği ölçûde durulmadığı inancı doğmaktadır.



1- Anadolu'da güvenlik ve huzururı bozulmuş olduğu doğru değildir. Belki,düşmüş olan Damat Ferit Paşa Kabinesi zamanında yaratılmış olan bu düşünce anarşisi ve güvensizlik, sonradan millî birlik sayesinde ortadan kalkmıştır.



2 - Şahıslar tarafından durup dururken memurları görevden alma ve yer değiştirme yapılmış değildir. Yalnız, Dahiliye Nezareti, Millî Mücadele aleyhinde oldukları için, düşmüş olan kabine zamanında, millet tarafından kovulan ve her tarafça adları bilinen memurları yeniden tayinde gösterdiği direnme ile pek anlamlı bir yol tutturuyor. Dahiliye Nezareti'nin millî dâvâya tamamen aykırı olan ve kamuoyunda, eski nâzır Adil Bey zihniyetinin hâlâ süregeldiği duygusunu yaratan işleri, elbette pek haklı ve meşru olarak halkça iyi karşılanmamaktadır. Aynı müsteşarın, aynı İçişleri Genel Müdürü'nün ve aynı Özlük İşleri Müdürü'nün görevlerinde devam etmeleri, gerçekten hem yüksek hükûmetinizi hem de millete karşı taahhüt altında bulunan Hey'et-i Temsiliye'mizi pek güç bir duruma sokmaktadır... tarihli telgrafla arz ettiğimiz Dersim Mutasarnfı konusu dikkate değer. Artık bu konuda Hey'et-i Temsiliye'ce yapılacak bir şey kalmamıştır. Bundan sonra da, Dahiliye Nezareti'nin bu gibi işlemleri yüzünden ortaya çıkacak durumların düzeltilmesi için, Nezaret'çe iyi karşılanmadığı ve güven duyulmadığı için istirhamlarda da bulunulmayacaktır.



Son olarak şunu arz edelim ki, yüksek hükûmetleri, milletin güven ve desteğini hakkıyla kazanmak, bu vatan ve millete yararlı olmak istiyorsa, -ki buna hey'etimizin hiç şüphesi yoktur kendine, milletin ruhuna ve durumun nezaket derecesine göre bir gidiş yolu seçmeli ve asıl derdi kendi içirde tedavi etmelidir. Yoksa, iktidar makamına gelindiğinden beri, tutulan yol bakımından, Hey'eti Temsiliye'yi hedef alarak ve sürekli olarak aynı nitelikte yazılar yazarak gayeye ulaşılamaz.



3 - Düşmüş olan hükûmetin, millete düşman, düşmanlara dost olarak takip etmiş oldukları haince politikanın mirası olan Aydın cephesinde, para toplama işinde belki bazı uygunsuzluklar olmuş olabilir. Şu kadar ki, Sıvas Genel Kongresi ile oluşan millî birlik ve Harbiye Nezareti'nin vatanseverece yardım ve himmetleri sayesinde, bu gibi durumların önü alınmış demektir.



4 - Millet, Ateşkes Anlaşması'nda bulunduğu düşman devletlerinden hiçbirine karşı tehdit edici bir durum almış değiidir. Yalnız kutsal ve meşru haklarına karşı yapılan müdahaleleri, kesin bir lüzum görülürse silâhla bile önlemeye kararlıdır.



5 - Hey'et-i Temsiliye'nin, barış konferansına katılacak delegelere telgraf çekmesi konusuna gelince, bu ancak yüksek hükûmetlerinin onayından da geçmiş protestolardan ibarettir, Kaldı ki, millî birliğin temsilcisi otmak sıfatıyla, Hey'et-i Temsiliye'nin millet adına bu gibi müracaatlarda bulunması meşru bir hakkıdır. Eğer hükûmet de aynı duyarlığı gösterir ve böyle fırsatlarda, milletle aynı düşüncede olduğunu açıkça ortaya koymaktan çekinmezse, politikaya zarar vermek şöyle dursun, aksine, çok büyük yararlar sağlanacağı âşikârdır. Oysa, yüksek hükûmetlerinin Adana'nın işgali gibi apaçık bir haksızlığı bile, protesto etmediğîni Fransızlar söylüyor. Bu bakımdan, Fransız temsilcisinin açıkça konuşmasının hikmetini bu noktada aramalıdır. Özet olarak, şunu arz edelim ki, Hey'et-i Temsiliye ne umutsuzluk ve bezginliğe ne de kutsal görevlerinde millet ve vatanın selâmeti için yapılması gerekenleri kavrayamayacak bir bilinçsizliğe düşmüştür. Milletin selâmeti adına aldığı tedbirler ve giriştiği bütün işlerde ağırbaşlı ve haysiyetli davranışı uyuşukluğa ve alçalmaya tercihi bir ilke olarak benimsemiştir. Politika, uyanıklığın ve zamanın gereklerine göre hareketin ancak bu yolla olduğuna inanmıştır. Bu bakımdan acı gerçekler karşısında dikkatli ve uyanık olan millî ruhtan aldığı bu ilkelerin aksini millete tavsiye edemez ve yakında toplanmasını zarurî bulduğu Meclis-i Meb'usan'ın da aynı ruh ve duygu ile donanmış olacağı umudunu kuvvetle besler.



6 - Hey'et-i Temsiliye'mizin görüşü, yukarıda arz edildi. Temsilcimiz olmak dolayısıyla, bu durumlarda, zâtıdevletleri'nin kabineyi aydınlatmanız ve asılsız noktaları kendilerine açıklamanız gerektiğini, memleketin selâmeti adına derin saygılarımızla arz ederiz.



Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal





ÇÜRÜKSULU MAHMUT PAŞA'NIN DEMECİ





Efendiler, İstanbul'da, vatanın kurtarılması ile ilgili en önemli işlerle uğraşan, saygı değer ve aklı başında olarak tanınmış kimselerin, o devirde, İstanbul'un zehirli havasını teneffüs yüzünden, zihniyet ve düşüncelerinde ne kadar olumsuz sapmalar meydana gelmiş olduğuna örnek olmak üzere, daha Sivas'ta iken karşılaştığım küçük bir olayı müsadenizle bilginize sunmak isterim. Belki de sayın üyeler arasında hatırlayanlar vardır. Ayân üyelerinden Çürüksulu Mahmut Paşa, "Bosphore" gazetesi yazarlarından birine, siyasî durumumuzla ilgili bir demeç vermişti. Mahmut Paşa' nın o tarihlerde, Barış Hazırlıkları Komisyonu üyesi olduğunu da hatırlarsınız. Paşa'nın 31 Ekim 1919 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlanan demecini, 17 gün sonra Sivas'ta okudum. "Ermenilerin aşırı isteklerine hak vermemekle birlikte, sınırlarda bazı düzeltmelerin yapılmasına razı oluruz" ifadesi dikkatimi çekti. Doğu Anadolu'da Ermenistan lehine toprak tavizlerinde bulunulacağına söz verme anlamı taşıyan bu cümlenin, Barış Komisyonu üyesi olan bir devlet adamı tarafından söylenmiş olması, gerçekten üzerinde düşünülmeye ve hayretle karşılanmaya değerdi. Bu sebeple 17 Kasım 1919 tarihinde, Çürüksulu Mahmut Paşa Hazretleri'ne yazmayı yararlı saydığım bir telgrafta, demecindeki işaret ettiğim cümleden dolayı, "Doğu Anadolu halkının pek haklı olarak, son derece üzgün ve kırgın olduğunu belirttikten sonra, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin kararları gereğince, milletin Ermenistan'a bir karış toprak terketmeyeceğini ve hattâ, eğer hükûmet, böyle acı bir mecburiyete boyun eğerse, milletin kendi haklarını bizzat savunmaya kararlı olduğunu ve bunun bütün dünyaya ilân edilmiş bulunduğunu" yazdım ve bu millî azim ve kararın herkesten önce, Barış Hazırlıkları Komisyonu'nun sayın üyelerince bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi gereğini arz ettim .



Efendiler, Sivas'ta bulunduğumuz sırada birçok mesele ve olaylarla karşılaşılmış ve ister istemez millî, idarî, askerî ve siyasî teşebbüs ve faaliyetlerde bulunulmuştur. Bunların hepsini ayrıntılarıyla anlatmak uzun sürer. Yalnız, izlediğimiz olaylar zincirinin biribirine bağlanmasını sağlayacak bazı noktalara işaret ederek geçeceğim.

67Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:10 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

MİLLİ TEŞKİLATIN YENİDEN DÜZENLENMESİ




Efendiler, millî teşkilâtın bir düzene sokulması önemliydi. Bunun için özel tedbirler alındı. Seçimler dolayısıyla ortaya çıkan bazı görüş ayrılıklarının giderilmesi için çareler arandı.



Maraş'taki bazı Çerkez vatandaşlar sözde Maraş'ın bütün Çerkezleri adına Cebel-i Bereket guvernörünün Maraş'a gönderilmesini, Antep'teki Fransız askerî komutanından telgrafla istemişlerdi. Buna izin veren Maraş mutasarrıfına teessüflerimiz duyuruldu. Adı geçen guvernör geldiği takdirde, Maraş eşraf ve ileri gelenlerinin karşılamamaları bildirildi. İstanbul Hükûmeti'nin de dikkati çekildi.



Bolu bölgesinde güvensizlik gittikçe artıyordu. İzmit'te Asım Bey'den sonra, 1 nci Tümen komutanı olan Rüştü Bey' e bu konuda direktif verildi.



Efendiler, 20 Kasım 1919 tarihinde, İstanbul'daki teşkilâtımızdan, Kara Vasıf ve Albay Şevket Bey imzalarıyla gelen bir şifrede : "Gebze kaymakamının Millî Mücadele'ye karşı olduğu, bu kaymakamın, birçok korkunç olaylara cür'et eden Yahya Kaptan'ın kötülüklerini örtbas etmeye ve daha başka şeylere başlayarak Kuva-yı Milliye'ye leke sürmeye çalıştığı" bildiriliyor ve kaymakamın yerinin değiştirilmesi söz konusu ediliyordu.



Biz de bu görüşe samimiyetle katılarak cevabımızda, konunun Cemal Bey vasıtasıyla çözüme götürülmesini bildirdik.



Efendiler, bu Yahya Kaptan konusu, inkılâp tarihimizin önemli safhalarından birinde yer aldığı ve pek anlamlı olduğu için biraz genişçe bilgi vermeyi uygun görüyorum.



Şimdiye kadar verilen bilgilerden anlaşılmış olacağına hiç şüphe yoktur ki, bir araya gelerek anlaşmış bulunan ortak iç ve dış düşmanların uygulamaya çalıştıkları plânın önemli bir noktası da, memleket içinde güvensizlik olduğunu ve Hristiyan azınlıklara saldırılarda bulunulduğunu, elle tutulur, gözle görülür delil ve olaylarla dünya kamuoyuna ispat etmek, bu olayların Kuva-yı Milliye tarafından yapıldığına inandırmaktı. Bu gizli ve iğrenç maksadın gerçekleşmesi için de, bildiğiniz gibi, birtakım çeteler kurarak, bunları özellikle Hristiyan halk üzerine saldırtmak ve bu çetelerin işleyecekleri cinayetleri, millî teşkilâta yüklemek yolunu tutuyorlardı. Bu teşebbüsler azçok memleketin her tarafında filiz vermeye başlamakla birlikte, en önemli gelişme ve faaliyet, İstanbul'a yakınlığı dolayısıyla Biga, Balıkesir ve özellikle İzmit, Adapazarı ve Bolu bölgelerinde görülür ve dikkat çekici bir durum gösteriyordu.



Biz, bu haince fakat - itiraf olunmalıdır ki - çok ustaca teşebbüse karşı olağanüstü tedbir almak ve teşebbüse geçmek zorunda kaldık. Çünkü, İstanbul Hükûmeti, düşmanın bütün bu oyunlarını gerçekten Kuva-yı Milliye'nin üzerine yüklüyor ve yok edilmeleri için sert tedbirler alacak yerde, durmadan Hey'et-i Temsiliye'yi suçlayarak ve baskı yaparak, bu faciaları yaratan düşman çetelerinin faaliyetine son vermeyi bizden istiyordu. Ne yazık ki, hükûmet, bu düşünce ve kanısını, İstanbul'daki teşkilâtımızın başında bulunanlara da iyiden iyiye aşılamayı ve telkini başarabilmişti.



Efendiler, bizim özellikle İstanbul'a yakın olan İzmit bölgesinde uygulamayı düşündüğümüz tedbir, orada silâhlı millî müfrezeler kurmak ve o bölgede, kendilerine güvenilir komutan ve subaylarımızın, bu millî müfrezelere yapacakları yardım ve desteklerle, hain çetelerin peşine düşerek kötülüklerine ve varlıklarına son vermekti.

68Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:11 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

YAHYA KAPTAN KONUSU





İşte bu maksatla oluşturabildiğimiz millî müfrezelerin en önemlisi ve kuvvetlisi, Yahya Kaptan diye tanınmış olan fedakâr bir vatanseverin müfrezesi idi.

Merhum Yahya ile ilk ilişkimiz şöyle oldu :



Bir gün telgrafçılar, Sivas Telgraf Merkezi'ne şu bilgiyi veriyorlardı : Çok acele bir telgrafı durdurdular, yani İstanbul'da durdurulmuştur. Telgraf metni aşağı yukarı şöyledir :





Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

Dün İzmit'ten tavsiye edilen Yahya benim. Yarın akşam Kuşçalı telgrafhanesinde emrinizi bekliyorum.



Kuşçalı, Üsküdar ile Gebze arasında bir köydür. Gerçekten de Yahya Kaptan, bana İzmit'te teşkilâtımız tarafından tavsiye edilmişti.



4 Ekim 1919 tarihinde Kuşçalı merkezinden şu telgrafı aldım :





Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

Önemli ve çok ivedi



Bendeniz, size iki gün önce İzmit'ten tavsiye edilen Yahya'yım. Emriniz üzere, telgraf başında emirlerinizi almaya geldim. En geç yarın akşama kadar Kuşçalı telgrafhanesindeyim.



Yahya



Anlaşıldığına göre, Yahya Kaptan, İstanbul'dan telgrafının çekilmediğini anlayınca, kendisi daha Kuşçalı'ya gelmeden, bu telgrafı Kuşçalı merkezine göndererek çektirmiş. Ben de şu emri verdim.



4.10.1919

İzmit Merkezi Vasıtasıyla Kuşçalı Telgrafhanesi'nde Yahya Efendi'ye Bulunduğunuz bölgede güçlü bir teşkilât kurunuz. Adapazarı Kaymakamı Tahir Bey vasıtasıyla, bizimle bağlantı sağlayınız. Şimdilik hazır bulununuz.



Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mustafa Kemal



Efendiler, Yahya Kaptan, aldığı bu emir üzerine, teşkilât kurdu ve aylarca İstanbul ile ilişkisi bulunan çevrelerde hain çetelerin faaliyetlerine engel oldu.



Sonunda, İstanbul Hükûmeti tarafından öldürtüldü. Gerçi, Yahya Kaptan'ın faaliyeti ve feci bir şekilde şehit edilmesi, bundan sonraki ayları ilgilendirir bir olay ise de, burada, olaydan söz edilmişken, konuya bir daha dönmemek için şimdi açıklanma sı yerinde olur sanırım.



