Hava yine sisliydi. İlk geldiği günden beri şehrin üstüne çöreklenen bu sis dağılmamıştı. Camdan işlerine gitmekte olan insanlara bakıyordu. Hepsi mutsuzdu. Sis sanki şehirdeki bütün mutluluğu emiyordu. Kahvesinden bir yudum aldı. Ne olursa olsun sisli zamanlarda şehri izlemeye doyamıyordu. Sis şehrin bütün pisliğini örtüyordu. Saatinin sesi ile daldığı bu derin düşüncelerden uyandı. Hemen saatine baktı, yedi olmuştu. İşe gitme vakti diye düşündü. Paltosunu aldı ve merdivenlerden hızla inip sokağa çıktı. İşe gitmekte olan kalabalığın arasına dalıp, işe gitmek için yola koyuldu. Hastanede çalışıyordu. İşyeri evden üç blok ötedeydi. Köyden şehre yeni geldiğinde akrabalarının yanında kalıyordu, tanıdıklarından biri ona hastanede iş bulmuştu. İlk aylarda şehir hayatına alışmak çok zor gelmişti. Zamanla şehrin bu sıkıcı hayatına alışmıştı. Bir anlaşma yapmışlardı. Şehir ona karışmayacaktı, o da şehre...
Hastaneye geldiğinde kapıda ki asık suratlı bekçi uyukluyordu. Zavallı adam o da köyünden yeni gelmişti. Şehir hayatı ona da zor geliyordu. Ama alışacaktı, alışması lazımdı. Yoksa şehirde ki bu sisin içinde kaybolup giderdi.
"Günaydın Hamdi abi. Gene uyukluyorsun. Amirin görürse kızar. Dikkat et." Bekçi homurdanarak bir şeyler söyledi ama duymadı. Yola devam etti.
Hastaneye ilk girdiğinde etrafta ki ilaç kokusundan nefret etmişti. Asık suratlar, ağlamalar, çığlıklar, küfürler... Sis burayıda etkilemişti. Şehre ilk geldiğinden beri sis hiç dağılmamıştı. Nedenini sorduğunda ise fabrikadan çıkan dumanları söylemişlerdi. Gene dalmıştı. Bu sıralar şu sise çok takmıştı.
"Cemalll! Hadi be oğlum... Nerede kaldın? Eve gideceğim. Bugün çok yorucuydu. Sis yüzünden zincirleme trafik kazası oldu. Onlarca ölü var. Allah sana kolaylık versin. Ben kaçıyorum. Hadi yarın görüşürüz."
"Tamam. Yarın görüşürüz."
İş arkadaşı Hayati. Hayati, Cemal gibi değildi. O buralıydı. Sisi normal karşılıyordu. Ona göre herşey normaldi. Ahhh! Gene sis yüzünden kaza olmuştu. Buna çare bulunamıyordu. Artık etrafta ki "Deprem öldürmez, bina öldürür." yazısı yerine "Deprem öldürmez, sis öldürür." yazıları yazıyordu. Gerçekten öyleydi. Vatandaşın biri deprem olduktan sonra dışarı çıkmış. Sis yüzünden etrafı göremez ve araba ezer ya da foseptik çukuruna düşer, ölür. Bunun gibi birçok olay yaşanıyordu.
Tam morga girecekti ki yerde Hayati'nin cüzdanını gördü. Hemen yerden cüzdanı aldı, girişe doğru koşmaya başladı.Girişe gelmişti. Ama Hayati ortalıkta yoktu. Herhalde eve gitmişti. Olsun gene birine sormalıydı. Arkasını döndü. Hamdi Abi kulubüde oturmuş, ona bakıyordu.
"Hamdi Abi. Hayati'yi gördün mü? Cüzdanını düşürmüş, onu verecektim."
"Hayati mi? O da kim?"
"Hayati benim iş arkadaşım. Morgta çalışıyor. Kısa boylu, sarı saçlı, mavi gözlü."
"Oğlum ben iki yıldır bu hastanede çalışıyorum. Hayati diye birini tanımıyorum."