24 Kasım 1919 tarihinde Kartal Merkezi'nden şu telgrafı aldım :

Köy içinde suçsuz adam öldürme, nahiye müdürünü herkesin önünde dövme ve köylerdeki yağma olaylarından dolayı Yahya Kaptan'ı hükûmete teslim mecburiyeti doğmuştur. Dahiliye Nezareti bu konuyu titizlikle takip ediyor. Hükûmetin güç durumda kalmaması, Yahya Kaptan'ın teslimini gerektiriyor. Zâtıdevletlerinin emirlerini makine başında bekliyorum, efendim.





İmza:

Kartal Anadolu ve Rumeli

Müdafaa-i Hukuk Hey'et-i

Temsiliye Başkanı Binbaşı

Ahmet Necati

Askerlerin ve devlet memurlarının, açıktan açığa bizim millî teşkilât şubelerimizin başkanlıklarını almaları usulden değildi. Bir de bizim teşkilât tüzüğümüzü bilmesi gereken şube başkanlarının, Hey'et-i Temsiliye'nin yalnız bir tek hey'et olduğunu, her yerde birer Hey'et-i Temsiliye bulunamayacağını bilmesi gerekirdi. Bu t elgraf üzerine, İzmit'teki Tümen Komutanı'na şu telgrafı yazdım.





Şifre Sivas, 25.ll.l9l9

İvedi



İzmit'te 1'inci Tümen Komutanı Rüştü Beyefendi'ye

Kartal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ünvanı ile Ahmet Necati Bey tarafindan gönderilen bir telgrafta : Öldürme, bucak müdürünü dövme ve köylerdeki yağma olayından dolayı Yahya Kaptan'ın hükûmete teslimi mecburiyetinin doğduğu ve Dahiliye Nâzırı'nın da bu konuyu titizlikle takip ettiği bildirilmektedir.



Basından beri Millî Mücadele'de büyük yararlıklar göstermiş olan bu zatın, memleketimizin bu bunalımlı günlerinde hükümete teslimi asla uygun görülmemekte olduğundan, işin, hükûmetin otoritesini de dikkate almak suretiyle, Yahya Kaptan'ın şu aralık kanunî kovuşturmadan kurtarılması şeklinde çözüme bağlanması, Kartal'da Necati Bey'e gereken direktifin verilmesi ve sonucun bildirilmesi önemle rica olunur.





Hey'et-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

26 Kasım 1919 tarihinde Hereke merkezinde de şu telgrafı aldım :

Millet adına istirham ediyorum; bugünlerde Binbaşı Necati Bey'in yolsuzlukları, Kuva-yı Milliye'yi lekelemektedir. Hemen soruşturma açılmasına emir buyurulmasını rica ederim.





Gebze İlçesi Milis Komutanı

Yahya

İzmit'teki Tümen Komutanı'ndan aldığım cevap aynen şudur :



İzmit, 29.11.1919



Sivas'ta 3' üncü Kolordu Komutanlığı'na

İlgi : 25.11.1919



Hey'et-i Temsiliye Başkanlığı'na : Şimdiye kadar yaptığım soruşturmaya göre Yahya Kaptan'ın adam öldürme, bucak müdürünü dövme gibi suçlar işlemediği, yalnız Binbaşı Necati denilen zatın kendi şahsî çıkarlarını yürütebilmek için Yahya Kaptan'ın vücudunu ortadan kaldırma gayesini güttüğü ve bu konuda zâtıalinize telgrafla müracaatta bulundukları zaman Yahya'yı da aldatarak yanlarına getirip öldürme plânı kurdukları ve Yahya'nın durumu sezerek kendisini kurtarmış olduğu anlaşılmıştır. Soruşturmayı gerektiği şekilde derinleştiriyorum. Sonucu arz ederim.





1'inci Tümen Komutanı

Rüştü

Tümen Komutanı Rüştü Bey'in birkaç gün sonra verdiği tamamlayıcı bilgi şuydu :





Sivas'ta 3' üncü Kolordu Komutanlığı'na

Hey'et-i Temsiliye'ye :



Binbaşı Necati Bey'in, Maltepe Atış Okulu'nda görevli memur olmasına rağmen, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatını takınarak, Kuva-yı Milliye adına başına topladığı Arnavut Küçük Aslan çetesiyle ortalığı soydurmakta olduğu ve Gebze Jandarma Yüzbaşısı Nail Efendi'nin de bununla işbirliği yaptığı hususunda, bende şüphe kalmamıştır. Son zamanlarda, hükûmetin başına dert açan Danca Rum bekçilerinin öldürülmesi ve Stelianos adında bir zenginin dağa kaldırılarak para istenmesi gibi eylemlerin adı geçen çete vasıtasıyla yaptırılması ve bütün bu yapılanların, böyle bayağılıklara yanaşmayan Yahya Kaptan'a yükletilerek, kendisi hakkında gerek oraya gerek hükûmete asılsız ihbarlarda bulunulması, her halde bunların millî teşkilât perdesi altında halkın ve hükûmetin başına dert açarak kendi keselerini doldurmaktan başka bir maksat beslemedikleri ve belki de daha başka siyasî bir maksatlarının bulunduğu yargısını doğuruyor. Şimdiye kadar pek namuslu hareket etmiş ve etmekte olan Yahya Kaptan'ın bu gibi eylemlere katılmaması ve yukarıda adı geçen çetenin kendi koruma bölgesinde hiçbir rezaletine meydan vermemesi dolayısıyla, onun vücudunu resmî veya gayri resmî olarak ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Dün Yahya Kaptan yanıma gelerek hayatının tehlikede olduğunu, bu yüzden adamlarının silâh ve cephanelerini getirip teslim ederek kendisinin de buradan uzaklaşacağını bana resmen söyledi. Kendisine gereken öğütleri vererek ve dah a hizmet edecek önemli zamanlar bulunduğunu anlatarak, tekrar yerine gönderdim. Her şeyi iyi bilmesi gereken Gebze ilçesi kaymakamından durumu resmen sorunca, aldığım cevap da tamamen yukarıda arz ettiğim şekilde, yani Necati ve Nail Efendi' lerin aleyhinde, Yahya Kaptan'ın lehindedir. Necati Efendi' nin İstanbul'da nere ile haberleştiğini bilemiyor isem de, bir yerden arasıra para aldığı söyleniyor. Bunların varlığı ve cana kastetmiş olmaları dolayısıyla, Yahya Kaptan bu bölgede durmak istemiyor. Bu bakımdan zaten muvazzaf bir subay olan Necati Efendi' nin başka bir yere, Nail Efendi' nin de daha başka bir yere gönderilmesinin zarurî olduğuna hükmediyorum. Oraları İstanbul ile haberleşmekte olduklarından, tabiî bendenizce bir şey yapılamamaktadır . Gereğinin oraca yerine getirilmesi arz olunur.





1'inci Tümen Komutanı

Rüştü

Rüştü Bey'in verdiği bilgilerden uzun uzadıya bahsederek, durumu 8 Aralık 1919 tarihinde, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa' ya yazdım.



Aynı tarihte, durum ve Cemal Paşa' ya yapılan müracaat açıklanarak, işin takibi, İstanbul'daki teşkilâtımızın başkanlarına da bildirildi.



On dokuz gün sonra, yani 27 Aralık 1919 tarihli ve şifreli, şifrenin altında Vasıf, dışında Albay Şevket Bey' in imzalarını taşıyan uzun bir telgrafla, şu bilgi veriliyordu :



Güvensizlik ve huzur yokluğunun başlıca sorumluları Yahya Kaptan ile arkadaşı Kara Aslan ve Alemdağı'nda dolaşan Sadık çeteleridir.



Yahya Kaptan'ın birtakım şımarıklıklarından bahsettikten sonra, "... Bizi, artık bu haydutu zarar veremeyecek bir duruma getirmeye teşebbüs ettirmişti."



Öteden beri araları iyi olmayan Küçük Aslan çetesinin itibarda olması kendisini çeşitli yollarla suçlarını örtbas etmeye yöneltmiştir.



Yüzbaşı Hail, Yahya'nın aleyhindedir. Necati Bey'e gelince, düşmüş olan eski hükûmet zamanında Kartal ilçesine başkan seçilerek, Kuva-yı Milliye adına merkezle ilgisini kesmiş, Millî teşkilâtı kuvvetlendirmiş... Yeniköy Rumlarının etraftaki sarkıntılıkları üzerine, Küçük Aslan çetesini dolaştırmaya başlamış. . . Tarafınızdan para da verilmiştir.



Yahya Kaptan her şeyi sonuçsuz bırakmak manevrasına başvurmaktadır. Binbaşı Necati, biraz idaresiz ise de cezayı hak etmiş değildir.



Gebze kaymakamının. . . bir an önce başka bir yere alınarak Rum ve Ermeni entrikalarına son verdirilmesi. . .



Efendiler, bu bilgiler arasında, benim bilmediğim noktalar da vardı. Söz gelişi, ben Küçük Aslan çetesinden ve onun itibarlı olduğundan habersizdim. Bu çeteye Necati Bey vasıtasıyla para verdiğimi kesinlikle hatırlayamıyordum.



Yahya Kaptan'ın, verdiğimiz direktif gereğince, düşman çetelerini yok etmeye ve hiç olmazsa, onların, Hristiyan halka saldırarak düşmanın maksadını gerçekleştirmeye yönelmiş olan bütün teşebbüslerini başarısız kılmaya çalıştığını pekâlâ biliyorduk.



Gebze kaymakamının içyüzü, şimdi ekleyeceğim belgelerle anlaşılabilecektir, sanırım.



4 Ocak l92l tarihinde, Tümen Komutanı Rüştü Bey'e, Vasıf Bey'in verdiği bilgiyi olduğu gibi özetleyerek, bu bilgilerin kendisince verilen bilgilerle çeliştiğini bildirdim. Bu bakımdan durumun güvenilir ve inanılır kimseler vasıtasıyla bir kere daha soruşturulup incelettirilmesini ve kendi düşüncesiyle birlikte açık olarak bildirilmesini rica ettim.



Efendiler, bu konuda, gerçeğin ortaya çıkmasına yarayan belgeler üzerinde bilgi sahibi olmanızı istediğim için, Rüştü Bey' in cevabını olduğu gibi bilginize sunmama müsaade buyurunuz :





Düzce, 7/8.1.1920



20' nci Kolordu Komutanlığı'na



İlgi : 4.1.1920 tarihli şifre :

Hey'et-i Temsiliye Başkanlığına,



Yahya Kaptan' la ilgili türlü suçlamalar üzerine, birkaç defa, Yüzbaşı Ali Aguş Efendi vasıtasıyla yaptırdığım soruşturma, onun lehinde çıktı. Bununla birlikte kendisi cahil olduğundan, hizmet ediyorum zannı ile bazı şeyler yapmış olabilir. Büyük ve Küçük Aslan' lar zaten eşkiyadır. Ancak, millî teşkilâtın aleyhinde bir görüşe sahip olduğu şüphesiz olan ve Yahya hakkında herkesten çok şikâyetçi olması gereken Gebze kaymakamına bu konuda yazdığım yazılara almış olduğum 1.12.1919 tarih ve 17 sayılı cevabın sureti aşağıda olduğu gibi verilmiştir.



Bendeniz, bu telgraftaki bilgilere kısmen olsun inanmak zorunda kaldım ve aynı inançla bu yazıları İstanbul'a, bizzat Şevket Bey' e de gösterdim. Bendenizin bilemediği bazı sebeplerle, İstanbul'ca hakkında bir muamele yapılmasına gerek duyulduğu takdirde, elbette bir şey denemeyeceği arz olunur.

69Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty YAHYA KAPTAN KONUSU - Devamı Çarş. Nis. 23, 2008 10:12 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

Suret

İlgi : 30.11.1919 tarih ve 53 sayılı yüksek emirleri.



Kartal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Binbaşı Necati Bey' in, adam öldürme ve bucak müdürünü dövme ile ilgili ihbarları, şahıs ve zaman belirtilmediği için gerçek olarak kabul edilemez. Çünkü, dövüldüğü bildirilen bucak müdürü Burhaneddin Bey, Yahya Kaptan tarafından dövülmediğini ve tecavüze uğramadığını yazılı olarak bildirdiği gibi, hu konuda bendenizin makamına herhangi bir şikâyette de bulunmamıştır.



Adam öldürme konusuna gelince, Yahya Kaptan hakkında hükûmete ve adliyeye hiçbir yerden böyle bir cinayetle ilgili müracaat ve şikâyet olmadığı gibi, aleyhinde, yakalanması için bir tebligat bile yoktur. Eğer bununla, Darıca Rumlarından iki Rum'un öldürülmesi ve Kartal'ın Paşa köyünden Stelianos Çorbacı' nın dağa kaldırılarak fidye istenmesi kastediliyorsa, bu cinayetlerin Küçük Aslan çetesi tarafından işlendiği kanaati yaygın ve doğrudur. Bu çete Yahya Kaptan' a öteden beri düşman olduğundan ve esasen Yüzbaşı Nail Efendi tarafından kanat gerilip korunurken, sayısı on sekiz kişiye ulaşan bu çetenin, şimdi Binbaşı Necati Bey' in emrine verildiği ve hattâ kendilerine ellişer lira maaş bağlanmakta olduğu haber alınmıştır. Bu çetenin köyleri soymaktan geri durmadığı bilinmektedir. Binbaşı Necati Bey' in, Yüzbaşı Nail Bey' in eski okul arkadaşı olduğu, kendisiyle bir buçuk ay önce Aydınlı köyünde, Küçük Aslan çetesi üyelerinden Ali Kaptan' ın dağa kaldırdığı Çorbacı' dan alınan parayla yaptığı meşhur düğününde görüştüğü bilinmektedir. Daha sonra Binbaşı Necati Bey , birçok defa Yüzbaşı Nail Bey' in evine gelerek misafir olmuştur. Her ikisi de aynı düşüncede oldukları için, Yüzbaşı Nail Bey öteden beri Yahya Kaptan' ın aleyhindedir. Yahya Kaptan teşkilatı kurduğu sırada, yüzbaşı Nail Bey, onu bulunduğum kazanın sınırları dışına çıkarmaya ve uzaklaştırmaya çalıştığı gibi, Küçük Aslan çetesi tarafından işlendiği söylenen ve doğruluğuna şüphe olmayan yukarıdaki iki cinayet olayının, Kuva-yı Milliye'yi kirletmek ve Yahya Bey' i lekelemek düşünce ve maksadını taşıdığı hissedilmiştir. Oysa, bu cinayetler, Aslan çetesinin faaliyet ve hareket alanı içinde işlenmiştir. Hattâ, Yüzbaşı Nail Bey' in, kovuşturma yapmak üzere gönderilecek olan İstanbul Muhafiz Alayı'na mensup Süvari Müfrezesi Komutanı Hakkı Bey' i, artık gelmesine lüzum kalmadığı gerekçesi ile, haberleşme sırasında İstanbul'a naklettirip işi takipsiz bıraktırmış olduğu da bir gerçektir. Eğer sözü edilen adam öldürme olayı bundan başka bir olay ise, durumun açıklığa kavuşması için, şahıs ve zaman belirtilerek bildirilmesi gerekir. Darıca Rum bekçilerinin öldürüldüğü gün, cinayetin, çarşıda serbest gezen Küçük Aslan çetesi tarafından, işlendiği haberinin yayılması üzerine, Yüzbaşı Nail Bey, korkusundan başka bir yere naklini istemiş ve kesinlikle burada oturmayacağını söylemiştir. Ancak, alay ve tabur komutanları ile Binbaşı Necati Bey buraya gelerek ve Yahya Kaptan hakkında bir işlem yapılması için temsilci Sırrı Bey' e yazı yazdıracaklarına söz ve güvence vererek, Nail Bey' in burada kalmasını istemişlerdir. Bunun üzerine yüzbaşı, 25 Kasım 1919 salı günü, gidip gelen Necati Bey' i aldatarak ona gerçeğe aykırı suçlamalar yaptırdığı gibi, bir yandan telefonla Yahya Kaptan' ı merkeze davet ettirirken bir yandan da Küçük Aslan çetesini kendi evinde hazır bulundurarak yakalamayı tasarlamıştır. Arıcak, her nedense, bu işi gerçekleştirmeye cesaret edemeyerek teşebbüsünden vazgeçtiği için, Necati Bey de Kartal'a dönmek zorunda kalmıştır. İşte bundan dolayıdır ki, Yüzbaşı Nail Bey, gerek Necati Bey ve gerek kendine âlet ettiği Küçük Aslan çetesi vasıtasıyla, Yahya Kaptan aleyhinde suçlama ve tertiplere başvurmaktan bir an geri kalmamaktadır. Yahya Kaptan, kendisine karşı çıkan ve düşman olan Küçük Aslan çetesi gibi köyleri yağmalamaya ve Hristiyanları öldürüp yok etmeye izin vermemiştir. Kendi emrinde bulunan Büyük Aslan Bey çetesi tarafından bazı uygunsuzluklar yapıldığında, derhal bunları önleme ve cezalandırma yoluna giderek, millî bir gaye olan vatanın istiklâli ve kurtuluşu için disiplin ve güvenliğin korunmasına hizmet etmektedir. Daha önce de Büyük Aslan Bey çetesinin aman dilemesine ve sığınmasına yardımda bulunarak, hükümetçe affedilmesini sağlamak suretiyle yaptığı hizmetler takdire değer. Aleyhindeki suçlamaların, yüzbaşının şahsıl emellerine boyun eğmemiş olmasından, Küçük Aslan çetesi tarafından işlenip Yahya Kaptan' ın üstüne yıkılmak istenen cinayet olaylarının eksik olmamasından ve bunlâra cür'et edenlerin korunması dolayısıyla teessüf ederek yüzbaşıya şiddetli uyarılarda bulunmasından ileri geldiği arz olunur.





(Gebze Kaymakamı Nurettin)

1' inci Tümen ve Bolu Bülgesi

Komutanı

Rüştü



Efendiler, bu bilgilerin alınmasından önce şöyle bir haber verdiler : Tavşancıl'da Yahya Kaptan' ın etrafı sarıldı. Bunu yapan İstanbul'dan gelen bir askerî birliktir.



Bu haber üzerine, İzmit'teki Tümen Komutanlığı'ndan, 7 Aralık 1920 tarihli şifre ile, makine başında durumu sorduk. Eğer bu haber doğru ise, "İstanbul'dan geldiği bildirilen birlik komutanına, Yahya Kaptan'ın bizim adamımız olduğunu, eğer bir kusur ve kabahati varsa, tarafımızdan gereğinin yapılmasının tabiî bulunduğunu, Yahya Kaptan 'ın sarılmasına ve tutuklanmasına hiçbir şekilde razı olmadığımızı bildiriniz" dedik.



Efendiler, 7 Ocak 1920'de yazılıp, 8 Ocak'ta aldığımız iki telgraf vardır. Bunlardan biri İzmit'ten, 1' inci Tümen Komutanı Vekili imzasıyla Fevzi Bey 'dendir. Şunlar yazılıdır : " Bu gece iki bin kişilik bir kuvvet Tavşancıl'a çıkarak Kuva-yı Milliye Komutanı Yahya Bey 'i çevirmişlerdir. Yapılacak işlemin bildirilnıesi arz olunur."



Diğer telgraf, Düzce'de bulunan asıl Tümen Komutanı'ndan geliyordu. Rüştü Bey, merkezde bulunan vekilinden aldığı aynı bilgileri veriyordu.



Tümen Komutan Vekili Fevzi Bey'in, 7 Ocak 1920 tarihli açıklama bekleyen telgrafımıza verdiği 7/8 Ocak 1920 tarihli cevabında, Yahya Kaptan'ın daha ele geçmediği, Kuva-yı Milliye ile gelen müfreze arasında bir çatışma ihtimalinin bulunduğu ve gelen müfreze komutanına emrimizi bildireceği haber veriliyordu .



Efendiler, o tarihte milletvekili olarak İstanbul'da bulunan yaverim Cevat Bey' den,10 Ocak 1920 tarihinde şöyle bir telgraf geldi :





Harbiye, 10.01.1920



20' nci Kolordu Komutanlığı'na

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne :



6.1.1920 gecesi sabaha karşı Genel Jandarma Komutan Yardımcısı Hilmi Bey ve Üsküdar Jandarma Komutanı Nazmi Bey komutasında dört subay, elli jandarma ve Yüzbaşı Nahit Efendi komutasında, İstanbul Muhafız Alayı'ndan doksan er, Bandırma vapurunun ışıkları söndürülerek Hereke'ye götürülmüş ve sabahleyin erkenden Hereke'ye çıkan müfreze derhal Tavşancıl'ı kuşatmış ve birçok ev basılmıştır. Gelen Hey'et, köy ihtiyar hey'etini toplayarak, vatan haini olan Yahya' yı teslim etmez veya nerede olduğunu s öylemezlerse, Tavşancıl'ı insanlarıyla birlikte yakacaklarını bildirirler. İhtiyar hey'eti, Yahya Kaptan' ın iki günden beri köylerinde olmadığını ve nerede bulunduğunu bilmediklerini ısrarla söyledi. Yahya, sağ olarak ele geçemeyecektir. Fakat Yahya' nın yok edilmesinden sonra Marmara Bölgesine sahip ve hâkim olan ve her gün İngilizler ve Fransızlar tarafından silâhlandırılan Rumların ve İstanbul'daki rezillerin pek büyük bir başarıya ulaşacakları bellidir. Kuva-yı Milliye adını taşımakta olan Yahya' nın ortadan kaldırılması, İzmit, Adapazarı ve İstanbul dolaylarında, düşmanlarımız hesabına birçok fesat çetelerinin de doğmasına yol açacaktır. Bundan dolayı, Cemal Paşa Hazretleri' nin işe el koymasıyla, Yahya' nın da ad değiştirerek daha önce arz ettiğim şekilde serbest bırakılmasının sağlanması için gerekenlere emir buyurulması istirham olunur (Cevat).





Harbiye Nâzırı

Cemal



Bu telgrafın, "Harbiye şifresiyle ve Cemal Paşa imzasıyla kapatılmış olmasına rağmen, içinde Cemal Paşa 'nın işe el koymasıyla Yahya' nın kurtarılması" çaresinin bulunması cümlesi dikkat çekicidir. Demek ki, Cemal Paşa, Cevat Bey' in telgrafını , okumaya gerek duymadan, kendi şifresi ve imzası ile çekilmesine müsaade etmiştir. Çünkü, bir defa Yahya' yı takip ettiren Cemal Paşa'dır. Bundan başka serbest bırakılması için kendi yardımlarının kendisi tarafından emrolunmasını, kendi bilgisi dahilinde elbette yazdırmazlardı.



İzmit'ten Tümen Komutanı Vekili'nden gelen 9 ve 10 Aralık 1920 tarihli iki telgrafla, duyulduğuna göre iki çarpışmadan sonra, Yahya Kaptan'ın ölü olarak ele geçirildiği bildirildi.



11 Ocak 1920'de, Tümen Komutan Vekili'nden, İstanbul'dan gelen müfreze komutanına, benim adıma tebligatta bulunup bulunmadığını sordum. Üç gün sonra 14 Ocak 1920 tarihli raporunda Tümen Komutanı Vekili şu bilgiyi verdi: "Bizzat yaptığım soruşturmadan... çarpışma olmadığı ve yalnız, Yahya Kapta n 'ın teslim olduktan sonra, köy dışında kesici bir âletle öldürüldüğü anlaşılmıştır. Kafatasının olmaması bunu doğrulamaktadır".



Efendiler, bu uğursuz haber üzerine, İstanbul'daki teşkilâtımıza, 20 Ocak 1920 tarihinde, Albay Şevket Bey vasıtasıyla şu telgrafı yazdık :



Yahya Kaptan' ın öldürülmesinin sebepleri ile, teslim olduktan sonra kasten şehit edildiği anlaşıldığından, öldürülmesinde kimlerin elinin ve etkisinin bulunduğunun, İstanbul'dan müracaat eden pek çok fedakâr arkadaşa açıklama yapılmak üzere acele bildirilmesi rica olunur, efendim,





Hey'eti Temsiliye adına

Mustafa Kemal



Eski bir yazımıza karşılık olmak üzere, İstanbul'dan 20 Ocak 1920'de yazılıp bir gün sonra elimize geçen telgraf da şuydu :





Beşiktaş, 20.1.1920



Ankara'da 20' nci Kolordu Komutanlığı'na

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne Özel :



İlgi :17.1.1920.



1- Olay yerinde bulunan güvenilir bir zatın ifadesine göre, Yahya Kaptan yakalanıp köy dışında bulunan karakola götürülürken, çevreden on kadar eşkıyanın karakol üzerine ateş etmesi üzerine, kaçmaya çalışmış ve bu sırada öldürülmüştür. Bununla birlikte, iyi bir soruşturma yapılması için hükûmete başvuruldu.



2 - Yahya Kaptan' ın Kuva-yı Milliye adına pek çok kötülükler yaptığı söylentisi ağızdan ağıza yayıldığı gibi, özel ve resmî yoldan yapılan soruşturma da bunu doğruladığı için, hükûmet kovuşturmaya karar vermişti. Ancak Hey'etimizce kendisinin geçici bir süre için gizlenerek Kuva-yı Milliye işlerine karışmaması ve kötülüğe cür'et etmemesi, yanında bulunan kaçak er ve jandarmaları geri göndermesi şartıyla kovuşturma yapılmaması istenmiş ve ilgililer katında teşebbüslerde bulunulduğu gibi, Gebze'ye özel olarak bir memur da gönderilmişti. Bu sırada hükûmet, birdenbire gizlice asker göndermiş; yalnız Yahya Kaptan' ı ele geçirmek istediğini ilân etmiş ve arz edilen durum meydana gelmiştir, efendim.





Çanakkale Müstahkem

Mevkii Komutanı

Şevket

Efendiler, "Köy dışındaki karakola götürülürken çevreden ateş edilmiş (?) . Kaçmaya çalışmış, bu sırada öldürülmüş (?)." Bu sözlerin, bu gibi suikastlerde bir formül gibi kullanıldığını anlamamak için, çok safdil olmak lâzımdır.



Yahya Kaptan' ı ortadan kaldırmak için, birlikte çalıştıkları ve karar verdikleri hükûmetin, gizlice, birdenbire bir oldubittiye getirivermiş olduğu yolundaki sözler de dikkate değer. İstanbul'da, jandarmadan, İstanbul Muhafız Alayı'ndan subay ve asker görevlendiriliyor... İstanbul'da duruma hâkim olduklarını iddia eden teşkilât başkanlarımız bunu öğrenemiyorlar.



Kara Vasıf Bey'in bu telgrafına verdiğimiz cevapta şu hususu sorduk :

70Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty YAHYA KAPTAN KONUSU - Devamı Çarş. Nis. 23, 2008 10:12 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

YAHYA KAPTAN KONUSU - Devamı

Şifre



Ankara, 22.1.1920

İstanbul'da Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Şevket Bey'e, Yahya Kaptan' ın öldürülmesi olayını ciddî olarak takip eden ve özellikle İstanbul'da hesabını isteyen pek çok kimse vardır. Gerçeğin anlaşılabilmesi için, yaygın söylenti derecesine vardığı bildirilen kötülüklerin nelerden ibaret olduğunun bildirilmesi rica olunur.





Hey'et-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Efendiler, bu açıklama isteğimize gelen cevabı da, sabrınıza sığınarak olduğu gibi, bilginize sunacağım :





Beşiktaş, 24.1.1920



Ankara'da 20' nci Kolordu Komutanlığı'na

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne Özel :



İlgi : 20.1.1920



1 - Yahya Kaptan'ın teslim olduktan sonra öldürüldüğünü işittik. Soruşturma yapıyoruz. Sonucu arz edeceğiz.



2 - Öldürülmesinin sebebi hiç kimseyi dinlememesi, Kuva-yı Milliye adına açıktan açığa zulüm ve eşkıyalık yapması, eşkiyayı öteden beri gizlemesi veya gösterilen yere gitmesi için verilen emirleri dinlememesi üzerine hükûmetin, kendisine köylerden ve çevreden müracaat edenlerin ısrarına dayanamayarak, kendiliğinden ve hattâ hey'etimizin haberi olmadan teşebbüse geçmesidir, efendim. (Vasıf).





Çanakkale Müstahkem

Mevki Komutanı

Albay Şevket

Saygıdeğer Efendiler, telgrafın ikinci maddesindeki, Yahya Kaptan' nın hiç kimseyi dinlememesinin, öldürülmesine sebep olarak gösterilmesi asla doğru olamaz. Merhum şehit, beni dinliyordu, benden emir alıyordu. Verdiğim emre göre hareket ediyordu. Başka bir makama veya şahıslara bağlı olduğunu, onlardan emir alması gerektiğini kendisine emretmemiştim. Bu sebeple, İstanbul'dan her önüne gelenden, Dahiliye Nâzırı'ndan, Jandarma Komutanı hâin Kemal Paşa' dan verilen emirleri dinlememesi zaten bizim istediğimiz şeydi. Kuvayı Milliye adına eşkıyalık ve zulüm yapanın da kendisi olmayıp, Küçük Aslan çetesi gibi, haince bir maksatla kuruldukları belgelere dayanılarak anlaşılmış bulunan çeteler idi. Yahya 'nın bunlann eşkıyalıklarını önlemeye çalıştığı da, sözlerine güvenilmesi gereken kimselerin soruşturmalarıyla kesinleşmiş bir durumdur.