Cemalin kafası karışmıştı. İş arkadaşı. Her gün birlikte çalıştığı adam. Nerede oturduğunu, karısını, çocuklarını tanıdığı adam bu hastanede çalışmıyordu. Bekçinin çok çalışmaktan beyninin sulandığını düşünüyordu. Morga kadar bu düşüncelerle boğuşarak yürüdü. Sis, sis hepsi sisin yüzünden... Morga geldiğinde cüzdanı masanın üzerine bıraktı. Eldivenlerini, maskesini giydi. Soğuk metal kapıyı açtı. İçerisi buz gibiydi. Nefes alışverişinde ki buhar etrafa yayılıyordu. Yavaş adımlarla cesetlerin arasında dolaşmaya başladı. Hepsini ayırmalıydı. Üniversiteye gidecek olan kadavraları sağ tarafa diğerlerini sol tarafta ki buz bölmelerine koyacaktı.
Cesetleri buz bölmelerine yerleştirirken sanki kendisinden başka birini varlığını hissetti. Zaten soğuk olan oda daha da soğumuştu. Florasanlar cızırtı yapmaya başlamıştı. Birden elektrikler gitti. Üç saniye sonra jeneratörler devreye girdi. Elektrikler gittiğinde gözlerini kapatmıştı. Karanlıktan korkuyordu. Üç saniye ona üç saat gibi gelmişti. Ezbere bildiği bütün duaları okumaya başlamıştı. Zaten bu işte çalışan insanların bir zaman sonra delirdikleri söyleniyordu. Morglarda garip olayların yaşandığını duymuştu. Ama daha bugüne kadar başına böyle bir olay gelmemişti.
Arkasını döndüğünde sedyelerde ki ölülerin olmadığını gördü. Sağ tarafta ki kadavralara baktı. Onlarda yoktu. Çarşaflar bozulmamıştı, tertemizdiler. Hemen bölmeleri açmaya başladı. Boş, boş, boş... Hepsi boştu. Yere çöktü. Buradan uzaklaşmak istiyordu. Metal kapıyı açtı, dışarı çıktı. Hastane kantinine çay içmeye inecekti. Bugün olan şeylerin mantıklı bir açıklaması olmalıydı.
Merdivenden aşağı inerken acilden bağrışmalar geliyordu. Burası hastaneydi. İnsanların bağırması normaldi. Hele bu bağırışlar acilden geliyorsa... Tam aşağı inecekti ki içinden bir ses acile gitmesini söylüyordu. Durdu, ne yapacağını bilemiyordu. Aklı karışmıştı. "Kantin mi? Acil mi? Aklı hep bu soruyu soruyordu. Adımları acile doğru gitmeye başladı. Ayakları sanki kendisinden emir almadan, kendi başlarına hareket ediyordu. Acile geldiğinde yerde birinin yattığını gördü. Etrafta ki kalabalığı yararak yerde yatanı görmeye çalıştı. Yerde yatanın üzerini çarşaf ile örtmüşlerdi. Çarşafı kaldırdığında gözlerini kapattı. Kusmamak için kendini zor tuttu. Etrafta bazı çığlıklar duymuştu. Tekrar çarşafı kapatmıştı. Arkada ki koltuklardan birine oturmuştu. Gözlerini kapattı. Yan tarafta ki iki hemşire olanları konuşuyorlardı. Onlara baktı.
"Nasıl olmuş bu?"
"Tam bilmiyorum ama elektrikler kesildikten sonra olmuş galiba."
Hamdi Abi ölmüştü. Bağırsaklarını dışarı çıkarmışlardı. Göğüs kafesine neşterle "SiS" yazmışlardı. Her tarafından böcekler çıkıyordu. Kalabalık cesetin yanında uzaklaşmıştı. Az sonra polisler geldi.
Şeritler, tebeşirler, görgü tanıkları, hastane kameraları daha bir sürü zırva. Suçlu belliydi. Hamdi Abiyi sis öldürmüştü. Başka bir yerde suçlu aramaya gerek yoktu.
Kaç zaman geçti hatırlamıyordu. Sandalyede oturalı bayağı olduğunu düşündü. Ayağı sızlamaya başlamıştı. Hamdi Abinin cesetini kaldırmışlar. Etrafı temizlemişler. Herkse normale dönmüştü. Sanki bu olanlar olağanüstü değil de normalmiş gibi karşılıyorlardı. Hamdi Abiyi öldüren kişi ya da şey bulunamamıştı. Polisler hemen gitmişti. Oysa ki katil buradaydı. Hamdi Abiyi öldürmüştü. Bir başkasını öldürmeyeceğini kimse garanti edemez.