Gebze Müdafaa-i Hukuk Hey'eti Başkanı ile Gebze kaymakamı Fevzi Bey' in ortak imzalarıyla, bu üzücü olayın meydana gelişinden önce, makine başında yapılmış bir müracaatı da belirtmeden geçemeyeceğim :



Gebze Kuva-yı Milliye Komutanı Yahya Bey hakkında bazı kimselerin yaptıkları iftiralar üzerine, en sonunda salı gecesi İstanbul'dan komutanlar ve yüksek rütbeli subaylar komutasında gelen iki bin kişilik kadar bir kuvvetle, kendisinin Tavşancıl'da kuşatıldığı ve kuşatmanın hâlâ devam etmekte olduğu şimdi halktan aldığım bilgilerden anlaşılmıştır. Böyle vatanı için çalışan bir kimseye karşı yapılan bu işlemin pek haksız olduğu yüksek komutanlığınızca bilinmektedir. Yahya Bey' in kurtarılması için ne gibi bir muamele yapılacağının emir buyurulmasını makine başında bekliyoruz.





Kaymakam Müdafaa-i Hukuk Hey'eti Başkanı

Fevzi Hacı Ali

Efendiler, o tarihlerde, İzmit bölgesinde Kuva-yı Milliye teşkilâtı ile uğraşan Milletvekili Sırrı Bey' in de bu konuda verdiği bilgileri olduğu gibi sunmama müsaadenizi rica ederim :





İzmit, 11.1.1920



20' nci Kolordu Komutanlığı'na

1 - Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne özel: Haberleşmesi dört gün önce yapılmış olan Yahya Kaptan konusu, nihayet, haber almış olacağınız üzere, kendisinin şehit edilmesiyle sonuçlandı.



2 - Yahya Kaptan' ın, İstanbul girişinde teşkilâtlanmış bir durumda bulunması, herhalde Kuva-yı Milliye'ye karşı cephe almış bulunan kimselere yıldırdığından, kendisinin ortadan kaldırılmasının plânlandığına şüphe yoktur.



3 - Yahya Kaptan' ın bu maksatla öldürülmüş olması, olayı sınırlı kalma niteliğinden çıkarmakta ve Hey'et-i Temsiliye'ce üzerinde düşünülmesini gerekli kılmaktadır.



4 - İzmit sancağı, eşkiya yüzünden tedirgin iken, yerinden kımıldamayan ve komutası altındaki hiçbir birliğe emir vermeyen, yanındaki hapishaneden on beş yirmi kişinin birden kaçmasını basit günlük olaylardan sayan Alay Komutanı Hikmet Bey, Yahya ' nın öldürülmesini önemli bir mesele saymıştır. Yanına aldığı jandarma kuvvetleri ile bizzat yola çıkmış ve sonunda Kuva-yı Milliye'ye ağır bir darbe vurmak suretiyle maksadına erişmiş bulunuyor. Devamı var (Milletvekili Sırrı) .





1' inci Tümen Komutanı Vekili

Fevzi





20' nci Kolordu Komutanlığı'na

5 - Gebze'de kurulmuş bulunan Kuva-yı Milliye'nin başsız kalması, bunadan sonra oraları korku içinde bırakacaktır.



6 - Buralarca bütün Kuva-yı Milliye'nin dayanağı olarak bilinen Yahya' nın bu şekilde ortadan kaldırılmış olması, kamuoyunu haklı olarak karıştırmıştır.



7- Yahya' nın öldürülmesi, hükûmetin Kuva-yı Milliye'ye karşı bundan sonra takınacağı saldırgan tavra delil sayılmaktadır.



8 - Bu hareket üzerine, hiç şüphe yok ki, yabancılar tarafından da, Kuva-yı Milliye'nin hükûmetin gözünde değersiz ve yok edilebilir nitelikte görüldüğü yargısına varılacaktır. Bu bakımdan gerekli tedbirler alınmalıdır. Devamı var (Milletvekili Sırrı) .





1' inci Tümen Komutanı Vekili

Fevzi



20' nci Kolordu Komutanlığı'n

68 sayılı şifreye ektir. Öncekilerin devamıdır :

1 - Durum karışıklıktan kurtarılmadığı ve Gebze kuvvetlerinin hemen güvenilir bir kimseye verilmesi tedbiri alınmadığı takdirde, Üsküdar sancağı da dahil olmak üzere, bütün İzmit sancağında, bir tek kişinin bile Kuva-yı Milliye'yi tutmasına imkân bulunamayacağı kesinlikle bilinmelidir.



2 - Jandarma Alay Komutanı Hikmet Bey' in vakit kaybetmeden yerinden alınması şarttır.



3 - izmit sancağında Kuva-yı Milliye'nin varlık gösterebilmesi, ordu hizmetinde bulunan Kaymakam Revzi Bey' in, jandarma komutanı olmasına bağlıdır. Başka çare yoktur. Bunu önemle bilginize sunuyorum (Milletvekili Sırrı).





1' inci Tümen Komutanı Vekili

Fevzi



20' nci Kolordu Komutanlığı'na

79 sayılı şifreye ektir :

1- Kuva-yı Milliye'ye Anadolu taraflarında değer verilmediği ve horlandığı yolundaki söylentiler, üzücü olay üzerine muhaliflere daha çok kuvvet kazandırmış olduğundan, kuvvet ve kudretin kayba uğramadığını gösterecek fiilî bir tedbir alınması şarttır.



2 - Ali Fuat Paşa Hazretleri'nin buraya kadar teşriflerini gerekli görmekteyim.



3 - İzmit sancağına önem verilmesini ve önem verildiğini gösterecek fiilî tedbirlerin alınması gereğini tekrara mecbur oluyorum (Milletvekili Sırrı).





1' inci Tümen Komutanı Vekili

Fevzi

O tarihte İstanbul'da bulunan Rauf Bey de şu mektubu gönderdi :



İstanbul, 19.2.1920



Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne

Yahya Kaptan' ın teslim olduktan sonra öldürüldüğü buraca da anlaşılmıştır. Muhafızlığa müracaat edilzniş, otopsi de yapılmıştır. Hükümet kanunî kovuşturmaya başlamıştır, efendim. Saygılarımızı arz ederiz,



Hüseyin Rauf

71Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:13 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

VİCDANİ GÖREVLERİMDEN BİRİ





Efendiler, Yahya Kaptan 'ın öldürüldüğüne şüphe kalmamıştı. Bu gerçek bilindikten sonra, onu öldürmüş olan hükûmetin, kanuni kovuşturmaya başlamış olması, cinayeti işleyenlerin meydana çıkamayacağına delil değil miydi? Fakat Efendiler; zaman, her şeyin, her gerçeğin, tarih önünde samimî olarak incelenmesine imkân hazırlar.



Saygıdeğer Efendiler; hükûmeti ve İstanbul'daki teşkilâtımızın başkanlarını böyle çirkin bir cinayetin işlenmesinde vasıta olmaya yönelten sebep ve etkenlerin incelenmesinin, gerçekten ibret verici sonuçlar getireceğine inandığım içindir ki, ilk bakışta önemsiz gibi görülebilecek bir olayı delillere ve belgelere dayandırarak açıkladım. Bu açıklamamla, milletin gözünde, gerçeği açıkça ortaya koyabilecek bir ortamın doğmasına yardım edebildiysem, vicdanî görevlerimden birini yapmış olduğuma inanacak ve gönül huzuru duyacağım.



Efendiler, bu olayı incelerken iki noktayı gözönünde bulundurmak yararlı olur. O noktalarda :



Birincisi : Sait Molla 'nın üyesi bulunduğu gizli örgüt ve Gebze, Kartal bölgelerinde bu örgüte bağlı şahsî çetelerin oynadığı rol ile, bu rolü bizim adamlarımıza yüklemekte ve vatansever geçinen kimseleri aldatıp kandırmada gösterilen ustalık ve başarı.



İkincisi : İstanbul teşkilâtımızın başkanlarıdır ki, bunlar, bizim yani Hey'et-i Temsiliye'nin emrinde ve onun verdiği direktif ve bilgilere göre hareketle yükümlü bulunuyorlardı. Bunların, bu yükümlülüğü ancak samimî olarak yerine getirdikleri takdirde, asıl hedefe doğru yarılmadan yürümenin mümkün olabileceğini de kabul etmeleri gerekirdi. Oysa, bu kimseler, kendi akıl ve tedbirlerini, Hey'et-i Temsiliye'nin uyarılarına rağmen yüksek görmekten geri durmamışlar ve hareket serbestliklerine engel olunmasını bir haysiyet meselesi yaparak sinirlenmişler ve bu sakat duygunun etkisiyle, aldatılmaya kadar varmışlardır.



Şimdi Efendiler, vicdan ve şefkat sahibi olanların yüreklerini ger çekten kan ağlatan bir telgrafı daha merhametli gözlerinizin önüne se rerek bu konu ile ilgili açıklamalarıma son vereceğim :



İstanbul,14.1.1920



Ankara'da Kuva-yı Milliye Başkanı



Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne



Eşim Yahya Kaptan , sırf yüksek şahsiyetinizle olan ilgisi dolayısıyla ve kanun karşısında suçlu olmaksızın teslim olduğu halde, Gebze Jandarma Yüzbaşısı Nail ve Üsteğmen Abdurrahman Efendi'ler tarafından alçakçasına şehit edildi. Bütün Tavşancıl halkı olayın tanığıdır. Hakkın yerini bulması için Adliye ve Dahiliye Nezaretlerine başvuruldu. İki tane yetimle perişan bir durumdayız, Bu konuda yüksek teşebbüs ve yardımlarınızı bekliyoruz, emir sizindir.



Karagümrük'te Keçeciler'de



Karabaş Mahallesinde 19 numarada Yahya Kaptan eşi Şevket Hanım



Şimdi Efendiler, vicdan ve şefkat sahibi olanların yüreklerini gerçekten kan ağlatan bir telgrafı daha merhametli gözlerinizin önüne sererek bu konu ile ilgili açıklamalarıma son vereceğim :





1919 SONBAHARINDA KARŞILAŞTIĞIMIZ DİĞER BAZI OLAYLAR





Efendiler, Yahya Kaptan meselesine 20 Kasım 1919 tarihindeki olaylar dvlayısıyla dokunduk. Zaman ve mesafe bakımından birçok atlamalar yaparak bu olayı çeşitli yönleri ile açıklamak ve tamamlamak zorunda kaldık. Şimdi müsaade buyurursanız, tekrar bıraktığımız tarihe dönerek, olayları izleyelim :



Ankara - Eskişehir demiryolunun işletilmesine İtilâf Devletleri'nce engel olunmuştu. Bu yolun işletilmesi için, İtilâf Devletleri temsilcilerinin, şiddetle protesto edilmesi, 21 Ekim 1919'da Ankara Merkez Hey'eti'ne bildirildi.



Adana teşkilâtı kurucularının, Niğde'ye veya Kayseri'ye gelerek ve bizimle temas kurarak çalışmalarına devam etmeleri sağlandı.



Aydın cephesinde durum günden güne tehlikeli ve ciddî bir hal almakta olduğundan, Salih Paşa ile Amasya'da kararlaştırdığımız üzere, Donanma Cemiyeti'nin dört yüz bin lirasının bu cephenin ihtiyaçlarına ayrılmasını Harbiye Nâzırı'na yazdık. Bu cephedeki mücahitlere silâh, cephane verilmesini ve cephenin makineli tüfek ve topçu birlikleriyle desteklenmesini, Konya'daki 12'inci Kolordu Komutanı'ndan rica ettik.



Efendiler, Fransızlar, Bandırma - Soma demiryolunu denetlemek bahanesiyle, Bandırma'ya bir müfreze çıkarmışlardı. Bunların, güvenlik durumu mükemmel olan Bandırma'ya asker gönderme haklarının olmadığı açıktı. Bu noktaya, 24 Kasım 1919' da 14' üncü Kolordu ve 56' ncı Tümen Komutanları'nın dikkatlerini çektik.



Yabancı subaylar, Aydın cephesinde dolaşarak propaganda yapıyorlar ve durumu anlıyorlardı. Bu gibi subayların cephede birliklerle temas etmelerine kesinlikle izin verilmemesi, resmî müracaatlarını hükûmete yapmaları, eğer Kuva-yı Milliye'ye bir söyleyecekleri olursa, merkez hey'etimiz vasıtasıyla bize başvurmaları gerektiğinin kendilerine duyurulması, propaganda yapanları olursa, korumalı olarak bölgeden çıkarılmaları ve kesin bir mecburiyet doğarsa, cephede görülecek İtilâf askerlerine karşı da silâh kullanılması cepheye bildirildi.



Efendiler, biz İzmir halkının da doğrudan doğruya seçimlere katılmasını sağlamak istiyorduk. Bunun için, maksadımızı çeşitli yollarla duyuruyorduk. Ne var ki, Yunanlılar tabiatiyle engelliyorlardı.



29 Kasım 1919 tarihinde, bu durumu İtilâf Devletleri temsilcileri ve tarafsız elçilikler katında protesto ettik ve bunu, İzmir Telgraf ve Posta Baş müdürü bulunan Ethem Bey 'e yazarak, İzmir halkına da duyurmak istedik.



Efendiler, belki de birçoklarınızın hatırındadır. İşgal yıllarında, Adana'da, Ferda adında, Kuva-yı Milliye aleyhinde yabancı bir gazete yayınlanıyordu. Bu gazete, sırf Anadolu'daki kamuoyunu yanıltmak ve bulandırmak maksadıyla yazılmış sütunlar ve bizim aleyhimizde uydurulmuş saçmalıklarla doluydu. Şüphesiz bu gazetenin Anadolu içine sokulmasına engel olduk.



Fakat, bu gazetenin memlekette okunmasını elbette yararlı bulan, Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin Dahiliye Nâzırı ve Cemal Paşa' nın, defalarca temize çıkardığı Damat Şerif Paşa, Ferda gazetesi denilen bu zehirli paçavranın serbestçe dağıtılmasına engel olunmaması için emirler vermişti. Bu sebeple, Şerif Paşa 'nın arkadaşı Cemal Paşa 'nın, 3 Aralık 1919'da dikkatini çekmeyi gerekli bulduk.



ANKARA'YA GELİŞ





Efendiler, Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanmasına engel olamamak zarureti üzerine, İstanbul'da toplanacak Meclis'te, "vatanın bütünlüğünü, devlet ve milletin bağımsızlığını elde etmekten ibaret olan gayeyi korumak ve savunmak için anlaşmış, kesin kararlı bir grup oluşturmayı" tek çare olarak düşündük. Bunun sağlanması için, bildiğiniz gibi,18 Kasım 1919 tarihli talimat ve genelgede, milletvekillerinin belirli yerlerde grup grup toplanarak üzerinde görüşecekleri önemli noktalardan biri olmak üzere bu konuya yer vermiştik.



Aynı tarihte, düşündük ki, bu grubu oluşturabilmek için her sancaktan birer milletvekilini Eskişehir'e davet edelim. Eskişehir üzerinden trenle İstanbul'a gidecek milletvekillerini de, davet edeceğimiz milletvekilleri ile birleştirelim ve kendimiz de Eskişehir'e giderek, yapılacak genel bir toplantıda enine boyuna görüşmelerde bulunalım. Bu arada, milletvekillerinin İstanbul'daki güvenlikleri ile ilgili tedbirleri de söz konusu etmek istiyorduk. Ancak, bundan sonra vereceğim bilgilerden anlaşılacağı üzere, bu toplantıyı Ankara'da kalarak yapmayı tercih ettik. Sivas'ta bir ay kadar daha kaldıktan sonra, Ankara'ya hareket ettik.



Ankara'ya gelişimizi 27 Aralık 1919 tarihli şu açık tebliğ ile her yere duyurduk :



Sivas'tan Kayseri yoluyla Ankara'ya hareket eden Hey'et-i Temsiliye, bütün yol boyunca ve Ankara'da, büyük milletimizin çok sıcak ve içten gelen vatanseverlik gösterileri arasında, bugün şehre geldi. Milletimizin gösterdiği bu birlik ve kararlılık örneği, memleketimizin geleceğine güven konusundaki inançları sarsılmaz bir şekilde güçlendirici niteliktedir.



Şimdilik, Hey'et-i Temsiliye'nin merkezi Ankara'dadır. Saygılarımızı sunarız, efendim.



Hey'et-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

2 Ocak 1920 tarihinde, Cemiyet Merkez Hey'etlerine, Hacıbektaş'ta Çelebi Cemalettin Efendi'ye Mutki'de Hacı Musa Bey 'e ayrıca bir tebliğde bulunduk.



Bu tebliğimizin metni ve yazılış biçimi şöyleydi :



. . . yolculuğumuz sırasındaki gözlem ve incelemelerimiz, bizlere, gerçek koruyucu olan Ulu Tanrı'nın ilâhî lûtfuyla tecellî eden millî birliğimizin dayanmış olduğu millî teşkilâtın, kökleşmiş, millet ve memleketin geleceğini kurtarmak için gerçekten güvenilir bir kuvvet ve kudret haline gelmiş olduğunu, şükürler olsun gösterdi.



Dış durum, bu milli birlik ve kararlılık sayesinde ve Erzurum - Sivas Kongreleri esasları çerçevesinde, vatanın ve milletin çıkarlarına elverişli bir şekle girmiştir.



Kutsal birliğimize, kararlılık ve imanımıza dayanarak, meşru isteklerimizin elde edileceği güne kadar, büyük bir dirençle çalışılması ve bu bildirimizin genelge halinde köylülere varıncaya kadar bütün millete duyurulması rica olunur.



Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i

Hukuk Cemiyeti Hey'et-i

Temsiliye'si adına

Mustafa Kemal

72Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:13 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

KAZIM KARABEKİR PAŞA, HEYET-İ TEMSİLİYE'NİN ANKARA'YA GİTMESİNE TARAFTAR DEĞİLDİ





Efendiler, Hey'et-i Temsiliye'nin merkezinin Ankara'ya nakli düşüncesi oldukça eskiydi. Bu düşünce ilk defa söz konusu olduğu sıralarda, Kâzım Karabekir Paşa 'dan gelmiş olan bir telgrafı burada olduğu gibi aktaracağım :





3' üncü Kolordu Komutanlığı'na Erzurum, 3.10.19l9

Hey'et-i Temsiliye'ye : Kuva-yı Milliye'yi temsil eden yüksek hey'etin, değil Ankara'ya, hatta Sivas'ın batısma bile geçmemesi görûşûndeyim. Çünkü, Doğu illerinin Kuva-yı Milliyesi demek olan bu hey'etin bütün bütün uzaklaşması, dolayısıyla bu illerin teşkilâtsız kalmasına yol açacaktır. Şimdiye kadar pek meşru ve mantıklı olarak yönetilmekte olan Millî Mücadele'nin, öteden beri her zaman her teşebbüsümüzü kötü görmek ve göstermek isteyen düşmanlarımıza karşı da eskiden olduğu gibi bir yerden yönetilmesi için, Hey'et-i Temsiliye'nin Sivas'tan batıya geçmemesi görüşünde bulunduğunu arz ederim.



15' inci Kolordu Komutanı

Kâzım Karabekir

Böyle bir telgrafın asılsız olduğu yargısına varmak istedim. Fakat, ne çare ki, şifre telgraf Erzurum'dan Sivas'taki 3' üncü Kolordu'ya çekilmiştir. Çözülen şifrenin altında "Açıldı. Fethi 4/5 Ekim" ilgiliye yazı ve imzası olduğu halde 3' üncü Kolordu'dan bize gönderilmiştir.



Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa, davetimiz üzerine Sivas'a geldikten ve bizimle görüşmelerde bulunduktan sonra, şüphesiz bu telgrafla daha önce bildirdiği düşünce ve görüşünün yerinde olmadığını anlamış olacaktır. Ancak, bu düşünce ve görüşündeki isabetsizliği anlamak için, mutlaka yüz yüze gelip görüşmeye hiç de ihtiyaç olmayacağı açıkça bellidir. Bu düşünce ve görüşün dayandırılmış olduğu sebeplere şöylece bir göz atmak bile, onların yanlışlığını anlamaya yeter sanırım.



Bir defa, Hey'et-i Temsiliye'nin yalnız Doğu illerinin millî gücünü oluşturmadığı veya temsil etmediği ve belki bütün memleketin -Anadolu ve Rumeli'nin- millî güçlerini temsil ettiği çoktan bilinmiş olmak gerekirdi. Kaldı ki, bu nokta üzerinde, günlerce süren telgraf başı tartışmaları olmuştu. Bir de, Hey'et-i Temsiliye'nin Sivas'tan Ankara'ya taşınması, Doğu illerinde teşkilâtsızlık doğuracak bir sebep olamazdı. Hey'et-i Temsiliye'nin Doğu illerine Sivas'tan telgrafla verdiği emirleri ve talimatı, aynı şekilde Ankara'dan verebileceğine de şüphe yoktu.



Buna karşılık, Hey'et-i Temsiliye'nin Doğu illerinden çok Batı illerine ve İstanbul'a yakın bulunmasını gerektiren ve haklı gösteren mantıklı sebepler elbette çoktu. Önce, Batı ve Güney - Batı illerimizden doğrudandan doğruya düşman eline geçmiş olanlar vardı. Bu illerimizi işgal eden düşman karşısında sağlam savunma cepheleri kurmak ve onların kuvvetlendirilmesini sağlamak gerekirdi. Oysa, Doğu illerimizde böyle acıklı bir durum yoktu. Kesin olarak yakın bir fiilî tehlike de doğabileceğe benzemiyordu. Uzak bir ihtimale göre, diyelim ki, doğudan Ermenilerin doğrudan doğruya bir saldırıya geçecekleri kabul olunsaydı bile, onun karşısında Kuva-yı Milliye ile desteklenmesi kararlaştırılmış olan 15'inci Kolordu, kendilerinin komutası altında hazır bulunuyordu. Ne var ki, İzmir cephelerinde çeşitli komuta yöntemleri, değişik nitelikte kuvvetler ve türlü türlü olumsuz kaynaklardan gelen değişik yapıda türlü zararlı etkiler vardı. Adana'nın işgaline karşı daha cephe kurulamamıştı.





GENEL DURUMU YÖNETME SORUMLULUĞUNU ÜZERİNE ALANLAR, EN ÖNEMLİ HEDEFE VE EN YAKIN TEHLİKEYE ELDEN GELDİĞİ KADAR YAKIN BULUNMALIDIRLAR





Bu bakımdan, uyulacak yol ve yöntem şudur ki, genel durumu yönetip yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye elden geldiği kadar yakın yerde bulunmalıdırlar. Yeter ki, bu yakınlık genel durumu gözden kaybettirecek derecede olmasın! Ankara bu şartları kendinde toplayan bir noktaydı. Her halde cephelerle ilgileneceğiz diye Balıkesir'e, Nazilli'ye veyahut Afyonkarahisar'a gitmiyorduk. Fakat, cephelere ve İstanbul'a demiryolu ile bağlı bulunan ve genel durumu yönetme bakımından Sivas'tan hiçbir farkı olmayan Ankara'ya gelecektik.



Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanması zarurî görüldükten sonra ise, Ankara'ya gelmenin ne kadar yerinde ve yararlı sayılmak lâzım geldiğini açıklamayı gereksiz bulurum.



Efendiler, Hey'et-i Temsiliye'nin Ankara'ya taşınmaması için sebepler ileri sürülürken, bu arada, hele öteden beri her zaman her teşebbüsümüzü kötü görmek ve göstermek isteyen düşmanlardan söz edilmiş olmasına hiçbir anlam veremedim. Gerçekten, kendisinin dediği gibi, düşmanlar bizim hangi davranışımızı, hangi teşebbüsümüzü iyi görmüşlerdir veya görebilirler ki, ona göre hareket edelim !



Eğer bu düşünce ve görüşe yol açan : "İstanbul'da, millî dâvâya inanan bir Ali Rıza Paşa Hükûmeti vardır. Meclis-i Meb'usan da orada toplanarak millet ve memleketin mukadderatını denetlemeve başladıktan sonra, Hey'et-i Temsiliye'nin batı cepheleriyle, Meclis-i Meb'usan ile ilgi ve ilişkisine ne lüzum kalır? Bu takdirde, Hey'et-i Temsiliye'nin yalnız Doğu illerinin teşkilâtı ile ilgilenmesi ve yetinmesi daha yerinde ve daha yararlı olmaz mı?" şeklindeki bir düşünce ve görüş idiyse, bir dereceye kadar üzerinde durulabilir. Fakat, böyle olunca da, genel durumu, olayların iç yüzünü ve gerçek şartları görüş ve anlayış bakımından. Hey'et-i Temsiliye ile Kâzım Karabekir Paşa arasında doldurulması imkansız bir hendek olduğunu kabul etmek gerekir.



Hey'et-i Temsiliye'nin Ankara'ya gelmesini düşmanlar kötü görecektir, noktasında daha çok durularak, belki ileri sürülmüş olan düşünce ve görüşün çıkış kaynağı daha iyi kavranabilirse de, bizim şimdilik buna ayıracak fazla zamanımız yoktur.





YENİ MİLLETVEKİLLERİ İLE ANKARA'DA GÖRÜŞME TEŞEBBÜSÜ





Efendiler, daha önce söylediğim gibi, bir iki günlük bir toplantı ve görüşme isteği ile, milletvekillerini davet için ilk yazdığımız telgrafta - ki bu telgrafın örneğini basılmış olarak yazılı evrak halinde postayla la göndermiştik - maksat açıklandıktan sonra "Hey'et-i Temsiliye'nin bulunacağı bir yerde toplanılacaktır; toplantı tarihi, gönderilecek milletkillerinin adları ve adresleri belli olduktan sonra haberleşilerek kararlaştırılacatır. Hey'et-i Temsiliye kısa bir süre sonra İstanbul'a yakın bir yere gidecektir." denmişti.



Ankara'ya varışımızda, Ankara - Eskişehir demiryolu işlemeye başlamış olduğundan, önceki tebliğimize 29 Aralık 1919 tarihinde yaptığımız bir ek ile, milletvekilleriyle görüşme yeri olarak Ankara'yı gösterdik ve bunu bir genelge ile bildirdik. Bu genelgenin bir maddesi de, öteki milletvekillerinden mümkün olduğu kadar çok kimsenin görüşmelere katılmasının fazlasıyla istenmekte olduğu yolundaydı.



Efendiler, sonucunun pek yararlı olacağını umduğumuz bu hayırlı ve vatanseverce teşebbüsün bile İstanbul Hükûmeti tarafından önüne çıkıldığını arz edersem, hayret etmezsiniz sanırım.



Müsaade buyurursanız, bu noktayı biraz açıklayayım : Biz milletvekillerini Ankara'ya davet ederken, birtakım kimseler de bu daveti geçersiz kılmak ve tasarlanan toplantıya engel olmak için karşı tedbir alıyor ve teşebbüste bulunuyorlarmış... Bazı milletvekillerinin çektikleri telgraflarla durumu anladık.Nitekim, Burdur Milletvekili Hüseyin Baki imzalı ve 29 Aralık 1919 tarihli şöyle bir telgraf geldi :



"İstanbul'da toplanan milletvekilleri adına, Aydın milletvekili Hüseyin Kâzım imzasıyla Teftiş Kurulu Başkanlığı'na gelen telgrafta, en sür'atli vasıta ile İstanbul'a gelmekliğimin pek gerekli olduğu duyurulmakta ve bu gün Dahiliye Nezareti'nden gelen telgrafta da yola çıkmaklığım bildirilmektedir.



Daha önce, Hey'et-i Temsiliye adına, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri tarafından verilen emir ve duyuru üzerine, bu konudaki görüşüm açıklanıp bilginize sunulduğu halde, şimdiye kadar bu konuda bir emir alınamadığından, zatıdevletlerinin emirlerini önemle beklemekteyim, efendim."



Akdağmadeni milletvekili Bahri imzalı ve aynı tarihli bir telgrafta da :



"Aydın milletvekili Hüseyin Kâzım imzasıyla gelen telgrafta, milletvekillerinin en sür'atli vasıta ile İstanbul'a gelmeleri bildiriliyorsa da, Hey'et-i Temsiliye'ye üye seçilen milletvekillerinin mi, yoksa bütün milletvekillerinin mi davet edildiği pek anlaşılamamıştır. Hangi yolıı tutacağımın bildirilmesine lûtfen müsaadeleri istirham olunur, emir sizindir."



Efendiler, biribiri ardınca buna benzer telgraflar geldi. Bu telgraflardan anlaşılıyordu ki, milletvekili arkadaşlar, Hey'et-i Temsiliye ile İstanbul Hükûmeti'ni ve İstanbul'dan telgraf çekerek bütün milletvekillerini davet etme yetkisini kendinde görebilen kimseleri, ortak amaçta anlaşmış ve uyuşmuş sanıyorlardı. Hükûmetin ve sözü geçen kimselerin olumsuz niyetlerini hatır ve hayallerine bile getiremiyorlardı. Olsa olsa, bizimle İstanbul'daki kimseler arasında, yeni kararlaştırılmış bir durum bulunduğunu veyahut arada di.izenleme bakımından bir yanlışlık olabileceğini sandıkları ve durumu öyle kabul ettikleri, bize gelen telgraflarındaki temiz yüreklilik ve içtenlikten anlaşılmaktaydı.



Bize başvuran milletvekillerine verdiğim cevap şuydu :



Hüseyin Kâzım Bey' in bildirdikleri ile bizim hiçbir ilgimiz yoktur. Adı geçenin, durumu iyice bilmediği anlaşılıy,or. 12 ve 27 Aralık 1919 tarihli telgraflarımız gereğince hareket edilmesini, milletiınizin ve vatanımızın çıkarlarına daha uygun olduğu için gereğinin tezelden yerine getirilmesini, Kâzım Bey'in kendi başına göndermiş olduğu telgrafa gerekli cevabın verilmesini ve sonucun bildirilmesini rica eder, saygılarımızı sunarız efendim.



Hey'et-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

Bütün milletvekillerine de şu genelgeyi yazdık :



Ankara, 30.12.1919

Aydın milletvelili Hüseyin Kâzım Beyefendi 'nin sayın milletvekillerinden bazılarına, derhal İstanbul'a hareket etmeleri ile ilgili telgraflar çektiği anlaşıldı. Bu hareket, adı geçen kimsenin durumu iyice bilmediğini gösterdiğinden, kendisine bu durum anlatıldı ve .... gün ..... sayılı duyurularla ilgili bilgi verdirildi. Bu bakımdan, Hey'et-i Temsiliye'ce istirham olunduğu üzere, Hey'et-i Temsiliye üyesi olarak seçilmiş sayın milletvekilleriyle milletvekillerinden görüşmelere katılmak isteyen sayın üyelerin, Ocak ayının beşinden başlayarak Ankara'ya teşrifleri bir daha rica olunur.