Ayağa kalktı. Camdan dışarı baktı. Akşam olmuştu. Şehir ışıl ışıldı. Ahh! Bir de sis olmasaydı. Karabasan gibi çökmüştü. Işıklar sanki sisi yırtıp, dağıtmak içim nücadele ediyordu ama nafile. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar sise kafa tutamazlardı. Sis kendisi ile uğraşan ışıkların üzerine çökertip, karartmaya başladı. İçi ürpermeye başlamıştı. Kalorifere dokunması ile elini çekmesi bir oldu. Yanıyorlardı. Ama bu soğuk nereden geliyordu? Aklına hemen morgta yaşadıkları geldi. İçi daha ürpermeye başladı. Gözlerini kapattı. Bundan sonra olacak şeylerin olmamasını diledi. Florasanlar cızırdamaya başlamıştı. İşte olmaya başlamıştı. Çatt! Elektrikler kesildi. Gözlerini sıkıca kapattı. Kalp atışlarını duyabiliyordu. Sanki odada kendisinden başka kimse yoktu. İçinden üçe kadar saymaya başladı. Bir, iki, üç... Elektrikler gelmişti. Gözlerini açtı ve etrafına bakmaya başladı. Her şey normaldi. Koridorları dolaşmaya başladı. Olağanüstülük arıyordu. Etrafa yine baktı. Sonra kendi kendine gülmeye başladı. delirdiğini düşünüyordu. Elini cebine attı. Cebinde keskin bir şey vardı. Parmağını kesmişti. Hemen çıkardı. Bu bir neşterdi. Morgtan acele ile çıktığı için bırakmayı unuttuğunu düşündü. Neşteri tekrar cebine koydu. Karşıdan sedye ile bir hastayı acele ile götürüyorlardı. Sedyenin arkasındanda yakınları koşuyorlardı. Sedyede yatan kişiyi yanından geçerken tanıdı. Hayati idi bu. Ama yüzü solgundu. Çok kan kaybetmişe benziyordu. O da sedyenin peşinden koşmaya başladı. Ameliyathanenin kapısına geldiğinde, durmak zorunda kaldılar. Yakınları da gelmişlerdi. Karısı, çocukları hepsini tanıyordu. Hayati onlara hepsini anlatmıştı. Şu küçük sarı saçlı olan İpek olmalıydı. Diğer tarafta ki mavi gözlü genç ise Mert olmalıydı. Şurada duran, eliyle yüzünü kapatıp ağlayan kadın ise Hayati'nin hayatta her şeyden çok sevdiği karısı olmalıydı.
"Geçmiş olsun. Ben Cemal. Hayati'nin iş arkadaşı. Size belki bahsetmiştir."
Kadın elini yüzünden çekmişti. Çocuklarına baktı. Onlarda hemen annelerinin yanına gelmişlerdi. Birbirlerine sarılmışlardı. Garip bir şekilde Cemale bakıyorlardı.
Kadın ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başlamıştı. Sözcüklerin üzerine basa basa konuşuyordu.
"Siz kimsiniz ve Hayati'yi nereden tanıyorsunuz? Hayati burada çalışmadı. O bir öğretmen."
"Ama nasıl olur? Bana sizden ve çocuklarınızdan bahsetti. Küçük kızınızın ismi İpek. Oğlunuzun ismi Mert. Buralısınız yani şehirli..."
Kadın ve çocukları birbirlerini sıkıca sarılmıştı. Ona sanki canavarmış gibi bakıyorlardı. Bu kez konuşmaya Mert başlamıştı.
"Size tekrar soruyorum. Kimsiniz? Ve bu kadar şeyi nereden biliyorsunuz? Yoksa siz sapık mısınız?"
Cemal sapık lafını duyduğunda gözlerini kapattı. Kulağı uğuldamaya başladı. Başı dönüyordu. Yan tarafta ki duvara tutundu.
"Ben Hayati'nin iş arkadaşıyım. Bunu size kanıtlayabilirim."
Cevap beklemeden aşağı inmeye başladı. Cüzdanı gösterecekti. Hayati'nin cüzdanını. Merdivenlerden inerken yine dalmıştı. Gözleri bulanık görmeye başlamıştı. Etrafta ki insanları net göremiyordu. Gölgeler gibi hareket ediyorlardı. Sanki boğulurcasına konuşuyorlardı. Sis, sis, sis... İnsanların zihnine etkilemeye başlamıştı. Soğuk soğuk terlemeye başlamıştı. Kendini toparladı ve aşağı doğru koşmaya başladı.
Morga gelmişti. Cüzdan masanın üzerinde duruyordu. Cüzdanı götürüp, gösterecekti. Hayati'nin burada olduğunu, kendisinin iş arkadaşı olduğunu ve sapık olmadığını...
Cüzdanı aldı. Tam yukarı çıkacakken morgdan sesler gelmeye başladı. Durdu. "Herhalde biri yanlışlıkla girdi." diye düşündü. Hastanede böyle şeyler çok oluyordu.
Kapıya doğru ilerlerken içerisinin tekrar soğuduğunu hissetti. Gene başlıyordu. Sağ tarafta ki yatağın üstüne çıktı. Eliyle, dizlerini birleştirdi. Florasanlar cızırdamaya başlamıştı. Gözlerini kapattı, kafasını sallamaya başladı. Elektrikler gittiiğinde, kafasını daha hızlı sallamaya başlamıştı. Morgun kapısı açıldı. İçeriden birinin çıktığını duydu. Daha sıkı kapattı gözlerini...
Morgtan çıkan kişi odanın içerisinde dolaşıyordu. İçinden tekrar üçe kadar sayacaktı. Sonra elektrikler gelecek ve burada kimsenin olmadığını görüp cüzdanı yukarı götürecekti. Bir, iki, üç... Dediğinde gözlerini açtı. İçeride ki kişinin arkası dönüktü. Sağ taraftan perde sesi geldi. Ardından içeri göz kamaştıran bir güneş ışığı... Odanın her tarafını kaplamıştı. Işık yüzünden elini gözüne sipeer etmişti. Yavaş yavaş gözlerini açtığında kendisinin bir hastane odasında olduğunu gördü. Yatakta yatıyordu. Yanına bir hemşire gelmişti. Elinde bir iğne vardı.
"Bugün nasılsınız Cemal Bey?" dedi büyük bir şirinlikle.
Cevap vermedi.
"İlaç vakti şimdi arkanızı dönün." dedi. Yapmak istemiyordu ama organları ondan bağımsız hareket ediyordu. İğneyi poposuna yediğinde üstüne bir ağırlık çöktü.
Hemşire biriyle konuşuyordu.
"Cemal Bey yıllardır morgta çalışıyordu. Kendisini bir gün morgun kapısında elinde cüzdanla baygın buldular. Sis, sis diye sayıklıyormuş. O günden sonra normale dönmedi."
Göz kapakları kapanmaya başlamıştı. Son bir güçle "Hepsi sis yüzünden." diyebildi. İçerisi gene soğumuştu. Başı yana düştü. Ağzından kan gelmeye başlamıştı.
Hastaneye geldiğinde kapıda ki asık suratlı bekçi uyukluyordu. Zavallı adam o da köyünden yeni gelmişti. Şehir hayatı ona da zor geliyordu. Ama alışacaktı, alışması lazımdı. Yoksa şehirde ki bu sisin içinde kaybolup giderdi.
"Günaydın Hamdi abi. Gene uyukluyorsun. Amirin görürse kızar. Dikkat et." Bekçi homurdanarak bir şeyler söyledi ama duymadı. Yola devam etti.
Hastaneye ilk girdiğinde etrafta ki ilaç kokusundan nefret etmişti. Asık suratlar, ağlamalar, çığlıklar, küfürler... Sis burayıda etkilemişti. Şehre ilk geldiğinden beri sis hiç dağılmamıştı. Nedenini sorduğunda ise fabrikadan çıkan dumanları söylemişlerdi. Gene dalmıştı. Bu sıralar şu sise çok takmıştı.
"Cemalll! Hadi be oğlum... Nerede kaldın? Eve gideceğim. Bugün çok yorucuydu. Sis yüzünden zincirleme trafik kazası oldu. Onlarca ölü var. Allah sana kolaylık versin. Ben kaçıyorum. Hadi yarın görüşürüz."
"Tamam. Yarın görüşürüz."