Hey'et-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

30 Aralık 1919 tarihli bir şifre ile de İstanbul'daki teşkilâtımıza: "Hüseyin Kâzım Bey' in teşebbüsünden söz ettikten sonra, kendisinin bizim duyurumuzdan haberdar edilmesini ve görüşmelere katılmak istiyorlarsa, lûtfen ve derhal Ankara'ya teşrifleri gereğinin anlatılmasını" bildirdik.



Efendiler, biz İstanbul'daki teşkilâtımızdan haber beklerken, karşımıza biri çıktı. Bunun kim olacağını kestirmekte güçlük çekmezsiniz sanırım. Bildiğiniz gibi, bizim İstanbul'da hem temsilcimiz hem de nâzır olan bir zat... Cemal Paşa... Evet, 1 Ocak 1920 tarihli şu telgraf, "Harbiye Nâzırı Cemal Paşa" imzasıyla geliyordu :



Ankara'da 20' nci Kolordu Komutanlığı'na

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne özel :



İstanbul'da bulunan milletvekillerinden bir grubun, bize başvurarak verdikleri yazılı isteklerini, aşağıda olduğu gibi sunuyorum :



1 - Meclis-i Meb'usan'ın bir an önce toplanması zarurîdir. Şu sırada bazı milletvekillerinin Ankara'ya davet edilmeleri, Meclis'in derhal açılmasına engel olacaktır.



2 - Bu durumun ve yapılan davetin ortaya koyacağı kötü yorumlar arasında düşmanlarm en çok dikkatini çekecek olanı, yasama gücünûn başka kuvvetlerin etkisi altında iş görmekte olduğu zannıdır. Bu durum içeride ve dışarıda elbette büyük bir güvensizlik doğuracaktır.



3 - Böyle bir durum ve tutum karşısında, Meclis'in. kendisinden beklenilen hizmetleri yerine getirebilmesi mümkün değildir.



4 - Daha önce yapıldığı gibi, milletvekilleri ile temas ve ilişki kurmak üzere geniş yetkiler taşıyan bir şahsın, temsilci olarak İstanbul'a gönderilmesi, maksadının gerçekleşmesi bakımından yeterlidir.



5 - Ankara'ya davet edilen milletvekillerinin gelişlerinin ertelenmesi ve orada toplananların da hemen İstanbul'a hareketleri için yeniden acele bir duyuru yapılması beklenmektedir.

73Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:14 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

KAZIM KARABEKİR PAŞA, HEYET-İ TEMSİLİYE'NİN ANKARA'YA GİTMESİNE TARAFTAR DEĞİLDİ - Devamı

Harbiye Nâzırı

Cemal

Efendiler, bu davranış ve yazış tarzında bir içtenlik ve asalet görüyormusunuz? Önce, bizim milletvekilleri ile toplantı yapma kararımız ve bununla ilgili duyurumuz, bundan bir buçuk ay öncesinden beri biliniyordu. Eğer bu teşebbüsümüz memleket çıkarlarına gerçekten aykırı ve sakıncalı görülmüş idiyse, bizimle aynı millî gaye peşinde oldukları iddiasında olan efendilerin ve hükûmetin, bizim davet ettiğimiz milletvekillerine, İstanbul'a çağırma telgrafları yazmadan önce, bizimle anlaşmaları, hiç olmazsa düşünce ve teşebbüslerinden bizi haberdar etmeleri gerekmez miydi? Böyle yapmayıp da doğrudan doğruya İstanbul'a gidişlerini çabuklaştırmak için, Teftiş Kurulu Başkanlıkları aracılığı ile, Şeyh Muhsin-i Fanî' nin ve Dahiliye Nâzırı'nın imzalarıyla, taşradaki milletvekillerini sıkıştırıp şaşırtmak ve bir oldu-bitti yaratarak bizim teşebbüsümüzü başarısızlığa uğratmaya kalkışmak doğru muydu?



İkincisi, Efendiler, seçimlerin yenilenmesi işi aylarca ve aylarca yapılmayıp da belirli kanunî süre çoktan geçirilmiş olduğu tarihlerde hiçde acele etmeyi akıllarına getirmeyen bu efendiler, bizim Erzurum'dan Sıvas'tan beri yapageldiğimiz sayısız teşebbüs ve çalışmalarımızın bir başarısı olarak seçimlerin yenilenmesi sağlandıktan ve herbirinin milletvekilliği ayrıca aracılık edilerek ve uğraşılarak elde edildikten sonra, nihayet üç beş gün gibi az bir gecikme böyle bir aceleciliği gerektirir miydi? Hele bu gecikme, büyük bir gayenin gerçekleştirilmesi, özellikle İstanbul'da toplanmak gafletini gösterenlerin kendi şahıslarının da dokunulmazlığı iIe ilgili tedbirlerin alınması yollarını görüşme maksadına dayandığına göre, bu efendileri bu kadar aceleye sürüklemeli miydi? Hiçbir tedbir ve karar almadan, bir an önce, hakaret ve rezalete uğramakta acele etmek neden ileri geliyordu?



Üçüncüsü, Efendiler, tertemiz ve lekesiz arkadaşlarını aldatarak, İstanbul'da kendilerinin içinde bulundukları tehlike ve hakaret çemberine çabucak sokmak isteyen bu efendiler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden değiller miydi? Bu millî cemiyetin üyeIeri bulunmuyorlar mıydı? Bir cemiyetin üyeleri, milletvekili oldukları halde bile, cemivetin önderleri ile görüşerek, sonunda tespit edilecek program çercevesinde harekete mecbur değiller miydi? Dünyanın her tarafında, bütün medenî toplumlarda bu böyle değil midir?



Bir grubun, bir partinin liderleriyle görüşüp ilişki kurmasından, yasama gücünün başka kuwetlerin etkisi altında hareket etmiş olduğu zannını doğuracağı kuruntusuna neden düşülüyor ve bunun, düşmanların dikkatini çekeceğinden neden korkuluyordu? Bu efendiler, seçimlerin yenilenmesini ve milletvekillerinin seçilmesini sağlamış olan teşkilâtın etkisi altında kalmış görülmeyi yüksek şeref ve onurlarına yakıştıramıyorlar mıydı?



Bu efendiler, milletvekillerinin memleket içinde güçlü bir millî teşkilâta bağlı olduklarını, o teşkilâtın tespit ettiği belirli gayelerden ayrılamayacaklarını ve her ihtimale karşı o teşkilâtın etkisi altında bulunduklarını açık bir vicdan ve açık bir alınla ilân etmenin, asıl bunun, içeride ve dışarıda en büyük güven ve saygı kazandırabileceğini takdir edemiyorlar mıydı?



Ve asıl böyle bir vicdan ve inanç gücüne sahip olarak, belirli millî gayeyi gerçekleştirme yolunda her tehlikeye göğüs germeye hazır bir tavır ve durum alınmadıkça, Meclis'in kendisinden beklenen hizmetleri yerine getirebilmesine imkân olamayacağını anlamak, kâhinliğe mi, yoksa görüldüğü gibi saldırı ve hakarete miskince boyun eğmeye mi bağlıydı?



Bu efendiler, benim milletvekilleri ile şahsen görüşmemi istemiyorlar. Yine, hükûmet ve bazı efendiler, benim İstanbul'a da gitmemi uygun görmüyorlar. Ancak, geniş yetkilerle bir delegenin gönderilmesini tavsiye ediyorlar. Doğrusu bu noktadaki akıl ve kavrayışlarına diyecek yok! Gönderdiğimiz temsilciler değil miydi ki, milletvekillerinin düşman pençesine düşmelerinde birinci derecede etkili olmuşlar ve en sonunda kendi şahıslarını bile korumanın tedbir ve çaresini bulmaktan âciz olduklarını ispat etmişlerdir.



Milletvekilerini kimseye sormadan İstanbul'a çağırma konusunda, onları aldatmayı ve oldubittiye getirmeyi başaramayınca, bu defa, bizim tarafımızdan duyuru yapılmasını istemekte gösterilen nezaket pek ince değil midir, Efendiler?



Saygıdeğer Efendiler, bu sözünü ettiğim telgrafa cevap olarak şu kısa şifreyi yazdım :



5.1.1924

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne

Önergeyi veren milletvekillerinin adlarının ve bu önergeyi kime hitaben verdiklerinin bildirilmesini bekliyoruz, efendim.



Hey'et i Temsilıye adına

Mustafa Kemal



Harbiye (Nezareti), 6.1.1920

Ankara'da 20' nci Kolordu Kornutanlığı'na



İlgi : 5 Ocak 1920



Mustafa Kemai Paşa Hazretlerine özel :



Milletvekillerinin adları şunlardır : Hüseyin Kâzım, Tahsin, Celâlettin Arif, Hâmit... ve başkalarıdır. Bana getirenler baştaki iki kişidir.



Harbiye Nâzırı

Cemal

Efendiler, sonradan bize verilen bilgilere göre, bana telgraf çeken kimseler, milletvekillerinden oluşmuş bir grup değildi. Sadrazam, Siverek milletvekili olduğunu öğrendiği ve kendisinin şahsen tanıdığı Hakkı Bey adında bir zatı ve Hüseyin Kâzım Bey'i yanına çağırarak, bana çekilmek üzere kısa bir telgraf yazdırmış. Bu telgrafı bazı kimselere elden imza ettirmişler. Şifre olarak gönderilmek üzere, Hakkı ve Hüseyin Kâzım Bey'ler Cemal Paşa'ya götürmüşlerdir.



Demek ki, beş maddelik olan ve önerge adı verilen telgraf sonradan uydurulmuştur. Zaten, önergeden söz edildiği halde, henüz bu önergenin sunulmuş olduğu makamın belli olmaması da bu işte bir dolap döndüğünü ve özel bir maksadın bulunduğunu göstermeye yeterdi. Daha Meclis açılmış ve Meclis Başkanlığı göreve başlamış değildi. Bununla birlikte, Cemal Paşa'nın bu telgrafını aldıktan sonra, şu şifreli telgrafı yazdim :



Ankara, 9.1.1920

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne

Hüseyin Kâzım, Tahsin, Celâlettin Arif, Hâmit Beyefendilere özel :



Ankara'ya gelmenin kötü yorumlara yol açacağını, Harbiye Nâzırı Paşa Hazretleri vasıtasıyla bildiren görüşlerinizi öğrendik. Konu, vatan ve milletin varlığı ile ilgilidir. Millî Meclis'te millî teşkilâta dayalı kuvvetli bir grup kurulmaz ve Sıvas Genel Kongresi ile milletin bütün dünyaya ilân ettiği kararlar, Meclisin büyük çoğunluğu tarafından bir inanç ve ilke olarak benimsenmezse, millî hizmetimizin sağlayacağı başan boşa çıkar. Memleket bir felâkete uğrayabilir. Bundan dolayı, birtakım vatansız ve dinsizlerin propagandalarının bizim için uyulacak bir değeri olamaz. Gaye, vatan ve milletin kurtuluşudur. Bir iki gün için teşrifiniz ve karşılıklı görüşme ile bir ülkü birliğine varılması bizce pek önemlidir. Buna göre tutulacak yolun seçilmesi, yüksek görüşünüze bağlıdır. Saygılarımızı sunarız efendim.



Hey'et-i Temsiliye adına

Mustafa Kemal

74Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:15 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

BAYBURT'TA BİR YALANCI PEYGAMBER





Saygıdeğer Efendiler, İstanbul'un dokunduğumuz ve açıklamasını yaptığımız bu can sıkıcı durumu ile uğraşırken, memleketin doğu ucunda da bir yalancı peygamberin yarattığı oldukça önemli ve kanlı bir olay geçiyordu. Bununla ilgili olarak 15'inci Kolordu Komutanlığı'ndan birçok raporlar geliyordu. Bayburt'a dört saat uzaklıkta Hart karyesi vardır. Bu karyede oturan Eşref adında bir şeyh, şiîlik telkinlerinde bulunuyormuş. Bundan üzüntüye kapılan Bayburt müftüsü ve din adamları, şeyhi getirerek sorguya çekmek için kurdukları bir hey'eti Hart'a göndermişler ve mahallî hükûmet adına şeyhi davet etmişler... Şeyh bu davete uymamış... Mahallî hükûmet 5O kişilik bir birlik göndermiş. Buna büsbütün öfkelenen şeyh, müritleriyle birlikte birliğe saldırmış; silâhlarını ve cephanesini almış; er ve subaylarını esir, bazılarını da şehit etmiş... Bunun üzerine, çevredeki bazı birlikler Bayburt'a gönderilmekle birlikte, işin kan dökülmeksizin barış yolu ile çözüme bağlanması tercih edilmiş... Şeyhe din adamları ve yüksek rütbeli subaylardan kurulu birkaç hey'et gönderilmiş... Hükûmete boyun eğmesi için öğütler verilmiş... Böylece, boşu boşuna on altı gün kaybedilmiş. En son giden Erzurum kadısı başkanlığındaki hey'etin ricası da Şeyh Eşref üzerinde etkili olamamış. Aksine, şeyh bunlara : "Hepiniz kâfirsiniz! Kimseyi tanımam ve boyun eğmem. Savaşacağım. Allah bana, buyruğumu kullarıma duyurmakla görevlisin" dedi yolunda bir ültimatom vermekle birlikte, bir yandan da köylere "Sahib-i Şeriat" ve "Mehdî-i Muntazar" imzalarıyla birtakım bildiriler göndererek halkı kandırmış ve kendisine katılmalarını sağlayarak başkaldırmış... Bunun üzerine, bizzat Bayburt'a gelip 9'uncu Tümen'in komutasını ele alan Yarbay Hâlit Bey, 25 Aralık 1919 günü, yeterince kuwetle Hart'a hareket eder. Şeyh başına topladığı âsîlerle karşı koymaya karar verdiğinden, topçu ve piyade birliklerinin şeyhle çatışması ve çarpışması gerekir. Bu sırada, şeyhin müritlerinden birtakımları da Hart'a yardım etmek üzere, çevre köylerde toplanırlar. Nihayet, Yarbay Hâlit Bey' in doğrudan doğruya Bayburt'tan bana gönderdiği 1 Ocak 1920 tarihli şifresinde bildirdiği gibi, "Hart olayı, yalancı peygamberle oğullarının ve kendisine bağlı adamlarından bazılarının öldürülmesi ve Hart'ın teslim alınmasıyla sonuçlanmıştır.



Halit Bey, bu şifresinde, milletvekilleri ile ilgili bazı bilgiler de verdiğinden, kendisine 1/2 Ocak 1920 tarihinde şu şifreli telgrafı yazdım :



Hart olayında siz kardeşimin elde ettiği başarıyı kutlar, milletvekillerinin Ankara'ya gelmeleri yolundaki çalışmalarınıza teşekkür ederim.