İş arkadaşı Hayati. Hayati, Cemal gibi değildi. O buralıydı. Sisi normal karşılıyordu. Ona göre herşey normaldi. Ahhh! Gene sis yüzünden kaza olmuştu. Buna çare bulunamıyordu. Artık etrafta ki "Deprem öldürmez, bina öldürür." yazısı yerine "Deprem öldürmez, sis öldürür." yazıları yazıyordu. Gerçekten öyleydi. Vatandaşın biri deprem olduktan sonra dışarı çıkmış. Sis yüzünden etrafı göremez ve araba ezer ya da foseptik çukuruna düşer, ölür. Bunun gibi birçok olay yaşanıyordu.
Tam morga girecekti ki yerde Hayati'nin cüzdanını gördü. Hemen yerden cüzdanı aldı, girişe doğru koşmaya başladı.Girişe gelmişti. Ama Hayati ortalıkta yoktu. Herhalde eve gitmişti. Olsun gene birine sormalıydı. Arkasını döndü. Hamdi Abi kulubüde oturmuş, ona bakıyordu.
"Hamdi Abi. Hayati'yi gördün mü? Cüzdanını düşürmüş, onu verecektim."
"Hayati mi? O da kim?"
"Hayati benim iş arkadaşım. Morgta çalışıyor. Kısa boylu, sarı saçlı, mavi gözlü."
"Oğlum ben iki yıldır bu hastanede çalışıyorum. Hayati diye birini tanımıyorum."
Cemalin kafası karışmıştı. İş arkadaşı. Her gün birlikte çalıştığı adam. Nerede oturduğunu, karısını, çocuklarını tanıdığı adam bu hastanede çalışmıyordu. Bekçinin çok çalışmaktan beyninin sulandığını düşünüyordu. Morga kadar bu düşüncelerle boğuşarak yürüdü. Sis, sis hepsi sisin yüzünden... Morga geldiğinde cüzdanı masanın üzerine bıraktı. Eldivenlerini, maskesini giydi. Soğuk metal kapıyı açtı. İçerisi buz gibiydi. Nefes alışverişinde ki buhar etrafa yayılıyordu. Yavaş adımlarla cesetlerin arasında dolaşmaya başladı. Hepsini ayırmalıydı. Üniversiteye gidecek olan kadavraları sağ tarafa diğerlerini sol tarafta ki buz bölmelerine koyacaktı.
Cesetleri buz bölmelerine yerleştirirken sanki kendisinden başka birini varlığını hissetti. Zaten soğuk olan oda daha da soğumuştu. Florasanlar cızırtı yapmaya başlamıştı. Birden elektrikler gitti. Üç saniye sonra jeneratörler devreye girdi. Elektrikler gittiğinde gözlerini kapatmıştı. Karanlıktan korkuyordu. Üç saniye ona üç saat gibi gelmişti. Ezbere bildiği bütün duaları okumaya başlamıştı. Zaten bu işte çalışan insanların bir zaman sonra delirdikleri söyleniyordu. Morglarda garip olayların yaşandığını duymuştu. Ama daha bugüne kadar başına böyle bir olay gelmemişti.
Arkasını döndüğünde sedyelerde ki ölülerin olmadığını gördü. Sağ tarafta ki kadavralara baktı. Onlarda yoktu. Çarşaflar bozulmamıştı, tertemizdiler. Hemen bölmeleri açmaya başladı. Boş, boş, boş... Hepsi boştu. Yere çöktü. Buradan uzaklaşmak istiyordu. Metal kapıyı açtı, dışarı çıktı. Hastane kantinine çay içmeye inecekti. Bugün olan şeylerin mantıklı bir açıklaması olmalıydı.
Merdivenden aşağı inerken acilden bağrışmalar geliyordu. Burası hastaneydi. İnsanların bağırması normaldi. Hele bu bağırışlar acilden geliyorsa... Tam aşağı inecekti ki içinden bir ses acile gitmesini söylüyordu. Durdu, ne yapacağını bilemiyordu. Aklı karışmıştı. "Kantin mi? Acil mi? Aklı hep bu soruyu soruyordu. Adımları acile doğru gitmeye başladı. Ayakları sanki kendisinden emir almadan, kendi başlarına hareket ediyordu. Acile geldiğinde yerde birinin yattığını gördü. Etrafta ki kalabalığı yararak yerde yatanı görmeye çalıştı. Yerde yatanın üzerini çarşaf ile örtmüşlerdi. Çarşafı kaldırdığında gözlerini kapattı. Kusmamak için kendini zor tuttu. Etrafta bazı çığlıklar duymuştu. Tekrar çarşafı kapatmıştı. Arkada ki koltuklardan birine oturmuştu. Gözlerini kapattı. Yan tarafta ki iki hemşire olanları konuşuyorlardı. Onlara baktı.
"Nasıl olmuş bu?"
"Tam bilmiyorum ama elektrikler kesildikten sonra olmuş galiba."
Hamdi Abi ölmüştü. Bağırsaklarını dışarı çıkarmışlardı. Göğüs kafesine neşterle "SiS" yazmışlardı. Her tarafından böcekler çıkıyordu. Kalabalık cesetin yanında uzaklaşmıştı. Az sonra polisler geldi.
Şeritler, tebeşirler, görgü tanıkları, hastane kameraları daha bir sürü zırva. Suçlu belliydi. Hamdi Abiyi sis öldürmüştü. Başka bir yerde suçlu aramaya gerek yoktu.
Kaç zaman geçti hatırlamıyordu. Sandalyede oturalı bayağı olduğunu düşündü. Ayağı sızlamaya başlamıştı. Hamdi Abinin cesetini kaldırmışlar. Etrafı temizlemişler. Herkse normale dönmüştü. Sanki bu olanlar olağanüstü değil de normalmiş gibi karşılıyorlardı. Hamdi Abiyi öldüren kişi ya da şey bulunamamıştı. Polisler hemen gitmişti. Oysa ki katil buradaydı. Hamdi Abiyi öldürmüştü. Bir başkasını öldürmeyeceğini kimse garanti edemez.
Ayağa kalktı. Camdan dışarı baktı. Akşam olmuştu. Şehir ışıl ışıldı. Ahh! Bir de sis olmasaydı. Karabasan gibi çökmüştü. Işıklar sanki sisi yırtıp, dağıtmak içim nücadele ediyordu ama nafile. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar sise kafa tutamazlardı. Sis kendisi ile uğraşan ışıkların üzerine çökertip, karartmaya başladı. İçi ürpermeye başlamıştı. Kalorifere dokunması ile elini çekmesi bir oldu. Yanıyorlardı. Ama bu soğuk nereden geliyordu? Aklına hemen morgta yaşadıkları geldi. İçi daha ürpermeye başladı. Gözlerini kapattı. Bundan sonra olacak şeylerin olmamasını diledi. Florasanlar cızırdamaya başlamıştı. İşte olmaya başlamıştı. Çatt! Elektrikler kesildi. Gözlerini sıkıca kapattı. Kalp atışlarını duyabiliyordu. Sanki odada kendisinden başka kimse yoktu. İçinden üçe kadar saymaya başladı. Bir, iki, üç... Elektrikler gelmişti. Gözlerini açtı ve etrafına bakmaya başladı. Her şey normaldi. Koridorları dolaşmaya başladı. Olağanüstülük arıyordu. Etrafa yine baktı. Sonra kendi kendine gülmeye başladı. delirdiğini düşünüyordu. Elini cebine attı. Cebinde keskin bir şey vardı. Parmağını kesmişti. Hemen çıkardı. Bu bir neşterdi. Morgtan acele ile çıktığı için bırakmayı unuttuğunu düşündü. Neşteri tekrar cebine koydu. Karşıdan sedye ile bir hastayı acele ile götürüyorlardı. Sedyenin arkasındanda yakınları koşuyorlardı. Sedyede yatan kişiyi yanından geçerken tanıdı. Hayati idi bu. Ama yüzü solgundu. Çok kan kaybetmişe benziyordu. O da sedyenin peşinden koşmaya başladı. Ameliyathanenin kapısına geldiğinde, durmak zorunda kaldılar. Yakınları da gelmişlerdi. Karısı, çocukları hepsini tanıyordu. Hayati onlara hepsini anlatmıştı. Şu küçük sarı saçlı olan İpek olmalıydı. Diğer tarafta ki mavi gözlü genç ise Mert olmalıydı. Şurada duran, eliyle yüzünü kapatıp ağlayan kadın ise Hayati'nin hayatta her şeyden çok sevdiği karısı olmalıydı.
"Geçmiş olsun. Ben Cemal. Hayati'nin iş arkadaşı. Size belki bahsetmiştir."