Mustafa Kemal





HARBİYE NAZIRI CEMAL PAŞA GENÇ KOMUTANLARI BAŞINDAN UZAKLAŞTIRMAK İSTİYOR





Efendiler, Harbiye Nezareti ile Hey'et-i Temsiliye arasında bir türlü çözüme bağlanamamış bir konu vardı. Nâzır Paşa, İstanbul'da bulunan generalleri kolorduların ve albay rütbesindeki komutanları tümenlerin başına geçirmek istiyordu. Öteki komutan ve subayları da Anadolu'daki birliklere göndereceğinden söz ediyordu. Bu isteği bir ilke olarak ileri sürmüş ve uygulamasını da; Harbiye Nezareti eski Müsteşarı Ahmet Fevzi Paşa' yı, Ankara'da Ali Fuat Paşa'nın yerine 20'nci Kolordu Komutanlığı'na, Nurettin Paşa'yı da Konya'da Albay Fahrettin Bey' in yerine l2'nci Kolordu Komutanlığı'na atamak suretiyle bir oldubittiye getirmek istemişti.



Bu sisteme uyulup uygulandığı takdirde, Birinci Dünya Savaşı'nda yetişmiş, kolordu ve tümen komutanlıklarına yükselmiş ne kadar genç general ve komutan varsa, şüphesiz bunların hepsi de bu görevlerden uzaklaştırılmış olacaklardı. Çünkü, İstanbul'da toplanmış bulunan eski general ve komutanlar, kıdem ve rütbe bakımından, büyük ordu birliklerinin başında bulunan genç komutanlardan önde geliyorlardı.



Biz asla bu prensipten yana olamazdık.Özellikle, içinde bulundumuz şartlar unutularak girişilen böyle sakat işlere, elbette olur diyemezdik. Bundan dolayı, Cemal Paşa' ya, her zaman görüşümüze ve atanan yeni kolordu komutanlarının gönderilmemeleri gereğini bildiriyorduk.



Fahrettin Paşa , kolordusunun başında bulunarak Aydın cephesine yardım ve destek sağlamaya çalışıyordu. Ali Fuat Paşa , Ferit Paşa zamanında görevden alınmıştı. Cemal Paşa, o haksız işlemi düzeltmek istememişti.



20'nci Kolordu'ya, Ankara'da bulunan 24'üncü Tümen Komutanı Yarbay Rahmetli Mahmut Bey, vekil olarak komuta ediyordu. Ali Fuat Paşa hem Kuva-yı Milliye Komutanlığını yapıyor hem de gerçekte kolordusuna hâkim bulunuyordu.



Biz, kolordu ve tümen birliklerinde komuta değişikliğini kabul etmemeye, özellikle millî gayenin emrine girmiş ve o yolda çalışmakta olan, şahsiyetleri bizce bilinen komutanları, böyle boş ve kimbilir nasıl özel bir maksat güttüğü de bilinmeyen bir prensibe feda etmemeye kesinlikle karar verdik. Yalnız, İstanbul'da bulunan genç ve fedakâr subaylarla doktorların bir an önce Anadolu'ya, ordu birliklerine gönderilmelerini yararlı buluyor ve istiyorduk.



Cemal Paşa , Ankara'ya geldiğimiz günlerde bu iş üzerinde daha ısrarlı durmaya ve acele etmeye başladı. Konuyu haysiyet meselesi yaptı. İstifa edeceğini bildirerek gözdağı vermeye başladı. Makine başında cevap verilmesi için yaptığı ısrar üzerine, Harbiye Nâzırı'na 29 Aralık 1919 tarihinde yazdığım şifreli telgrafta :



"Ali Fuat Paşa' nın komutanlıktan ayrılmasını, biz aslında hiçbir vakit devamlı olarak kabul etmedik. Ahmet Fevzi Paşa'nın komutanlığa asıl olarak atanması söz konusu olamaz, Barışın gerçekleşmesinden önce tasarlanan ve uygun bulunan esasların uygulanması çok büyük sakıncalar doğurur, Savaşta yararlık göstererek makam ve mevki kazanmış kimseleri ast durumuna düşürmek olmaz. Bu zamansız teşebbüsler millî teşkilât için çalışmakta olan kimselerin iş başından ayrılmalarına ve böylece millî birliğin sarsılmasına yol açar.



Açıkta kalmış, yetenekli subaylar, kolordulara bağlı birliklere, kolordulann emrindeki bölge ve mevki komutanlıklarına ve askerlik şubelerine, bulundukları rütbelerle atanarak tatmin edilebilirler.



Küçük rütbeli subay ve doktorların ise bir an önce gönderilmesi gerekir. 12' nci Kolordu'ya gelince, bu kolordu, savaşmakta olan Kuva-yı Milliye ile işbirliği etmiş ve iki taraf arasında fiilî ve karşılıklı bir güven doğmuştur. Değişiklik kesinlikle doğru değildir. Oradaki durumun da böyle bir şeye asla tahammülü yok yoktur" dedim.



Efendiler, bu konu üzerinde Anadolu ve Rumeli'de bulunan bütün komutanlarla yazışmalar yaparak dikkatlerini çekmiştim. Ocak ayı başında, Ankara'da bulunan Fuat Paşa'ya olduğu gibi, Konya'da bulunan Fahrettin Paşa'ya da: "Nurettin Paşa atanacak olursa, komutayı bırakmayarak eskisi gibi millî ve vatanî görevinize devam etmeniz gerekmektedir. Bu bakımdan, bu konuda yapılacak tebligattan bizi zamanında haberdar ediniz" emrini verdim.







HARBİYE NAZIRI CEMAL PAŞA, DEDİKLERİM YAPILMAZSA GÖREVDEN ÇEKİLİRİM VE MİLLET MECLİSİNİN AÇILMASI GERÇEKLEŞEMEYECEK BİR HAYAL OLUR, DİYOR





Cemal Paşa , Ocak ayı başlarında, o tarihte Harbiye Nezareti başyaveri bulunan Salih Bey' i 8'inci Kolordu Komutanı Salih Paşa ' dır, kendisinin iki mektubu, bu mektuplara ekli oiarak, İtilaf Devletleri olağanüstü temsilcilerinin 24-Aralık 1919 tarihli ortak bir notası ve bu notaya hükumetin verdiği cevap sureti ile birlikte Ankara'ya gönderdi. Cemal Paşa, bu mektuplarında da komuta değişikliği ve görevden alma düzenlemeleriyle ilgili prensibinden, komutanlığa atadığı Ahmet Fevzi ve Nurettin Paşa'ların görevleri başına gitmelerini sağlama gereğinden söz ediyor ve özellikle : "Ordunun önemli komuta mevkilerinde, son Millî Mücadele'ye açıkça katılmış olan kimselerin bizzat ve resmen bulunmaları, dışarıya ve özellikle yabancılara lara karşı, orduda siyasetin hâkim olduğu görünümünü verir ve bu da herhalde kötü etki yapar; Nezaret doğrudan doğruya bu etkilerin fiilî baskısı ile karşı karşıyadır" diyordu. Görevinden çekileceğini yine tekrarlıyor ve bu defa, bu durumda artık Millet Meclisi'nin toplanmasının gerçekleşemeyecek bir hayal olacağını haber veriyordu .



Efendiler, bu konu ile ilgili olarak verdiğim cevapları şöylece özetleyebilirim : "Görüşlerimizde isabet bulunduğu yolundaki inancımızı tekrarlarız. Ferit Paşa'nın kötü yönetiminin mirası olan Aydın cephesinin ve bölgesinin ve oralardaki Kuva-yı Milliye'nin şimdiki ve gelecekteki durumunu, büyük bir ilgi ile dikkate alıyoruz. Gelecek için ümit verici bir durumun yaratılmasını düşünüyoruz.



Ali Fuat Paşa'nın devlet ve millet gözünde, her türlü eleştirinin dışında bulunduğu inancının korunması ana şarttır. Millî Mücadele sırasında her ne şekilde olursa olsun ileri atılmış olanların, görevlerinden uzaklaştırılmaları ve durumlarının değiştirilmesi, fedakârlıklarının suç sayıldığı şeklinde yorumlanır. Bu durum, bizim sonuna kadar değişmeyecek olan görüşümüze göre, asla uygun sayılamaz."



Hükûmetçe söz konusu olan siyasî sakıncaları ortadan kaldırmak için yapılacak her şey yapılmıştır.



Ahmet Fevzi Paşa , bizimle işbirliği yapabilme kabiliyetine sahip değildir. Ahmet Fevzi Paşa'nın özel görevle gezip dolaşır ken, gittiği yerlerde söylediği mantıksız sözleri bildirmiştik. Bunu kendisinden beklemem diye buyurmuştunuz. Ahmet Fevzi Paşa'nın arkadaşlara yazdığı özel bir şifreli telgrafta : "Ordu bugünkü anarşik durumunda kaldıkça memleket için felâket kaçınılmazdır" diyor. Bu zat, ordunun millî teşkilâtı desteklemesini anarşi olarak kabul ediyor. Oysa, bilmek gerekir ki, ordu millî teşkilât kadrosunun dışında değil, belki onun ruhunu ve temelini oluşturmaktadır.



Ahmet Fevzi Paşa'nın, Gönen'de ilk iş olarak yaptığı marifet, Anzavur olayından dolayı bin güçlükle ele geçirilen haydutların serbest bırakılmasını istemek olmuştur. Bizimle görüşmeden tayin ettiğiniz iki zatın kabul edilemeyeceği yolundaki zarurî ve haklı düşünceleriınize karşı, ortaya bir haysiyet meselesi çıkarmayınız. Bu, vatan ve millete bağlılıkla bağdaştırılamaz.



"Görevden çekilirseniz, Meclis-i Meb'usan'ın toplanmasının gerçekleşemeyecek bir hayal olacağı, yolundaki kaydınızdan, Sadrazam da dahil olduğu halde bütün kabinenin meşrutiyet idaresine karşı olduğu anlaşılmaktadır. Pek önemli olan bu noktanın tam olarak açıklanması ve belirtilmesi rica olunur."(Belge : 217).





İTİLAF DEVLETLERİ FEVKALADE TEMSİLCİLERİNİ ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ'NE VERDİKLERİ ORTAK NOTA





Efendiler, şimdi Başyaver Salih Bey aracılığı ile gönderildiğini bilginize sunduğum İtilâf Devletleri olağanüstü temsilcilerinin Ali Rıza Paşa Kabinesi'ne verdikleri ortak notadan da biraz söz edeyim :



Fransa, Büyük Britanya ve İtalya olağanüstü komiserleri, Karadeniz Ordusu ve Başkomutanı Sir George Milne ( Sör Corç Miln ) ile Osmanlı Harbiye Nâzırı arasında geçen birtakım yazışmalara Osmanlı Hükûmeti'nin dikkatini çektikten sonra, bu yazışmalardan açıkça anlaşılıyor ki, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa, Karedeniz Ordusu Başkomutanı'nın, Paris Konferansı kararlarına uyarak verdiği talimatı uygulayacak yerde, yüksek görevinin gerektirdiği sorumluluktan kaçınarak, birtakım kabulü imkânsız mazeretler ve sebepler ileri sürmüştür.



Olağanüstü komiserler, Harbiye Nâzırı'nın takındığı tavrın yol açacağı tehlikeli sonuçlar üzerine Osmanlı Devleti'nin dikkatini çekmekle birlikte, Karadeniz Ordusu Başkomutanı tarafından bildirilen Konferans kararlarının uygulanması için ne gibi tedbirler almayı düşündüğünü öğrenmek ister.



Olağanüstü komiserler, "olayı öğrenen İtilâf Devletleri Yüksek Meclisi'ni aydınlatmak üzere, Yüksek Meclis adına verilen emirlerin Harbiye Nâzırı tarafından yerine getirilmemiş olmasını, Osmanlı, Hükûmeti'nin nasıl karşıladığını hemen bildirmesini ister" diyorlar.



Efendiler, Osmanlı Hükûmeti, bu notaya verdiği cevapta : "İzmir'in işgalinin nasıl başladığını; karma komisyonun nasıl soruşturma yaptığını ve soruşturmaya kadar geçen zaman içinde, Yunan yırtıcılığı karşısında halkın nasıl can ve namusunu koruma kaygısına düştüğünü; hükûmetle ordunun daima araştırma komisyonunun adalet ve insafına güvendiğini; yalnız, akan kanları, hiç değilse şimdilik dindirmek için, Osmanlı Harbiye Nezareti'nin,General Milne Cenapları'na,23 Ağustos 1919 tarihli bir yazı ile teklifte bulunmuş olduğunu bildiriyor. Bu teklifin, Yunan birlikleriyle Kuva-yı Milliye arasına Osmanlı birliklerinin yerleştirilmesinden ibaret olduğunu; ancak, bu teklifin kabul edilmediğini" ifade ediyor.



Sonra; "İşgal bölgesinin Yunan birliklerinden başka, İtilâf birlikleri tarafından da işgali teklifiyle ilgili 20 ve 27 Ağustos 1919 tarihli iki yazıya ve bunların da karşılıksız kaldığına" işaret olunuyor.



Bundan sonra da, " General Milne Cenapları'nın sınır tespitini gösterir yazılarının (3 Kasım 1919), Harbiye Nezareti'ne gönderildiği noktasına temas edilerek, Harbiye Nâzırı'nın böyle bir yazının hükümlerini uygulamaya tek başına yetkili bulunmaması dolayısıyla, hükümete başvurduğundan ve hükûmetçe de durumun komiserlere bildirildiğinden" söz ediliyor.



Daha sonra, geçici sınır çizgisine kadar Yunanlıların işgaline engel olan kuvvetin, halk kitlesinden ibaret olduğunu söylüyor. Hükumetin ve ordunun halka sözünü geçirmekte güçsüz olduğunu belirterek, konuya adaletli bir çözüm yolu bulunmasını bir daha rica ettikten sonra "gerek hükûmet ve gerek Harbiye Nezareti sanki Paris Konferansı kararlarını uygulamıyormuş gibi bir suçlamadan vazgeçilerek, lûtfedip kurtarmaya yardımcı olunması" yolundaki yalvarmalara yüksek saygıları da eklenerek, cevap yazısına son veriliyor.



Saygıdeğer Efendiler, şimdi de Cemal Paşa'nın mektuplarında dokunduğu noktalara işaret edeceğim :



Harbiye Nâzırı, bize İtilâf Devletleri komiserlerinin notasını okuturken bir taraftan da öteden beri yaptırmak veya bizi yapmaktan alıkoymak istediği noktaları tekrarlıyor ve pekiştiriyordu. Cemal Paşa'nın, bu defa isteklerini ileri sürer ve teklif ederken, bu notayı da okutarak bizim ruh halimiz ve manevî gücümüz üzerinde etkili olmayı düşünmüş bulunduğuna ihtimal vermek bilmem doğru olur mu?



Cemal Paşa , İtilâf Devletleri'nin siyasî eğilimlerinden söz ettikten sonra, "Hükümet, Wilson prensipleri çerçevesinde kabul edebilecekleri yeniliklere söz verir nitelikteki bir bildiriyi yakında yayınlayacaktır. Dahiliye Nâzırı'nı gücendirmemelidir; çünkü ayrılır. O takdirde hükûmet bunalımı olur. Meclis açılınca Dahiliye ve Hariciye Nâzırları'nın değiştirileceği kesindir. Düşmanlar, Meclis'i açtırmamak istiyorlar. Hattâ Muhipler Cemiyeti'nin, Zâtışâhâne'ye başvurarak ve bu Meclis in meşru olmadığını bildirerek, dağıtılmasını isteyecekleri haber alındı" , diyor ve milletvekillerinin Ankara'ya gelmesi işinden söz ediyor.