Kadın elini yüzünden çekmişti. Çocuklarına baktı. Onlarda hemen annelerinin yanına gelmişlerdi. Birbirlerine sarılmışlardı. Garip bir şekilde Cemale bakıyorlardı.
Kadın ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başlamıştı. Sözcüklerin üzerine basa basa konuşuyordu.
"Siz kimsiniz ve Hayati'yi nereden tanıyorsunuz? Hayati burada çalışmadı. O bir öğretmen."
"Ama nasıl olur? Bana sizden ve çocuklarınızdan bahsetti. Küçük kızınızın ismi İpek. Oğlunuzun ismi Mert. Buralısınız yani şehirli..."
Kadın ve çocukları birbirlerini sıkıca sarılmıştı. Ona sanki canavarmış gibi bakıyorlardı. Bu kez konuşmaya Mert başlamıştı.
"Size tekrar soruyorum. Kimsiniz? Ve bu kadar şeyi nereden biliyorsunuz? Yoksa siz sapık mısınız?"
Cemal sapık lafını duyduğunda gözlerini kapattı. Kulağı uğuldamaya başladı. Başı dönüyordu. Yan tarafta ki duvara tutundu.
"Ben Hayati'nin iş arkadaşıyım. Bunu size kanıtlayabilirim."
Cevap beklemeden aşağı inmeye başladı. Cüzdanı gösterecekti. Hayati'nin cüzdanını. Merdivenlerden inerken yine dalmıştı. Gözleri bulanık görmeye başlamıştı. Etrafta ki insanları net göremiyordu. Gölgeler gibi hareket ediyorlardı. Sanki boğulurcasına konuşuyorlardı. Sis, sis, sis... İnsanların zihnine etkilemeye başlamıştı. Soğuk soğuk terlemeye başlamıştı. Kendini toparladı ve aşağı doğru koşmaya başladı.
Morga gelmişti. Cüzdan masanın üzerinde duruyordu. Cüzdanı götürüp, gösterecekti. Hayati'nin burada olduğunu, kendisinin iş arkadaşı olduğunu ve sapık olmadığını...
Cüzdanı aldı. Tam yukarı çıkacakken morgdan sesler gelmeye başladı. Durdu. "Herhalde biri yanlışlıkla girdi." diye düşündü. Hastanede böyle şeyler çok oluyordu.
Kapıya doğru ilerlerken içerisinin tekrar soğuduğunu hissetti. Gene başlıyordu. Sağ tarafta ki yatağın üstüne çıktı. Eliyle, dizlerini birleştirdi. Florasanlar cızırdamaya başlamıştı. Gözlerini kapattı, kafasını sallamaya başladı. Elektrikler gittiiğinde, kafasını daha hızlı sallamaya başlamıştı. Morgun kapısı açıldı. İçeriden birinin çıktığını duydu. Daha sıkı kapattı gözlerini...
Morgtan çıkan kişi odanın içerisinde dolaşıyordu. İçinden tekrar üçe kadar sayacaktı. Sonra elektrikler gelecek ve burada kimsenin olmadığını görüp cüzdanı yukarı götürecekti. Bir, iki, üç... Dediğinde gözlerini açtı. İçeride ki kişinin arkası dönüktü. Sağ taraftan perde sesi geldi. Ardından içeri göz kamaştıran bir güneş ışığı... Odanın her tarafını kaplamıştı. Işık yüzünden elini gözüne sipeer etmişti. Yavaş yavaş gözlerini açtığında kendisinin bir hastane odasında olduğunu gördü. Yatakta yatıyordu. Yanına bir hemşire gelmişti. Elinde bir iğne vardı.
"Bugün nasılsınız Cemal Bey?" dedi büyük bir şirinlikle.
Cevap vermedi.
"İlaç vakti şimdi arkanızı dönün." dedi. Yapmak istemiyordu ama organları ondan bağımsız hareket ediyordu. İğneyi poposuna yediğinde üstüne bir ağırlık çöktü.
Hemşire biriyle konuşuyordu.
"Cemal Bey yıllardır morgta çalışıyordu. Kendisini bir gün morgun kapısında elinde cüzdanla baygın buldular. Sis, sis diye sayıklıyormuş. O günden sonra normale dönmedi."
Göz kapakları kapanmaya başlamıştı. Son bir güçle "Hepsi sis yüzünden." diyebildi. İçerisi gene soğumuştu. Başı yana düştü. Ağzından kan gelmeye başlamıştı.