75Nutuk | Söylev - Sayfa 3 Empty Geri: Nutuk | Söylev Çarş. Nis. 23, 2008 10:15 am

ÇAKAL

ÇAKAL
Öğrenci
Öğrenci

İTİLAF DEVLETLERİNİN KARADENİZ BAŞKOMUTANI, OSMANLI DEVLETİ'NİN HARBİYE NAZIRI'NA DOĞRUDAN DOĞRUYA TALİMAT VE EMİR VERMEKTEDİR




Şimdi Efendiler, bu üç belge metnini göz önünde bulundurarak hep birlikte kısa bir yorumlama yapalım: Komiserlerin notasından anlıyoruz ki, İtilâf Devletleri'nin Karadeniz Başkomutanı M r. G e o r g e M i I n e, Osmanlı Devleti nin Harbiye Nâzırı'na, C e m a l P a ş a 'ya doğrudan doğruya kendi emri altındaymış gibi talimat ve emirler vermektedir. C e m a 1 P a ş a , şimdiye kadar bize bunu bildirmedi.



Ve yine anlı oruz ki, Osmanlı Devleti'nin Harbiye Nâzırı, atdığı talimat ve emirleri yerine getirememekten ve kabulü imkânsız özürler ve sebepler ileri sürmüş olmaktan dolayı suçlanıyor.



Harbiye Nâzırı'nın aldığı emirlerin ne olduğunu kestiriyor ve ne için yapamamakta olduğıınu da anlıyoruz. Çünkü, Kuva-yı Milliye engeldir... Kuva-yı Milliye, Harbiye Nâzırı'nın ve hükûmetin, Başkomutan Mr. G e o r g e M i 1 n e'in emirlerine ve talimatına uyarak verdiği veya vereceği emirlere boyun eğmiyor.. İşte komiserler, Paris Konferansı adına, bunu, kabul edilebilecek nitelikte bir özür ve sebep saymıyorlar. Demek istiyorlar ki, hükûmet iseniz, Harbiye Nâzırı iseniz, memleketz, millete, orduva hâkim olmalısınız! Hâkim iseniz, ileri sürülen özürler ve sebepler kabul edilebilecek gibi değildir.



Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi, 2 Ekim 1919'da iş başına geçti. On dan önce Ferit Paşa Kabinesi vardı. Buna göre, Kuva-yı Milliye ile Yunan birlikleri arasında, Osmanlı birliklerinin yerleştirilmesiyle ilgili 23 Ağustos 1919 tarihindeki teklifi yapan Ferit Paşa Kabinesi'dir.



Ali Rıza Paşa Kabinesi, daha bir teklif ileri sürmüş değildir. Ancak, buna rağmen, Başkomutan M i l n e , 3 Kasım 1919 tarihinde düşmanların rın gireceği bölgenin sınırını çiziyor ve bu sınıra kadar Yunanlıların gir melerinin sağlanmasını C e m a 1 P a ş a 'ya emrediyor. İşte C e m a 1 P a ş a'nın yerine getiremediği emir bu oluyor. Teşekküre değer bir durumdur ki, gerek kendisi gerek içinde bulunduğu kabine, nihayet iş başına geçtikten bir ay sonra, Kuva-yı Milliye'ye karşı güçsüz olduklarını yabancı komiserlere söyleyebilmişlerdir.



Efendiler, bu belgelerden anlaşılması gereken en önemli ve en anlamlı nokta, bencc, kabinenin ortak notaya vermiş olduğu karşılıkta, komiserlerin ileri sürdükleri noktalara büyük bir alçak gönüllülük ve incelikle cevap verilirken, bir hususun asla dikkate alınmamış olmasıdır. O da, Efendiler; M r. G e o r g e M i 1 n e'in Osmanlı Devleti'nin Harbiye Nazırı'na doğrudan doğruya emir ve talimat vermekte oluşudur. Bu durum ne millî teşkilât'a karşı onur meseleleri çıkaran Harbiye Nâzırı'nın ne de Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığını korumak sorumluluğunu yüklenmiş olan kabinenin şeref ve haysiyetine dokunmuyor. Bu durumun, kendilerinin haysiyetini ve devletin bağımsızlığını çoktan zedelemiş olduğunu farketmek istemiyorlar. Hiç olmazsa protesto etmiyorlar. Hiç olmazsa, bağımsızlığıınıza darbe vuran bu saldırı ve tecavüze aracılık edemeyiz diye feryada cesaret edemiyorlar... Cesaret edemiyorlar Efendiler, çünkü korkuyorlar. Nitekim korktukları başlarına geldi. Bunu yakında göreceğiz. Korkmamak için, insan haysiyetini ve millî gururun saldıraya uğrayamayacağı çevre ve şartlar içinde bulunmak gerekir. Buna değer vermeyenlerin, aslında bir insan için, bir millet için, hiçbir saldırıya uğratılmaksızın korunabiImesi, en büyük namus borcu olan kutsal kavramlar üzerinde çoktan saygısız ve duygusuz oldukları yargısına hak kazandırmaktadır.





İNSAF VE MERHAMET DİLENMEKLE MİLLET İŞLERİ, DEVLET İŞLERİ GÖRÜLEMEZ





İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri, devlet işleri görülemez. Milletin ve devletin şeref ve bağımsızlığı korunamaz...



"İnsaf ve merhamet dllenmek gibi bir ilke yoktur. Türk milleti Türkiye'nin gelecekteki çocukları, bunu bir an akıllarından çıkarmamalıdırlar".



Efendiler, C e m a l P a ş a'ya komuta değişikliği ile ilgili noktalarda verdiğimiz cevabı bilginize surımuŞtum. Müsaade ederseniz, o cevabın baş tarafını oluşturan diğer noktalar üzerindeki görüşlerimizi de özetleyeyim :



Temel noktalar üzerindeki gÖrüşlerimiz şunlardı :



1- İtilâf Devletleri'nin her biri, bütün Türkiye'den en büyük çıkarlarını sağlamak peşindedirler. Bu da, Türkiye'de güvenilir bir dayanak noktasının elde edilmesini gerekli kılmaktadır. Yabancılann açıktan açığa aleyhte görünmelerinin ve hoşnutsuz olmalarının sebebini, kabinenin tarafsız tutumunda aramalıdır.



2 - Kabine bildiri yayınlamakta acele etmemelidir. Bildiri, kabine durumunu sağlamlaştırdıktan sonra yayınlanmalıdır. Kabinenin güçlü olması, her bakımdan Kuva-yı Milliye'ye dayandığı inancını verecek bir davranış tarzını benimsemesiıve ve bunu bütün dünyaya göstermesine bağlıdır.



Meclis toplandıktan ve orada kuvvetli bir "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu" meydana geldikten sonra, bildiriye sıra gelebilir. Bildiri, her halde, Barış Konferansı'na gidecek delegeler yola çıkmadan önce, fakat grupla görüş birliğine varılarak düzenlenmelidir. Çünkü, böyle olmazsa hiçbir önem ve değeri olmayacaktır. Bir de, işe, kabul edilecek yenilikleri duyurmakla başlamak doğru değildir. Aksine, bildiride milletin bağımsızlığından ve ülkenin bütünlüğünden başlamak ve ancak bunun sağlanması şartına bağlı olmak üzere, hükûmet işlerinin ana çizgilerini tespit etmek yerinde olur.



Bu bildiriye temel olacak önemli noktalar Sıvas Gene1 Kongresi'nin bildiri ve tüzüklerinde yer almıştır. Orada, gelecekteki sınırlar, devlet ve milletin bağımsızlığı, azınlıklann haklan, yabancı himayesinin milletçe nasıl karşılandığı gibi hususlar açıklanmıştır. Böyle bir bildiri şimdiden hazırlanır ve Meclis'in açılışında çoğunluk grubuyla görüşüldükten sonra ilan edilir. Uygun olanı budur.



3 - Dahiliye Nâzırı'nın çekilmesiyle kabinede bir bunalım doğmasına sebep görülmemektedir. Böyle bir düşünceden, Dahiliye Nazırı'nı sadrazam olarak kabul ettiğiniz anlamı çıkar. Bir kabinede bunalım ancak hükûmet başkanının çekilmesiylo çıkabilir. Kabinenin Dahiliye Nazırı Ş e r i f P a ş a' ya, onun da F e r i t P a ş a'ya bağlı olduğu anlaşılıyor.



Meclis açıldıktan sonra, Dahiliye ve Hariciye Nâzırlan'nın kesin olarak değiştirilecekleri yolundaki işareti anlayamadık. Bu nâzırlar şim diden böyle bir söz verdiler mi?



Düşmanların Meclis'i açtırmak istemeyecekleri tabiîdir. Yalnız, Padişah'ın, Meclis'i dağıtma ihtimali de düşünülebilir mi? Eğer böyle bir ihtimal varsa, o halde Meclis'i, İstanbul'da dağıtmak ve milleti Meclissiz bırakmak için mi topluyoruz? Bu bakımdan, Padişah'ın bu konudaki görüşlerinin hey'etimizce kesin olarak şimdiden bilinmesi gerekir ki, milletvekillerini İstanbul dışında güvenli bir yerde toplamak için teşebbüslerde bulunalım. Aksi halde, Meclis İstanbul'da toplanmak yüzünden yukarıda belirtilen durumlara düşerse, bunun sorumluluğu İstanbul'da toplanmasını ısrarla isteyenlere ait olacaktır.



4 - Milletvekillerinin görüşmelerde bulunmak üzere Ankara'ya gel- meleri yararlıdır.





ANKARA HALKI İLE YAKINDAN TANIŞMAK İÇİN VERDİĞİM KONFERANS





Efendiler, beni gerçekten samimî, parlak ve güven verici duygularla karşılamış olan sayın Ankara halkı ile daha yakından tanışmak ve onlarla börüşmek bir görev hükmünde idi. Onun için, görüşmek üzere davet ettiğimiz milletvekillerinin gelınelerini beklediğimiz günlerde, toplanmış olan sayın Ankaralılara, bir konferans vermiştim (Belge : 220).



Bu konferansın temel noktaları üzerinde kısaca konuşayım :



W i l s o n prensipleri : Bu prensiplerin 14 maddesinden Türkiye ile ilgili olanları vardı. Zaten yenilmiş ve Ateşkes Anlaşması imzalamış Osmanlı Devleti, bu prensiplerin gönül okşayıcı ve göz aldatıcı manzarasıyla bir süre oyalandı.



30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondoros Mütarekesı'nin maddeleri ve bu maddeler arasında özellikle yedincisi, beyni yakan ateşten bir zehirdi. Yalnız bu madde, vatanın geri kalan kısmını düşmanların işgal ve istilâsına hazır bulundurmaya yeterdi.



İstanbul'da biribiri ardınca gelen ve âciz kimselerden kurulmuş olan kabineler, şerefsiz, haysiyetsiz ve aşağılık görünüşleriyle, suçsuz ve Tanrı'ya bel bağlamış olan milletin sembolü olarak tanındı; değer vermeye lâyık görülmemeye başlandı. Bu yüzden dünyanın medenî devletleri medeniyetin gereklerini unutacak kadar saygısız oldular. Öteden beri Türk milleti aleyhinde bütün dünyada yapılan en mantıksız propagandalar, her zamankinden çok kulak vermeye değer bulundu.



Dokuz aydan beri, başlayan milli uyanış ve faaliyet, durumu ve görünüşü değiştirdi ve daha, çok değiştirecektir. Millet kurulmuş olan birliği korur ve bağımsızlığı için fedakârlıktan çekinmezse başarı muhakkaktır. Erzurum ve Sıvas Kongrelerinde alınmış olan kararlar, milletin gerçekleştireceği amaçların temelini oluşturur.



Ferit Paşa Kabinesi'ni düşüren millettir. Fakat Ali Rıza Paşa Kabinesi'ni iktidar mevkiine getirmiş olma sorumluluğu millete ait değildir. Bununla birlikte anlaşma durumundavız.





ANKARA'YA GELEN MİLLETVEKİLLERİYLE YAPTIĞIM TEMASLAR





Efendiler, şimdi Ankara ya gelen milletvekilleriyle ya pılan temas ve görüşmelere gelelim :



Milletvekilleri, aynı günde veya günlerde toplu olarak bulunamadılar. Teker teker veya küçük gruplar haünde gelip gittiler. Bu zatların veya hey'etlerin hepsine, ayrı ayrı ve hemen hemen aynı temel noktaları günlerce üst üste tekrarlamak zorunda kaldık.



Herşeyden önce, manevî gücün, kalp ve vicdan gücünün yüksek tutulması şarttır. Bunu bilirsiniz. Biz de bu gücü artırmak üzere :



Önce içteki ve dıştaki duzumun güven ve ferahlık verici nitelikte gelişen noktalarını ve yönlerini araştırarak açıklamaya ve ispata çalıştık. Snnra, belirli bir amaç etrafında bilinçli ve azimli olarak birleşmenin sarsılmaz bir güç olduğu gerçeğini, yorulmaksızın tekrar ettik.



Bir toplumun yaşamasının ve mutluluğunun, ancak gayelerinde ve gayelerinin gerçekleştirilmesinde tam bir birlik halinde bulunmasına bağlı olduğunu açıkladık. "Vatanın kurtuluşu, istiklâlin kazanılması" hedefine yönelmiş bulunan millî birliğimizin, köklü ve düzenli bir teşkilâtın varlığına ve bu teşkilâtı iyi yürütüp yönetebilecek yetenekli kafaların ve enerjilerin, bir tek beyin ve bir tek enerji halinde birleşmiş ve kaynaşmış olmasına bağlı bulunduğunu söyledik. Bu münasebetle İstanbul'da açılacak Meclis-i Meb'usan'da güçlü ve dayanışmalı bir grubun kurulması zaruretini ortaya koyduk.



Millet, tarihin, ancak devletlerin yıkılış ve çöküş gibi bunalımlı zamanlarında kaydettiği çok önemli ve tehlikeli anları yaşıyordu. Böyle anlarda, talih ve kaderini doğrudan doğruya kendi eline almakta gaflet gösteren milletlerin, gelecekleri karanlık ve felâketlerle doludur.



Türk milleti bu gerçeği anlamaya başlamıştı. Bu kavrayış sonucuydu ki, kurtuluş ümidi vaadeden her samimî işarete koşmaktaydı. Ancak , bir toplumun, uzun yüzyılların uyuşturucu yönetim ve terbiyesinin etkisinden bir günde, bir yılda kurtulup serbest kalabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru değildir.



Bu sebeple, durumu ve gerçeği bilenler, ellerinden geldiği kadar, bağlı bulundukları millete ışık tutup yol göstererek, ona kurtuluş hedefine yürümekte önderlik etmeyi en büyük insanlık görevi bilmelidirler.

Sayfa başına dön  Mesaj [3 sayfadaki 12 sayfası]

Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4 ... 10, 11, 12  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz